*Bu içerik ilk kez "In the war against misinformation, fact-checking works. Big Tech needs to do more of it" başlığıyla CNN Business tarafından 28 Mayıs 2019 tarihinde yayınlanmış ve Sonay Ün tarafından Teyit için çevrilmiştir.
Kamuoyunun, sahte haber ve yanlış bilginin etkisine tepkisi bir süredir devam ederken, teknoloji şirketleri etkili çözümler bulmaya yönelik girişimlerde bulunuyor. Geçtiğimiz Nisan ayında Mark Zuckerberg, Facebook’un kullanıcıların özel bilgilerinin güvenliğine yönelik yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verdi. Ne var ki sosyal medya şirketlerinin yanlış bilginin yayılmasını engellemek için daha fazla çaba sarf etmeleri gerekiyor.
Facebook’un şimdiye kadar sergilediği yaklaşım, şüpheli içeriklerin tanımlanmasında teyitçilerin yardımını almak. Teyitçilerin yanlış bilgiyi nasıl tespit edebildiklerine dair soru işaretleri bulunsa da internette dolaşan içeriklerin gerçekliğini araştırmak, yanlış bilgi akışının önlenmesi açısından son derece önemli bir strateji.
Jeremy Cone, Kathryn Flaharty ve Melissa J. Ferguson tarafından yakın zamanda yürütülen bir araştırmaya göre teyit etmek, yanlış bilginin düşüncelerimizi şekillendirmesinin önüne geçiyor- hatta buna otomatik ve kontrol edilemeyen algılarımız da dahil. Doğrulama güvenilir olmayan bilgiyi ele aldığında, algılarımızın maruz kalabileceği etki önemli ölçüde ortadan kaldırılıyor. Doğru yürütülmesi halinde teyitçilik, başarılı sonuçlar veriyor. Bunun yanı sıra teknoloji şirketlerinin de buna destek vermesi gerekiyor.
Yakın zamanda yayımlanan bir makalede bir kişi ile ilgili elde edilen yeni bilginin, katılımcıların o kişiye ilişkin düşüncelerini ve fikirlerini nasıl etkilediği mercek altına alındı. Çalışma kapsamında 3100’den fazla katılımcıyla gerçekleştirilen yedi deney yapıldı ve sadece katılımcıların bilinçli olarak beyan ettikleri duyguları değil otomatik ve içgüdüsel tepkileri de saptandı.
Yürütülen bir deneyde katılımcılar Kevin isimde tanımadıkları biri hakkında birçok olumlu bilgi edindiler. Katılımcılar daha sonra Kevin’in, eski eşine uyguladığı aile içi şiddet nedeniyle yedi yıl önce tutuklandığını öğrendiler. Bu aşamada katılımcıların Kevin’e yönelik otomatik ve içgüdüsel duyguları ölçüldü. Kişinin (Kevin’in) görselini çok hızlı bir biçimde gösteren bilgisayar tabanlı bir ölçü kullanıldı. Ardından katılımcılardan nötr, ilgisi olmayan ve belirsiz bir görseli (ör. hiçbir katılımcının okuyamadığı Çince bir kavram yazısı) olumlu veya olumsuz olarak değerlendirmeleri istendi. Birçok deneyde Kevin’in varlığının (ve başka bir yabancının yüzünün), katılımcıların nötr görüntüleri olumlu değerlendirme ihtimalini nasıl etkilediği ölçüldü. Temelde Kevin’a ait bir görselin, katılımcıların ilgisi olmayan bir görselle ilgili duygularını nasıl etkilediğine bakılması sonucu, kullanıcıların Kevin hakkındaki otomatik duyguları ortaya çıkarılmış oldu.
Araştırmada gösterilen yeni kanıtın güvenilirliği de çeşitlendirildi. Kevin’la ilgili bilginin polis kayıtlarından geldiğini bilen katılımcıların Kevin’a yönelik hızlı gelişen içgüdüsel tepkileri, diğer gruplarınkinden çok daha olumsuzdu. Bununla birlikte başka bir grup, Kevin’a ilişkin bilginin Kevin’ın eski kız arkadaşının bir arkadaşından alındığını öğrendi. Kevin’ın eski kız arkadaşının arkadaşında, Kevin hakkında bir dedikodu yayma eğilimi olabileceği için kendisi aslında daha şüpheli bir kaynaktı. Bu katılımcı grubu, Kevin için yöneltilen suçlamalar karşısında bile ona yönelik olumlu içgüdüsel tepkilerini sürdürdü. Diğer bir deyişle, katılımcıların bu yeni bilginin doğru olup olmadığını düşünmesi, otomatik olarak gelişen duygularını dahi belirledi. Farklı bir deneyde ise başlangıçta söz konusu bilginin doğru olduğunu düşünen katılımcılar, aslında bilginin şüpheli bir kaynaktan alındığını öğrendiler ve Kevin hakkındaki olumlu duygularında bir değişiklik olmadı.
Şüphesiz, yanlış bilgi kampanyalarının hedefleri kimi zaman, tanınmış kişilere yönelik oluyor. İnsanların daha çok tanınmış hedeflere yönelik içgüdüsel tepkileri, aldıkları bilginin güvenilirliğinden etkileniyor mu? Bu olasılığı test etmek için yeni bir katılımcı grubundan, tanınmış ve popüler bir erkek şöhretle ilgili bir yanlış bilgiyi okumaları istendi. Söz konusu bilgi, önceki çalışmaların içeriğine benziyordu. Tek farkı, bilginin sosyal medyada bilinmeyen bir kaynaktan gelmiş gibi sunulmuş olmasıydı.
Katılımcı grubunun yarısına, iddia edilen bilginin asılsız olduğu ancak deneyin sonunda bildirildi. Bu katılımcıların ilgili ünlüye yönelik izlenimleri, henüz yanlış bilgiye maruz kalmadan önce genellikle olumlu olmasına rağmen içgüdüsel tepkileri, yanlış bilgiyi edindikten sonra oldukça olumsuzdu. Buna karşılık, grubun diğer yarısına, maruz kaldıkları bilginin asılsız olduğu bilgisi, bu içeriği okuduklarından hemen sonra bildirildi. Bu katılımcıların içgüdüsel tepkilerinde hiçbir değişim gözlemlenmedi. Okudukları yazının doğru olmadığını öğrenmeleri, yanlış bilginin etkilerini yeterli düzeyde ortadan kaldırdı.
Elde edilen bu bulgular, yeni bilginin güvenilirliğinin o bilginin etkisini büyük ölçüde belirlediğini öne sürüyor. Biz, karşımıza çıkan yanlış bilgiyle şekillenen kobay fareleri değiliz. Bilgi kaynağının itibarı ve güvenilirliğine yönelik bilinçli inançlarımız, içgüdüsel ve otomatik tepkilerimizi dahi büyük çapta etkiler.
Büyük teknoloji şirketlerinin bu konuda daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor
Herhangi bir bilginin doğruluğundan emin olmak için uygulanan doğrulama yöntemi kimi zaman yetersiz kalabiliyor. Cone, Flaharty ve Ferguson tarafından gerçekleştirilen bazı çalışmalarda katılımcıların, şüpheli olduğu her haliyle belli olan bir bilgiye maruz kaldıklarında bile içgüdüsel tepkilerinde değişiklik yaşandığı ve yanlış bilginin etkisinin azaldığı görüldü. Yani, sahte haberler, güvenilir olmamasıyla etkisini hafifletebilse de, hala önemini korumaya devam edebiliyor.
İkinci olarak bu araştırma öznel inanılırlık dürtüsünün, bilginin etkisini belirlediğini öne sürdü. Buna rağmen insanların bilgiye inanmalarını veya inanmamalarını sağlayan etkenleri tespit etmeye yönelik çalışmaların yürütülmesi gerekiyor. Aşı karşıtlığı hareketinden ve iklim değişiminin yalanlanmasından, bilginin gerçek güvenilirliğinin, insanlar tarafından algılanan güvenilirliğiyle kimi zaman uyuşmadığını görebiliyoruz.
Ayrıca, teyitçiliğin kimin sorumluluğunda olduğu sorusu hala tartışılıyor. Yakın zamanda gerçekleştirilen bir araştırma haber kaynaklarının güvenilirliğinin, kitle kaynak kullanımına dayandırılmasının, taraflı olma potansiyeli bulunan hakemlerin değerlendirmelerinden daha etkili olabileceğini ortaya çıkardı.
Yanlış bilgiyle nasıl mücadele edeceklerine ilişkin çalışmalar yapan teknoloji şirketleri, teyit birimlerini desteklemeli ve onlara önem vermeli. Teyitçiler, demokrasimizi hayata döndürebilecek siber destekler olabilir.