Nisan ayında Perugia’da gerçekleşen Uluslararası Gazetecilik Festivali’nde gazeteciliğin geleceği, yalan-sahte haber sorunu, gazetecilikte azınlık hakları, etik sorunlar, dijital medya ve yeni teknolojiler gibi meseleler özellikle ağırlıktaydı. Bu festival süresince pek çok oturuma katılma şansı elde ettik. Yalan haber ve Post-truth (Hakikat sonrası) tanımlaması ve sorunlarının ortaya konması açısından yararlı paneller bulunuyordu.
Önemli gördüğüm panellerden birisinde, Elon Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nde profesörlük yapan Jonathan Albright’ın sunuşunu yaptığı oturumda özellikle “fake news” sahte haber tanımıyla birlikte gelişen ortamın ilerleyen süreçlerde nasıl bir yapıya dönüşüp nasıl sorunları karşımıza çıkaracağı üzerine konuşuldu. “Stop worrying about fake news. What comes next will be much worse” (Sahte haberler konusunda endişelenmeyi bırakın. Arkasından gelen şey çok daha kötü olacak) isimli panelde, Jonathan Albright genel anlamda yalan haberin nasıl yayıldığına ilişkin yaptığı haritalandırma ve görselleştirme çalışmasını aktardı. Bu haritalandırmanın derinlemesine düşünülmesiyle bunun yalan haber sorununun ötesinde ve gelecekte gazeteciler için çok daha sıkıntılı süreçleri doğurabileceğini ifade etti.
Panelin tamamını buradan izleyebilirsiniz:
ABD’deki seçim sonrasında beklenmeyen sonuçların ardından bu sürecin onu bu araştırmayı yapmaya ittiğinden bahseden Albright, Facebook ve Twitter gibi platformların seçimi nasıl etkilediğinden bahsedildiğini ama bakılmayan bazı noktalar ve mekanizmalar olduğunu, anlamlandıramadığı yerlerin bütünsel bakarak çözülebileceğini düşünerek Makro/ Mikro-Propaganda ve Yalan Haber isimli bu araştırmayı yapmaya başladığını ifade etti.
Yalan haber bu işin bir parçasıydı elbette ki ama daha genel anlamıyla bu konuyu incelemek için işin sistematiğine bakmak gerekliydi. Öncelikli olarak baktığı yer verinin nasıl kullanıldığı. Reklam şirketleri insanları hedeflemek için bu verileri nasıl kullanıyorlardı.
Google’dan gelen aramalara bakarak ilerlerken bu konuyla ilgili en önemli nokta yalan haberlerin pek çoğu Facebook ya da Twitter’daki direk linklerden bu aramalara geliyorlardı ama hepsi organik aramalar sonucu bu linklere ulaşıyorlardı. Bu verilerin nasıl hareket ettiğine biraz daha detaylı baktığında big data (büyük veri) yerine bunu actionable data (harekete geçirici veri) olarak yorumlayabileceğini fark ettiğini aktarıyor. Bunun anlamı da spesifik içeriklerin spesifik kişilere ulaşmasının sağlanması olarak ele alınıyor. Etki yaratabilmek için kişilerin duygularının hedef alınıyor olması işin bu seviyeye ulaşmasına ön ayak olmuş gibi.
Haritalandırmaya başladığında gördüğü şey büyük platformların dışına çıkan ve büyük, küçük bütün platformlarda ve bireysel bloglarda dahi propagandanın yayıldığıydı.
Yaptığı çalışmada içeriklere değil ilişkilere odaklanılmış. Kaynağını bulmak, akışı takip etmek ve ilişkiselliği ortaya koymayı amaçlamış. Örneğin bir haber sitesiyle bir think-tank arasında ilişki olması, farklı aktörlerin ilişkilerine bakabilmek, bu yalan haberin anlamlandırmasında da yardımcı olabilir.
Bu çalışmalarında system-level analizi yöntemiyle medyanın siyasi eko sistemini ortaya koyuyor. Bu özellikle etkileyici çünkü Trump’ın seçimi kazanmasının ardından haberlerin, yalan haberlerin yayılmasının sadece sağ kanattaki haber siteleri ya da hesapları üzerinden yapıldığına ilişkin yazılar okuduk ve çalışmalar gördük. Ama daha genel anlamda medyanın kutuplaşmış hali ve algoritmalardan etkilenmesi aslında herkesi ve her siyasi grubu etkileyen bir durum. Bu çalışma sol kanattaki gruplaşmaları da göstermek için oldukça başarılı. Cumhuriyetçileri desteklediği düşünülen sağ kanattaki gruplaşmanın diğer gruba göre çok daha sık ve geniş bir ağa sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu çalışmadaki en önemli unsur bu haritalandırmanın internetin tamamını kapsıyor olması. Yani çalışmaların büyük çoğunluğu sadece Twitter’ı ya da Facebook’u ele alırken bu çalışma, tüm interneti ele alıyor.
The Guardian’da yazdığı yazıda da bahsettiği gibi yalan haber sorunu üzerine keşfettiği şeylerden en önemlisinin bunun sadece sağ kanattaki siteler için geçerli olmadığı konusuydu. Yaptığı çalışmada sol kanattaki sitelerin ve hyperlinklerin kullanıcıyı nerelere götürdüğüyle ilgili bir medya eko sistemi ortaya koymaya çalıştı. Hangi mekanizmalarla bu içeriklerin yayıldığı ve hangi içeriklerin viralleştiğine ilişkin önemli noktaları açığa çıkaran bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
Örneğin siyasi ve taraflı internet sitelerinin nereye işaret ettiğine bakmanın önemli olduğunu açıklayan Albright, bu tür sitelerin bağlantılarına bakıldığında ancak aradaki ilişkinin anlaşılabileceğini ve her şeyin daha anlamlı hale geldiğini ifade ediyor. Belirli platformları değil de bütün internetin incelendiğinde aslında küçük blogların ve küçük think-tanklerin sitelerinin birbiriyle bağlantısının kolaylıkla görülebildiğini söylüyor. Yaptığı çalışmada, etki yaratan bu küçük blog yada Twitter hesaplarının Donal Trump’ın Twitter hesabıyla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
İkinci olarak yaptığı şey ise internetin görünen değil görünmeyen yönüne yani gölgelerine odaklanmak olmuş. Bundan kastettiği şey ise girdiğiniz bir sitede hakkınızda bilgiler toplanır ve girdiğiniz siteler aslında sizi takip eder ve hakkınızdaki bilgileri kendi işine yarayacak şekilde nasıl kullanacağına bakar. Albright, yaptığı çalışmada sağ kanatta yer alan 170 siteyi ele alarak bu trafiği ve nasıl takip ettiklerini incelemiş.
E-postanın hala hedeflemek için çok iyi bir yöntem olduğunu düşünüyor. Özellikle sahte haberlerin yapıldığı sitelerde pop-up şeklinde kullanıcıların karşısına çıkan ve mail adresinin girilmesini istendiği yöntemleri kullanıyorlar. Bu yöntemler içerisinde Albright’ın duygusal sosyal mühendislik dediği uygulamalar var. Örneğin sayfayı Twitter’dan ya da Facebook’tan takip edilmesini isteyen Cumhuriyetçi bir sayfa bunu yapabilmek için kullanıcının karşısına “Hillary Clinton’ı hapiste görmek ister misin?” sorusunu soruyor ve sayfayı sosyal platformlarda Beğen’mesini bekliyor.
Yaptığı sunumda çalışmasında verdiği başka bir örnek dikkat edilmesi gereken bir noktaydı bana kalırsa. New York Times gibi daha solda ve merkez kanatta yer alan sayfaların Donald Trump gibi sayfalarla bağlantısı olmadığını görmüş. Çünkü bu tür sayfalar Trump’la ilgili bir haber yaparken dahi bir link kullanmamaya, ekran görüntüsü almaya çalıştıklarını ifade etmişler. Eğer bu tür hesaplara ya da sahte haberleri yayan hesaplara link verilirse ya da “Takip etiketleri” paylaşımların içerisinde yer alırsa bu hesapların ve sitelerin daha çok ortaya çıkmasına ve patlamasına neden oluyor.
Sahte haber sitelerinin daha güvenilir görünmek için güvenilir başka haber kaynaklarının tasarımına benzer tasarımlar yapıyor olması da dikkat çekici bir noktaydı. Bu sayede hem kullanıcıların güvenini kazanıyor zaman zaman da kafa karışıklığını kullanarak kendi sitesine trafik çekip, yalan haberleri de yaymış oluyorlar.
En genel anlamda anlatmak istediği bütün bu yalan haber sorununa bakarken anlamamız gereken şey artık bilgi çağında ve bilgi paylaşımında başka bir alana ve döneme geçildiği. Bunun ileride sağ, sol ya da merkezde olmakla bir ilgisi olmayacağı ve bütün bu büyük sosyal medya platformlarının algoritmalarının bizim için neyi, nasıl “fake” olarak kabul edeceğimize dair kararlar vereceği tehlikesi.
Yalan haber her zaman vardı ancak bunun ölçeğinin değişmiş olması bu çalışmada da ortaya konulan en önemli şey. Geçmişte de elbet yalan haber vardı ama daha az görünürdü. Bugün görünürlüğü artan bu yalan haber sorunu ileride kapalı sosyal ağlarda, sadece davet edilerek girilen sosyal platformlarda, yapay zeka ve algoritmaların kontrolünde hapsedilmiş olacak ve işte Albright’ın tanımladığı gelecekte korkulması gereken şey de bu. Yani herkes kendi platformlarında kendi gerçekliğini yaşayacak ve bu gerçeklik algoritmalarla daha da şekillenecek ve bizlerin kontrolüne bırakılmayan kontrol mekanizmaları ortaya çıkabilecek.