*Bu içerik ilk kez "Infocalypse now: How can media users protect themselves from the fake news superstorm?" başlığıyla Scroll.in tarafından 26 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmış ve Kansu Ekin Tanca tarafından Teyit için çevrilmiştir.
Amerikalı Diplomat Daniel Patrick Moynihan bir zamanlar “Herkesin kendi fikri vardır, kendine ait gerçekleri değil” demişti. Tabii bu, ABD Başkanı Donald Trump’ın danışmanlarından Kellyanne Conway’in ‘yalan’ kelimesine, örtmece tabirle “alternatif gerçekler” demesinden çok önceydi.
Yıllar içinde insanların devamlı “alternatif gerçek” üretmeleri birçok komplo teorisi yarattı.
- Amerikalılar ilk kez Ay’a ayak bastıklarında çığır açan bir fotoğraf, ayın yüzeyinde bir astronotun ayak izini gösteriyordu. Fakat kimileri, ‘ayda su veya kum yoksa, nasıl ayak izi bırakılmış olabilir’ söylentisini başlattı. Bunun fotoğraf stüdyosunda çekildiğini öne sürüyorlardı.
- Kimileri, Nazilerin altı milyon Yahudi’yi öldürdüğü katliamın aslında gerçekleşmediğine inandırılmıştı.
- Diğerleri, ejderhaların önceki çağlarda var olduklarına inanıyordu. Çoğu müzedeki dinozor fosillerinin sahte olduğunu ve tarih öncesi çağlarda dünya üzerinde dolaşan yaratıkların gerçekçi temsilleri olmadığını düşünüyorlardı.
Peki hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu nasıl anlarız?
"Alternatif gerçekler” çağında çözüm teyitçilik ve dijital okuryazarlık eğitimi
Çoğu insanın aşina olmadığı bir bilgiyle karşılaştığında ilk yaptığı şey, o bilginin kendi görüşlerine uyup uymadığını gözden geçirmek.
Gerçeği uydurma olandan ayırabilmek için bizi bilimle, tarihle ve dünya hakkında bilgilerle yüzleştiren bir eğitim şart.
Eğer bilimle ilgilenen veya uzay araştırmaları hakkında birkaç bir şey okumuş biriyseniz, Apollo’nun bütün Ay seferlerini biliyorsunuzdur. Ya da tarih çalıştıysanız, Nazilerin ne yaptığı hakkında birtakım fikriniz vardır. Veya biyoloji ve evrim teorileriyle haşır neşir olduysanız ejderha mitlerinin, büyük yırtıcı hayvanlara duyulan korkudan ve tarih öncesi çağda ateşin insanlık için öneminden beslenerek ortaya çıktığını biliyorsunuzdur.
Sonrasında, bazı bilgilerden tam emin olmadığınız takdirde, muhtemelen konuyla ilgili kitap, makale ve internet sitesi kurcalamaya başlayacaksınız. Yararlanılan kaynakların güvenilir olup olmadığından emin olmaya çalışacaksınız ve büyük ihtimalle tanınmış bir ansiklopedi veya saygın bir üniversitenin tuttuğu arşivden gelen bilgilere itimat edeceksiniz.
Bilişselliğin çöküşü
Fakat bir şeye inanmaya karar verme yetimiz, karmaşık teknoloji ve siyaset ekosistemi karşısında çöküyor. Ekosistemi oluşturan bazı unsurları aşağıda derledik.
Birçok insan bilgiye ve habere internetten (internet siteleri, sosyal medya ve bloglardan) ulaşıyor, gazete ve televizyonu çok takip etmiyorlar.
Genel eğilim, okuduklarımızın doğru olduğunu farz etmek. Bunu bize baskı kültürü öğretti. Ders kitapları çoğu zaman bir başkası tarafından düzeltiliyor. Gazeteler de öyle. Bu kişiler adeta bekçiler gibi yazılanları, henüz yayımlanmadan kontrol ediyorlar. Fakat bu bahsettiğimiz, doğrulanmamış birçok materyalin bulunduğu ve dolayısıyla yanlışlıkların üremesine açık zemin oluşturan internet için geçerli değil.
Nihayetinde yanlış bilgiler, internette katlanarak artmaya devam ediyor: hiç yaşanmamış olaylar, aslında hiç ağızdan çıkmayan şeylerin söylenmiş olduğu iddiaları... Çoğu okur ulaştıkları bilginin kalitesi ve doğruluğundan şüphe duymaya başlıyor. Fakat ne yazık ki bu şüphecilik, zaten gerçekliği kanıtlanmış bilgileri de (doğrulanmış tarihi kayıtlar ve gerçeği kabul edilmiş bilimsel ilkeler gibi) hedef alıyor.
Bugünlerde üretilen bazı sahte bilgiler hayli yüksek maliyete ve ileri düzey teknolojiyle yapılıyor; tabii bu da o bilgiyi oldukça inanılır kılıyor.
Çoğu zaman yanlış içerikler, kamu söylemini etkileme gayesiyle oluşturuluyor; dolayısıyla buna uygun düşecek duygusal ‘olta’larla öfke, çaresizlik, nefret, coşku ve kin üretilmiş oluyor.
Bu tür yanlış bilgiler, insanların itibarını ve yaşananların önemini artırma ya da yok etme konusunda oldukça etkililer.
Kitleleri aldatma silahı
İnternet, özellikle de sosyal medya, üzerinde oynanmış fotoğraf, tahrif edilmiş video, düzenlenmiş belge ve sözde alınmış ekran görüntüleriyle dolu. İlgisi olmayan bölgelerde yaşanan katliamı gösteren fotoğraflar alınıyor ve yerel liderin zalimliğini göstermek için sahte bir içeriğe ekleniyor. Başka yerlerdeki gelişmiş altyapıları gösteren fotoğraflar, sanki yerelde yaşanmış başarılar gibi gösteriliyor. India Today’deki bir haberin de bahsettiği gibi, bütün bunlar “kitleleri aldatma silahı.”
Tedirgin edici bir gelişim sürecinde güçlü donanım ve yazılım çok ucuz olduğu için, deepfake videoları hızla çoğalmanın eşiğinde. Deepfake videolar hiç belli olmayacak şekilde bir videodaki insanın yüzünü başka birinin yüzüyle değiştiriyor. Bunlar halka mâl olmuş insanları, hiç söylemedikleri şeyleri söylermiş ve kendilerine ait olmayan davranışları sergilermiş gibi gösterebilir. Yaratılan bu videoların sahteliğini tespit etmek ise gitgide daha zorlaşıyor.
Yanlış bilginin bu kadar ağır basması, teyitçilik mesleğinin ve teyit/doğrulama platformlarının ortaya çıkmasına da vesile oldu. Fakat bu teyitçiyi kimin teyitleyeceği konusunda tartışmalara neden oldu, çünkü kendileri de titizlikle gerçekleri doğrularken taraflı olabilirlerdi.
Söylentiler nasıl yayılıyor?
Bütün bunlardan daha kötüsü de var: Massachusetts Teknoloji Enstitüsünün araştırmasına göre sahte bilgi gerçeğinden daha hızlı yayılıyor ve insanlar yanlış bilginin yayılmasında, robotlardan daha çok rol üstleniyorlar.
Çoğu insan yeğlediği bilgiye inanmaya meyilli: kendi fikirleriyle bağdaşmayan bilgiyi çoğu zaman reddediyorlar. Ayrıca insanlar, çoğunlukla kendi içinde bulundukları grubun inandığına inanıyor. Bunun nedeni “tembel beyin.” Birçok kez tekrar edilen uydurmaca içerik bir müddet sonra tanıdık hale geliyor ve gerçek algısı yaratıyor. Daha sansasyonel olan içeriğe inanma konusunda da genel bir eğilim var. En kötü ve felaket senaryoları ise en inandırıcı gelenleri.
İnsanları yanlış bilgi yaratma ve yaymaya teşvik eden unsur, her bir noktaya nüfuz eden sosyal kutuplaşma. Bu kutuplaşma, haşin bir eşitsizlik, işsizlik ve ekonomik mahrumiyet krizinden besleniyor. Bunun sonucunda birçok ülkede, “küreselleşmiş” siyasi düzene karşı çıkan birçok farklı kültürel milliyetçilik türleri ortaya çıkmış durumda. Kültürel milliyetçilik çoğunlukçu olmaya yöneliyor ve çoğunluğun, başka ırk, kast, toplum, cinsiyet veya sınıftan gelen insanlara karşı muhalif olduğu çeşitli sosyal bölünmeleri besliyor.
İdeoloji yığını
Birçok siyasi anlatı, kendisine verilecek desteği harekete geçirmek için yanlış bilgi kullanıyor. Yanlış içerikler vatandaşları, birbiriyle zıtlaşan milliyetçiliklerden, sosyal ayrımının doğasına ve tarihi çarpıtmaya kadar birçok mesele konusunda kutuplaştırmak için oldukça etkili bir silah. Yanlış hikayelerin üretilmesi ve tüketilmesi ideoloji yığını oluşturdu ve bu yığını derinleştirmeye devam ediyor. Kısır bir döngü bu: bu hikayeler kutuplaşmadan besleniyor ve kutuplaşma dolayısıyla da daha fazlası üretiliyor.
Örneğin Hindistan’da, kültürel milliyetçiler, NDTV’nin değil Republic TV’nin güvenilir olduğunu düşünüyor; Jawaharlal Nehru Üniversitesi ve Hyderabad Üniversitesinin “yozlaşmış elit tabakası”yla müttefik olan “millet düşmanı” ve “insan düşmanı” liberaller ve solcular tarafından idare edildiğine inanıyorlar.
Bu iki grup genelde birbirleriyle savaş modunda etkileşime geçiyorlar; televizyonda ve sosyal medyada iftira atıyor, suçlamalarda bulunuyorlar. Bu ideoloji yığını kenetlendikçe, bu iki grup da farklı evrenlere dönüşüyorlar. Diğerine göre daha büyük olan yığın, hangi fikirlerin “halkın buyruğu”nu aldığını ve milliyetçiliğinin kültürel anlamının ne olacağını belirliyor.
Körleşmek
Böylesi bir ortamda, insanların neye güveneceklerini bilmedikleri ve dolayısıyla da gördükleri, duydukları ve okudukları şeylerin doğruluğunu değerlendirmeyi de bilemeyecekleri bilgi kasırgası sarmalına hızla dolanıyoruz.
Bugün, Jawaharlal Nehru hakkında bilgi edinmek isteyen biri internette, Nehru’nun yaşam öyküsünün anlatıldığı videolar izleyebilir. Fakat aynı kişi aynı zamanda, Nehru’nun çapkın, beş para etmez biri olduğu ve cinsel yolla bulaşan bir hastalık sonucunda öldüğünü iddia eden diğer videolarla da karşılaşacaktır. Birbiriyle çelişen bu bilgileri çözümlemek için, internetteki ya da kütüphanedeki başka kaynaklara, milli arşivlere ve eski kamera kayıtlarına başvurabilirler. Fakat bir on yıl kadar daha geçtiğinde, yanlış bilgi öbeğinin arasında kalmış gerçek bilgiyi ortaya çıkarmak zor olacak.
Yakın zamanda yanlış bilginin, gerçeği içine çekip yuttuğu bir dünyada yaşıyor olabiliriz. İnsanların bilimi hurafeden ayıramadığı, her açıklamanın bir komplo teorisine evrildiği, hiç kimsenin hangi istatistiğin doğru hangisinin kurgu olduğunu anlayamadığı; tarihin, halkbilim akımının içinde gerçek ve mitin birbirine karıştığı çöle dönüştüğü bir dünyada...
Buna karşı korunmak için medya kullanıcıları, teyitçilerden faydalanmaya teşvik edilmeli ki bu ana akım bir ölçüt kabul edilsin. Haber siteleri, eğer mümkünse, birincil kaynaklara hızlı erişim sağlamalı ki okurlar tanık oldukları şeyin gerçekliğini kendileri de değerlendirebilsinler. Yanlış bilginin ve yanlış bilgiyle mücadele yollarının öğretildiği dijital okuryazarlık kursları, müfredatın bir parçası olarak eğitim kurumlarına dahil edilmeli. Böylece eleştirel medya tüketimi alışkanlıkları gelişmiş ve taraflı ya da duygusal “olta”lara karşı bilinç kazanılmış olur.
Sosyal kızgınlığın nedenleri üzerine çalışan projeler sahte haber üreticilerinin, duygusal manipülasyonu sömürdüğünü de ortaya çıkarmalı. Nihayetinde, yanlış bilgi tehdidinin şiddeti gözle görülür bir şekilde azalacak ve yanlış bilgi yaratma güdüsünün dizginlendiği daha adil ve eşit bir dünya yaratılmış olacak.
Aldous Huxley’e göre uygarlığın önündeki tehdit, konu dışı bilginin konuyla ilgili bilgiyi alt etmesi olacaktı. Gerçeğin kurgu tarafından yutulacağını ise aklına bile getirmemişti.