Aslında finansal kurumların piyasa manipülasyonunu engellemek için çıkarılan bir yönetmelik, nasıl oldu da sosyal medyada yanlış bilgi yayan bireylerin yaptırıma uğratılması sonucunun çıkarılmasına neden oldu?
Mayıs ayının ilk haftası Türkiye ekonomisi açısından epey hareketliydi. Enflasyon verilerinin açıklanmasıyla başlayan ayda dolar/TL paritesi 7,27’yi gördü. Ekonomistler yükselişin sebebini piyasada artan likidite ihtiyacı olarak yorumlarken zaten bir süredir dolaşımda bulunan “Merkez Bankası’nın para bastığı, rezervlerinin döviz ihtiyacını karşılayamayacak düzeye indiği” iddiaları kamuoyu tarafından gündeme getirildi. Bir yandan da Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın internet üzerinden yabancı yatırımcılarla yaptığı toplantı konuşuluyordu. Ekşi Sözlük'teyse "ekonomiyle ilgili haberlerin yasaklanması" başlığı açılmıştı bile.
Ekonomi hakkında yalan haber yapmak yasaklanıyor mu?
Dolar kuru zirvede seyrederken 7 Mayıs 2020’de Resmi Gazete’de yayınlanan bir yönetmelik incelenmeye değer. Yönetmelikte özetle Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’na (BDDK) bankaların finansal piyasalara yönelik “manipülatif ve yanıltıcı” olduğu düşünülen faaliyetlerine karşı yetki tanıyor. Yönetmelik, geçtiğimiz Şubat ayında Bankacılık Kanunu’na eklenen “Finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler” maddesine referansla çıkarılmış. Yani sosyal medyada adı geçen düzenlemenin, dolar kurundaki dalgalanmaları amaçladığı doğru değil. Ama manipülatif içerikler yayınlayanlara yönelik cezalar eskiden iki yıldan başlayan hapis cezası iken artık bu cezanın tabanı üç yıla çıkarılmış oluyor.
Değişikliğin Teyit’in radarına girmesinin sebebiyse dördüncü maddesinin (f) fıkrası:
f) Yanlış veya yanıltıcı olduğunu bildiği ya da bilmesi gerektiği halde, bir referans değer hakkında yanlış veya yanıltıcı bilgiler iletmek, yanlış veya yanıltıcı girdiler sağlamak ya da bir referans değerin hesaplanmasını manipüle edici herhangi bir davranışta bulunmak.
Bu düzenlemede “yanlış ve yanıltıcı” denerek hangi bilgiler kastediliyor? Teyit’in görüştüğü Avukat Nusret Arslan yönetmeliğin bireylere yönelik bir yaptırım içermediğini, yalnız bankaları hedeflediğini belirtti. Alternatif Bilişim Derneği’nden Avukat Faruk Çayır da Teyit’e bireylerin hedeflenmediğini söyledi.
Yönetmelik Şubat 2020’de değişen Bankacılık Kanunu’nun 76. maddesine atıfta bulunuyor. Kanunda manipülatif işlemler şöyle sıralanıyor:
- Finansal piyasalarda yapay arz, talep veya döviz kuru dahil fiyat oluşumunu sağlamak amaçlı işlem ve uygulamaların yapılması
- İnternet ortamı dahil farklı araçlarla gerçeğe aykırı veya yanıltıcı bilgilerin yayılması
- Tasarruf sahiplerinin gerçeğe aykırı veya yanıltıcı şekilde yönlendirilmesi ya da bu amaçları sağlamaya yönelik benzer işlem ve uygulamaların yapılması
“İnternet ortamında yalan bilgiler” ifadesinin muğlak olması, konunun Ekşi Sözlük gibi mecralarda da yanıltıcı haberlere yasak gelmiş gibi konuşulmasına sebep olmuş.
10 Mayıs 2020’de BDDK Başkanı Mehmet Ali Akben ilgili düzenlemeler ve üç bankaya konan işlem yasakları hakkında AA’ya konuştu. Akben yönetmelikte Avrupa Birliği'nin 2014 tarihli Piyasa Bozucu Eylemler Regülasyonu’nun (Market Abuse Regulation) esas alındığını belirtiyor. Gerçekten de AB düzenlemesinin 47. maddesinde, yalan haberlerin serbest piyasayı bozabileceği ve “kasten yanlış yönlendirmenin” engellenmesi gerektiği söyleniyor.
Başkan Akben ayrıca ekonomiyle ilgili haber analizlerinin engelleneceğinin doğru olmadığını belirtmiş. Yani şimdilik dolar kuru ve piyasadaki spekülasyonlarla ilgili bir haberin devlet tarafından engellenip cezalandırılmayacağını anlıyoruz.
“SWAP yasağı da kişiler üzerinde korkuya yol açmış olabilir”
Bu yönetmelik maddesiyle ilgili Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü'nden Refet Gürkaynak da Teyit’e iktisadi sonuçların bahsedilmesinin kovuşturma sebebi sayılmasının bankaların kendisinden banka çalışanlarına kadar pek çok tarafı etkilediğini, değişikliğin bu nedenle sanki haberlere yönelik bir yasaklamaymış gibi algılandığını açıkladı. Gürkaynak, geçen hafta üç yabancı bankaya gelen ve dört gün sonra kaldırılan SWAP yasağının da kişiler üzerinde korkuya yol açmış olabileceğini ekledi.
Gazeteci Erdal Sağlam da DW Türkçe’de ekonomi hakkında yorum yapma yasağı gelebilmesi ihtimalini “artık ucu açık suçlamaların mümkün olabileceği” şeklinde yorumluyor. Finans analisti Dr. Murat Kubilay ise “En nihayetinde herkes TV’leri açtığında döviz kurunu, altın, faiz fiyatını, çarşı pazarda da durumu görüyor. Dolayısıyla ekonomiyi çözemiyoruz, konuşulmasını azaltalım demek, çözüm değil. Hükümet muhtemelen, yurtiçi yerleşiklerin daha fazla döviz mevduatlara yönelmesini engellemek istiyor” yorumunu yapıyor.
Ekonomi hakkındaki yayımları engelleme çabaları aslında yeni değil. Ağustos 2018’de liranın dolar karşısında yine bir gecede değer kaybı sonrasında Sermaye Piyasası Kurulu 13 Ağustos 2018’de bir açıklama yapmıştı. Bu duyuru sonrası ekonomi hakkında sosyal medyada sahte haberleri yayan kullanıcılara karşı soruşturmalar başlatılmıştı. 2018 Ağustos’unda “kurların yükseldiği” haberi yapanlar hakkındaki duruşmalar da halen devam ediyor.
Poynter’da yer alan bir yazıda ülkelerin sahte haberle mücadele yolları özetlenmiş. Bu kaynak niteliğindeki yazı sık sık güncelleniyor. Ekonomi alanında yayılan sahte haberlere devlet müdahalesi Benin, Çin ve Mısır gibi ülkelerde bulunuyor. Fakat bu ülkelerde durum çok iç açıcı değil. Örneğin Benin’de Nouvelle Economie isimli bir ekonomi dergisinin editörlerinden biri yayımlanan ekonomi haberleri sebebiyle Nisan ayında tutuklandı. Ekim 2018’de de Mısır’ın ekonomi politikalarıyla ilgili haber yapan aktivistler hapse girmişti.
Oysa ki serbest piyasa ekonomisi, devletin piyasalar üzerindeki minimum müdahalesi üzerine kurulu. Ekonomik faaliyetlerin rekabet şartları içinde serbestçe yapılabildiği ve sorunların fiyat mekanizmasıyla çözüldüğü koşullarda, bu mekanizmayı oluşturan şey pazar koşullarından haberdar olan aktörler. Piyasada oluşan arz ve talep sonucunda mal ve hizmetin fiyatı ortaya çıktığına göre, liberal ekonomide piyasaya dair haber analizi ve yorumu okumak doğal karşılanmalı.
Ancak Türkiye’de bir süredir gündemde olan sosyal medya üzerinde devlet denetimi tartışmaları ile ifade özgürlüğü hakkındaki kaygılar, BDDK düzenlemesindeki boşluk ya da muğlaklıkların, başka bazı düzenlemelerle ilişkilendirilmesine neden oldu.
Önceki devlet müdahalesi girişimleri
Diyelim ki yönetmelikteki muğlaklık, gelecekte bireysel paylaşımların da yaptırımla karşılaşmasıyla sonuçlanabilir; sahte haberleri yayan aktörlerin kim olduğu nasıl saptanacak? BDDK Başkanı haberlerin yasaklanması gibi bir durumun gerçekleşmeyeceğini söylese de böylesi bir noktada kimin sahte haber paylaştığı kim tarafından tespit edilecek? Bu bizi geçen ay gündeme gelen bir başka düzenlemeye götürüyor.
Tüm ülke pandemi haberleriyle çalkalanırken Nisan ayının başlarında görüşülen torba yasa taslağında yer alacağı belirtilen maddelerden biri sosyal ağ sağlayıcılarının (bildiğimiz anlamda Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformlarının) Türkiye’de birer temsilci bulundurması ve verilerini ülke sınırları içinde barındırmalarını öngörüyordu. Böylelikle devletin platformlar üzerindeki denetimi artacak ve yasal takip kolaylaşacaktı.
Torba yasa konuşulurken medyaya yansıyan bazı haber başlıkları[/caption]
Bu girişim hayata geçmedi. Ancak çok geçmeden Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk, 30 Nisan’da ilgili TBMM komisyonuna 5651 sayılı İnternet Kanunu’na dair bir değişiklik teklifi daha verdi. Hala komisyonda olan teklife göre, yalan haberlerin yayılmasının önlenmesi ve sahte hesapların ortadan kaldırılabilmesi için ülke çapında 500 binden fazla kullanıcısı olan yerli ve yabancı sosyal ağların Türkiye’de temsilci bulundurması gerekecek. Ayrıca sahte hesapların önüne geçmek için de sosyal ağ üyelikleri T.C. kimlik numarasıyla yapılacak. Bu veriler KVKK ile korunacak ve teklif yasalaşırsa, bu şartlara uygun hizmet vermeyen sosyal ağlar kademeli olarak yasaklanacak veya para cezasına çarptırılacak.
Sosyal ağlara müdahale özgürlükleri kısıtlayabilir
Öztürk’ün teklifinin gerekçesinde Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü’nün 2018’de yayınladığı Dijital Medya Raporu’na atıfta bulunuluyor. Ayrıca teklifte sahte hesapların da vatandaşları yanlış bilgilendirdiğinden bahsediliyor. Ancak Ceza Kanunu’nda sahte habere karşı hiçbir hüküm bulunmaması saikiyle bir kanun teklifi verilmesi, ifade özgürlüğü açısından endişe verici.
T.C. kimlik numarası ile platformlara giriş yapılması şartı da kaygı uyandıracaktır. Çünkü benzer uygulamalara, yalnızca otoriter rejimlerde rastlanıyor. Örneğin Çin’deki WeChat platformu, kimlik numarası ile kullanılabiliyor. Kişilerin dijital medya üzerinden takip edilmesi, demokrasinin temel ilkeleriyle, hak ve özgürlüklerle çelişkili. Tek tek kullanıcılar sosyal ağlar üzerinden takip edileceklerse WhatsApp, Instagram, Facebook gibi platformların kendi topluluk kuralları dışında farklı kurallara mı uymak zorunda kalacaklar? Kaldı ki zaten Facebook dünyanın pek çok ülkesinde Facebook üçüncü taraf doğrulama platformları ile bu ağlar üzerindeki yanlış bilgi ve sahte haberlerin paylaşımını düşürmek için çalışıyor.
Ayrıca bu örnekteki Çin hak ve özgürlükleri önceleyen bir demokrasi değil ve böyle bir iddiası da yok. 2019’un yaz aylarında Çin devleti Hong Kong’da başlayan protestolar sırasında politik paylaşımlar yapan binlerce hesabı kapatmış ve buradan konum tespitleri yapmıştı. Kimlik numarasıyla girdiğiniz bir uygulamada beğendiğiniz alelade bir gönderi için hapse girmeniz an meselesi. Yani sahte habere karşı alınacak yasal bir önlem aslında çoğu zaman bireylerin hareket alanını engelleyecek biçimde gerçekleşiyor; otoriter devletleri ise koruyor. Bir başka endişe verici gelişme ise teklif sonrası muhtemel haber alma özgürlüğüne ve medyaya gelecek kısıtlama. Bu kısaca bir ülkede medyanın işlevsizleştirilmesi anlamına geliyor.
Mahmut Tezcan da 7 Mayıs 2020’de Gazete Duvar’da yayımlanan yazısında yukarıda bahsedilen kanun teklifinin adeta bir gözetim toplumu yaratma amacı güttüğünü savunuyor.
Son dönemde meclis gündemine gelen bu engelleme girişimleri düşünülecek olursa 7 Mayıs 2020’de yayımlanan yönetmeliğin sanki bireylerin haber paylaşmalarının yasaklanması ihtimalinin akıllara getirmesi çok doğal denebilir.
Devletler bizim “aklımıza” güvenmiyor mu?
Demokratik toplumlarda, haber alma özgürlüğü ile fikir ve ifade hürriyeti, nihai karar vericiler yurttaşlar olduğundan yaşamsal değere sahip. Hakkında yeterli bilgi, görüş ve yoruma sahip olmadığınız bir konuda nasıl karar verebilirsiniz ki?
Ekonomiyle ilgili geniş kamuoyuna sahip yanlış bir bilgi, piyasanın işleyişini teoride engelleyebilir. Ama hangi bilgi ya da tahminin doğru, hangisinin yanlış olduğuna kim karar verecek? Haber mecraları arasında adeta bir üst mahkeme gibi işleyen kurullar mı kurulacak, haber ombudsmanları mı görevlendirilecek? Ekonomik analizlerin yanlış yönlendirme içerdiği kanıtlanmış mı? Bu soruların açık birer yanıtları yok. Devletin tek elden yaptığı gerçeklik kontrolleri ve “bu manipülatif değildir” kaşesi doğru habere ulaşarak ülkenin ve dünyanın nereye gittiğini öğrenmek isteyen bir yurttaşın kafasını karıştırabilir. Kaldı ki finans piyasalarını bilgi kadar beklentiler de belirliyor ve yurttaşlar bir projeksiyona diğerinden daha fazla prim veriyorlarsa, sorgulanması gereken tekil bir içerik değil, negatif projeksiyonun daha fazla alıcı bulmasına neden olan şartlar olmalı.
Singapur, Malezya ve Rusya… Sahte haber yasalarını kendi lehlerine çevirmekten geri durmayan ülkelere sadece birkaç örnek. Bu yüzden de sahte haberi “yasaklayan” onu paylaşanı “cezalandıran”, “hapse atan” yasal düzenlemeleri gündeme getirmeden önce sahte habere maruz kalan kişileri eğitmek, dijital medya okuryazarlığını artırarak eleştirel düşünme geleneğini sağlamlaştırmak gibi daha dönüştürücü çözümlere yönelmek gerek.