Araştırma: Sahte haberler neden gerçek hissettiriyor?

"The Psychology of Fake News" isimli yeni çıkan bu kitap, insanların yanlış bilgiye neden ve nasıl inandıklarına dair birçok araştırma içeriyor.


09/09/2020 02:20 7 dk okuma

Bu içerik 2 yıldan daha eski tarihlidir.

*Bu içerik ilk kez "What makes fake news feel true when it isn’t? For one thing, hearing it over and over again" başlığıyla Nieman Lab tarafından 21 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmış ve Can Başaçek tarafından Teyit için çevrilmiştir.

"Timsahlar gözleri kapalı uyurlar?” Rainer Greifeneder, Mariela Jaffe, Eryn Newman ve Norbert Schwarz editörlüğünde yeni çıkan araştırma makaleleri koleksiyonu: The Psychology of Fake News: Accepting, Sharing, and Correcting Misinformation [Sahte Haber Psikolojisi: Yanlış Bilgileri Kabullenmek, Paylaşmak ve Düzeltmek]. Routledge tarafından yayınlanan kitap, ücretsiz olarak indirilebiliyor veya çevrimiçi ortamda okunabiliyor; insanların yanlış bilgiye neden ve nasıl inandıklarına dair birçok araştırma içeriyor.

Bazı bölümlerde araştırmacılar, "içeriğini detaylı bir şekilde incelemeden önce bile bir mesajın neden ‘doğru hissettirebildiğini" ve bunun yanlış bilgiye olan etkilerini irdeliyor. İşte insanların, bir bilginin doğru olduğuna inanmalarına neden olan unsurlardan bazıları:

Tekrarlama

Yinelemenin etkisi en çok da, insanların kararsız hissettiği iddialarda belirgin, bir de iddialar hakkında daha fazla tanısal bilgi olduğunda görülüyor (Fazio, Rand ve Pennycook, 2019; Unkelbach ve Greifeneder, 2018). Daha da kötüsü tekrar, iddianın yanlış olduğunu bilenler arasındaki fikir birliğini de artırıyor; tabi üzerine düşünüyorlarsa (Fazio, Brashier, Payne ve Marsh, 2015). Örneğin, "Atlas Okyanusu dünyadaki en büyük okyanustur" ifadesinin tekrarı, Büyük Okyanus'un daha büyük olduğunu bilen insanlar arasında dahi bu fikrin kabulünü pekiştiriyor. Tekrarlanan ifade tanıdık geldiğinde, kendi bilgilerine dahi başvurmadan başlarını sallayarak onaylıyorlar. İddiaların bazılarının yanlış olduğu uyarısı bile bu etkiyi tamamen ortadan kaldıramıyor, yalnızca azaltıyor. Daha da önemlisi uyarı, ancak iddialara maruz kalınmadan önce yapılırsa etkili; sonrasında ayırt edilebilir bir etkisi görülmüyor (Jalbert, Newman ve Schwarz, 2019).

Telaffuz edilebilirlik

Sadece telaffuz edilmesi kolay bir isme sahip olmak bile, daha güvenilir olunduğu hissi uyandırmada yeterli. Örneğin tüketiciler, eBay adını kolay telaffuz edilebilir bulduğunda, daha fazla güveniyor. Ürünün, satıcının vaatlerini ve reklamı yapılan iade politikasını yerine getireceğine inanma olasılıkları artıyor (Silva, Chrobot, Newman, Schwarz ve Topolinski, 2017). Benzer şekilde, aynı iddiayı paylaşan bir kaynağın adı da kolaysa, diğer kaynaklara kıyasla doğru kabul edilmesi daha olası (Newman ve ark., 2014).

Aşinalık

Yalnızca doğru bilgilere maruz bırakılmak bile zaman geçtikçe insanların, bu bilgilerin yanlış bir versiyonunu kabul etmelerini daha olası hale getirebiliyor. Garcia-Marques, Silva, Reber ve Unkelbach (2015) katılımcılara belirsiz ifadeler sundu (mesela "timsahlar gözleri kapalı uyur") ve sonra da daha önce görülenlerle aynı olan veya doğrudan çelişen ifadelerin doğruluğunu değerlendirmelerini istedi (mesela "timsahlar gözleri açık uyurlar"). Katılımcılar bu kararları hemen verdikleri zaman tekrarlanan özdeş ifadeleri doğru olarak değerlendirdi ve çelişkili olanları, daha önce görmedikleri yeni ifadelere kıyasla daha az doğru olarak değerlendirdi. Bununla birlikte, bir hafta sonra aynı ve çelişkili ifadeler, yeni ifadelerden daha doğru görülüyordu. Basitçe söylemek gerekirse, gecikme yeterince kısa olduğunda insanlar gördükleri kesin bilgileri hatırlayabiliyor ve tam tersini reddedebiliyor. Fakat zaman geçtikçe detaylar kayboluyor ve çelişkili bilgiler, kimsenin duymadığı bilgilerden daha makul geliyor: "Evet, timsahlar ve gözleri hakkında bir şey vardı, bu yüzden muhtemelen budur."

Zaman geçtikçe insanlar inandıkları şeye olan güvenleri sayesinde ilk kaynağın güvenilir olduğu çıkarımına da ulaşabiliyor. Örneğin, Fragale ve Heath (2004) katılımcıları yaklaşık iki ya da beş kez, "Hazır erişte bardaklarını astarlamak için kullanılan parafinin sıçanlarda kansere neden olduğu ortaya çıktı" benzeri ifadelere maruz bıraktı. Daha sonra katılımcılar, bazı ifadelerin National Enquirer'dan (düşük güvenilirlik kaynağı) ve bazılarının Consumer Reports'tan (yüksek güvenilirlik kaynağı) alındığını ve ifadeleri, olası kaynaklara atfetmek zorunda olduklarını öğrendi. Katılımcılar bir açıklamayı ne kadar çok duyarlarlarsa o ifadeyi National Enquirer'dan ziyade Consumer Reports'a atfetme olasılıkları daha yüksekti. Kısacası sık maruziyet, bir ifadenin gerçekliğini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda güvenilir bir kaynaktan geldiği inancını da artırıyor. Benzer şekilde, CDC ve Los Angeles Times'ın "etobur muzlar" hakkındaki söylentileri çürütmeye yönelik iyi niyetli çabaları, Los Angeles Times'ın insanları bu tehlikeli muzları yememesi konusunda uyardığı inancına dönüştürmüş ve söylentiyi güçlendirmişti (Emery, 2000). Güvenilir olduğu iddia edilen kaynak göz önüne alındığında, kaynak ilişkilendirmesindeki bu tür hatalar, insanların bu bilgileri, bilgiyi kabul etme (ve yayma) olasılığı daha yüksek olan insanlara aktarma olasılığını artırıyor (Rosnow & Fine, 1976).

 

Sıradan fotoğraflar

Katılımcılardan, bilgisayar ekranında genel kültür bilgileri içeren iddiaları gördükleri bir teste katılmaları istendi (Newman ve ark., 2012). Bu deneydeki ana manipülasyon, iddiaların yarısının ilgili olmayan bir kanıt fotoğrafıyla birlikte gösterilmesiydi. Yani fotoğraf, iddiaya dair hiçbir kanıt sunmuyordu. Tıpkı haberlerde ya da sosyal medyada karşılaşabileceği gibi. İddiaların diğer yarısı da fotoğraf olmadan gösterildi. Çalışmaya katılanlara örneğin, "Zürafa sıçrayamayan tek memelidir" gibi bir iddia, zürafanın kafasının fotoğrafıyla ya da fotoğrafsız gösterildi. Fotoğraflar hiçbir kanıt sunmuyor olsa da (zürafanın kafasının fotoğrafı, zürafaların sıçrayıp sıçrayamadığı hakkında bilgi vermiyor) bir fotoğrafın varlığı, katılımcıları iddiaların doğru olduğunu söylemeye itti. Fotoğraflar sanki doğruymuş gibi bir algı yarattı, yani kanıtsız bilgilerin eklenmesiyle iddialara inanmaya sebep olan yanlılığa yol açtı. 

Aynı makalede yayınlanan başka bir deney dizisinde, Newman ve meslektaşları bu bulguyu kavramsal olarak çoğalttı. Bu deneylerde, katılımcılardan farklı bir oyun oynamaları istendi: "Ölü mü hayatta mı?" Bu bir ortak yazarın eski radyo programlarından hatırladığı bir oyundu. Ana görev, "Bu kişi hayatta" iddiasının ekranda görünen her ünlü isim için doğru ya da yanlış olup olmadığını tahmin etmekti. İddiaların yarısında bu ünlü isimler kanıt yerine geçemeyecek bir fotoğrafla gösterildi; yani ünlüleri mesleklerini icra ederken gösteren ancak "bu kişi hayatta" iddiasının gerçekliği hakkında herhangi bir kanıt sunmayan fotoğraflarla. Örneğin, denekler elinde bir mikrofonla sahnede durup şarkı söyleyen Nick Cave'in bir fotoğrafı ile "Nick Cave" adını görmüş olabilir. Fakat fotoğrafla ilgili hiçbir şey Nick Cave'in gerçekten hayatta olup olmadığı konusunda herhangi bir ipucu vermiyordu. Çoğu kez de fotoğraflar ünlülerin stok fotoğraflarıydı. Bu deneyin sonuçları açıktı: Ünlü bir isim, bir fotoğraf ile birlikte gösterildiği zaman insanların, "Bu kişi hayatta" iddiasını kabul etme olasılıkları yükseliyordu. Daha da şaşırtıcısı olansa şuydu: Bir grup katılımcıya aynı ünlü isimler ve aynı fotoğraflar gösterildi, ancak bu sefer fotoğraflara tersine bir iddia olan, "Bu kişi ölü" iddiası eşlik etti. Sonuç değişmedi. Başka bir deyişle, aynı fotoğraflar katılımcıların, ünlülerin hem "ölü" hem de "hayatta" olduklarına inanmalarına yol açtı.

Başka deneylerde Cardwell, Lindsay, Förster ve Garry (2017) katılımcılardan, çeşitli karmaşık süreçleri ne kadar bildiklerini (örneğin, gökkuşağının nasıl oluştuğunu) değerlendirmelerini istedi. İçeriklerin yarısında, insanlara işlem sürecinin yanı sıra kanıt niteliğinde olmayan bir fotoğraf da gösterildi. Mesela "saatler nasıl çalışır" sorusunun yanında bir saat fotoğrafı. Saat, bir saatin mekaniği hakkında bir bilgi vermiyor olsa da, insanlar fotoğrafı gördükleri zaman süreç hakkında daha fazla bilgi sahibi olduklarını iddia etti. Cardwell ve meslektaşları bu süreçler için gerçek bilgi düzeylerini inceledikten sonra, fotoğrafı görenlerin, görmeyenlerle benzer bilgiye sahip olduğunu sandığını gördü. Sahte haberler ve yanlış bilgi bağlamında bu tür bulgular bilhassa endişe verici. Ayrıca bu şunu da gösteriyor: Medyadaki stok fotoğraflar, insanların bilgiyi değerlendirmelerinde yanlılığa yol açmakla kalmıyor, iddia hakkında şişirilmiş bir bilgi veya hafıza duygusuna sebebiyet veriyor.

The Psychology of Fake News: Accepting, Sharing, and Correcting Misinformation kitabının tamamını buradan inceleyebilirsiniz.

Bu içerik Teyit tarafından çevrilmiştir.

What makes fake news feel true when it isn’t? For one thing, hearing it over and over again, Nieman Lab , 21/08/2020

Çeviri: DreamsTime

Kapak Görseli: DreamsTime

t cetveli banner