Bu içerik ilk kez "How Fake News Tricks Your Brain" başlığıyla National Geographic tarafından 24 Mart 2017 tarihinde yayınlanmış ve Ekin Gürel tarafından Teyit için çevrilmiştir.
Yaşadığımız dünya artık birçok “alternatif gerçek” barındırıyor ve işte bu nedenle öncelikle kendimizi ve sonrasında toplumdaki aktörleri doğrulamak ve kontrol etmek, neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlayabilmemiz için çok önemli.
Geminin inşaatı bittikten sonra Musa her hayvandan kaçar tane aldı?
Eğer cevabınız iki ise tebrikler, yanlış bildiniz. Çünkü gemi inşa edip hayvanları alan kişi Musa değil Nuh’tu. Daha önce araştırmalarla kanıtlandığı üzere bunun gibi sorular insanların iki dini ve tarihi figürü ne kadar kolay karıştırdığını gözler önüne seriyor.
Brown Üniversitesi’nden Bilişsel Bilim Profesörü ve Cognition Dergisi baş editörü Steve Sloman’ın yaptığı açıklamaya göre, “İnsanlar akıllarına gelen ilk ve içgüdüsel cevaba, bunun doğru ya da yanlışlığını kontrol etmeden güvenmeye meyilli.”
Yalan haberlerin yeni norm haline geldiği günümüzde “Musa’nın Gemisi” gibi sorular, insanların yalan haberleri algılamadaki başarısızlığını gösteriyor. Bununla birlikte insanların olduklarından daha kapsamlı bilgiye sahip olduklarını düşünmeleri veya bir şeyin nasıl çalıştığı konusunda ufak bir fikirleri olmasına rağmen her şeyi biliyormuş gibi abartmaları üst üste gelince, insanlar yanlış bilgilenmeye yatkın hale geliyor.
Sloman’a göre bu durum insanların, iki kez kontrol etmeye yatkın olmamasından kaynaklanıyor. Bunun dışında “Yalan haberler konusundaki kritik mesele, nasıl doğrulayacağınızı bilmekte yatıyor, eğer daha duyarlı bir insansanız doğrulama sürecine katılımınız artıyor” diye ekledi.
Fakat yanlış ve yanıltıcı haberleri ayırt etmek her zaman bu kadar kolay olmuyor çünkü insan doğası gereği okuduğumuz haberleri sorgulamadan ve düşünmeden kabul etmeye meyilliyiz.
Gazeteci Elizabeth Kolbert’in New Yorker’da yayınlanan makalesinde, 50 yıl önceki çığır açan Stanford çalışmasından başlayarak, insan zihninin mantık sınırlarını inceleyen çalışmaları değerlendirdi.
Kolbert, “1970’lerde bir grup akademisyen tarafından tartışılmaya başlanan insanların düzgün düşünemediği yönündeki fikirler şok ediciydi. Ama artık böyle değil. Yüzlerce araştırmanın kanıtladığı üzere bu durum artık bir gerçek olarak hayatımızda bulunuyor.” dedi.
Mantığın çöküşüne ne sebep oluyor?
Mantığın bizi yüzüstü bıraktığı, yalan haberlerin virüs gibi yayılmasını sağlayan ve neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlamamızı engelleyen bir sürü faktör var. Northwestern Kellogg Okulu’ndan İşletme ve Kurumlar doçenti Adam Waytz’a göre bu faktörlerden biri “güdülenmiş muhakeme”.
Güdülenmiş muhakeme, fikirlerimizi doğrulayan görüşlere ve fikirlere inanmaya olan yatkınlığımız anlamına geliyor.
Waytz yazdığı yazıda, “Eğer Hillary Clinton (ya da Donald Trump) hakkında negatif düşünmeye eğiliminiz varsa, onun hakkında çıkan sansasyonel yalan haberlere inanma ihtimaliniz artar.” diyor ve ekliyor, “Zamanla, güdülenmiş muhakeme yanlış muhakeme yapmanıza sebep olabilir.”
Başka ilgili bir tanımlama ise “naif realizm” yani insanların sadece kendi görüşlerinin doğru ve kesin olduğunu düşünmeleri. Waytz’a göre bu şekilde bir yaklaşım politik çerçevede kutuplaşmaya sebep oluyor ve insanların, tartışıp konuşmak yerine karşıt görüşleri yanlış diye yaftalayarak görmezden gelmesine sebep oluyor.
Bununla birlikte ekliyor, “Eğilimli olduğumuz görüşlere inanmada çok hızlı davranıyor ve birçok habere görüşlerimizi desteklemiyor diye ‘yalan haber’ yaftalaması yapıyoruz.”
Kitap kapağında görebileceğiniz gibi “Bilgi İllüzyonu: Neden Tek Başımıza Düşünmüyoruz” Sloman’ın araştırması genellikle bilginin bulaşıcı olduğu fikrine odaklanıyor.
“Helyum Yağmurları” deneyi
Sloman, Brown Üniversitesi’nden öğrencisi Nathaniel Rabb ile birlikte Psychological Science Dergisi’nde “Senin Anlayışın Benim Anlayışım” yazısını yayımladı. İnternet ortamında 700’den fazla katılımcı ile yapılan çalışmada Brown ve Rabb, bilim insanlarının helyum yağmurlarının sistematiğinin çözüldüğüne ilişkin uydurma bir bilimsel araştırma paylaştı.
İlk durumda katılımcılara, bilim insanlarının helyum yağmurları hakkında tam anlamıyla bilgi sahibi olmadıkları ve tam olarak açıklayamayacakları söylendi. Sonrasında ise konu hakkında ne kadar bilgi sahibi olduklarını 1-7 arasında puanlamaları istendi. Çoğu katılımcının cevabı 1 oldu ve konsepti tam olarak anlayamadıklarını kabul ettiler.
Fakat ikinci durumda ise katılımcılara, bilim insanlarının helyum yağmurları fenomeni konusunda tam anlamıyla bilgi sahibi oldukları ve nasıl çalıştığını anladıkları söylendi. Konuyu ne kadar anladıklarını puanlamaları istendiğinde ise ortalama 2 seviyesinde yanıt geldi. Yani bilim insanlarının konuyu kavraması, katılımcıların da konu hakkında daha iyi bilgi sahibi olduklarını düşünmelerini sağladı.
Bu durum siyasette de görülebilir.
Sloman açıklamasında, “Anlama yetisi bulaşıcı gibi görünüyor, eğer çevrenizdeki insanlar bir politikacının sahtekar olduğunu YouTube’da gördüğü bir video sayesinde anladığını söylüyorsa, siz de bu şekilde düşünmeye, algılamaya başlıyorsunuz.” dedi.
Yalanla nasıl savaşılır?
Yalan habere bizi neyin bu kadar duyarlı yaptığıyla ilgili araştırmayla birlikte, kendimizi yalana karşı korumak için bir yol bulabilir miyiz?
Sloman, “Bireyleri her karşılaştıkları şeyi doğrulamaları konusunda eğitmenin mümkün olduğunu düşünmüyorum. İnsan, içgüdüsel olarak söylenilene inanmaya ve hayatına devam etmeye meyilli.” dedi.
Fakat toplumu doğrulamanın değeri ve potansiyeli konusunda eğitebiliriz Sloman şu ifadeleri kullandı, “Facebook zaman tünelinizde karşınıza çıkan ve muhtemelen görüşleriniz ile doğru orantılı paylaşımları hatırlayın. İki kez kontrol edilmesi ve doğrulanması gereken bilgilerin, çok daha önemsiz olarak görünen noktalardan başlaması ve daha geniş kapsamlı bir alana yayılması gerektiğini düşünüyorum.”
Tek gerekli olan şey, sadece bir insanın “Burada bir hata var” yorumunu yapması.
Sloman’a göre “Toplumlarda doğrulama yapma ve hiçbir şeyi olduğu gibi kabullenmeme konusunda norm oluşturmalı ve inanmadan önce emin olunmalı.”