27 Nisan 2020 tarihinde Türkiye’de yoğun kullanıcı trafiğine sahip Sabah, Mynet, Ahaber gibi sitelerde bir haber yer aldı. Demirören Haber Ajansı’na dayandırılan habere göre, Adana'da polisin kontrol yaptığını görünce kaçan Suriyeli Ali A. (19), 'dur' ihtarına da uymayınca, bacağından vurularak yakalandı ve sonrasında da hastanede tedavi altına alındı. Bazı haberlerde ise gencin yanlışlıkla vurulduğu belirtiliyordu.
Haber sosyal medyada ve haber sitelerinde yayıldıktan birkaç saat sonra, gerçeğin göründüğü gibi olmadığı ortaya çıktı. Haber sitelerinde yer almayan bir video sosyal medyada dolaşmaya başladı. Videoda gencin göğsünden vurulduğu açıkça görülüyor ve öldüğü söyleniyordu. Video kısa sürede viral oldu ve sosyal medyada tartışılmaya başlandı. Sonradan adının A.H. olduğunu öğrendiğimiz gence kalp masajı yapıldığı da görülüyordu.
Videoda konuşanlardan birinin “Çocuğun peşinden koştu polis, durmayınca da vurdu kalbinden” dediği de duyuluyor.
Teyitçilik refleksini geliştirmeliyiz
Bir adım geriye, yani sosyal medyada yayılan videonun öncesine gidelim. Yani işin olağan akışına ya da gazeteciliğin doğasına. Böyle bir gelişmenin ardından normal şartlarda bölgede görev yapan ya da konuyla ilgilenen gazetecilerin yapması gereken bazı önemli sorgulamalar var. Olaya şahit olanlar var mı? Mahallenin muhtarı gördü mü? O bölgede ne gibi kritik yapılar var? Kim nereden neyi görmüş olabilir? Bölgede güvenlik kameraları bulunuyor mu? Bu kişi gerçekten bacağından mı vuruldu? Benzer sorular sormak, belki de Teyit’in sürekli vurguladığı gibi şüphe kasını çalıştırmak gerekli. Türkiye’de geçmişte benzer birçok örnek yaşanmış olması bile, aslında bu soruların sorulmasını anımsamak için yeterli. Ancak bu soruları yanıtlarını, gazeteciler değil, bir sosyal medya kullanıcısının yayınladığı video verdi. Bu soruların neden sorulmadığı, ya da sorulamadığını sorgulamamız gerek. Çünkü, sosyal medyada yayılan video olmasaydı, bu haber belki de uzun süre aynı başlıklarla yayında kalacaktı.
Peki ne yapılabilirdi? Böyle bir haber geldiğinde ilk aşama doğrulama refleksini kullanmak olmalı. Konuştuğumuz olay her boyutuyla gazeteciler tarafından sorgulanmayı hak ediyor. İlk işi soru sormak olan gazeteci olaya şüphe ile yaklaşarak "burada ne oldu?" sorusu üzerinde mesai harcamalı. Bu kadar hassas gündeme sahip bir olayı yayınlarken hız bir kenara bırakılmalı ve tüm dinamikleri ile yavaş gazetecilik devreye girmeli. Yerel muhabirler söylediğimiz gibi olay yerinde sorular sormalı, incelemeler yapmalı. Ama mesele bununla kalmamalı. Teknolojik gelişmelerin getirdiği nimetlerden, araçlardan faydalanmalı.
Teyit’in Türkçe’ye çevirdiği Doğrulama El Kitabı bu konuda yol gösterici bir niteliğe sahip. Kitapta yer alan bir vaka çalışmasında Anthony De Rosa gazetecilere bir “polis telsizi” kullanmasını öneriyor. "Polis telsizi bulmak kolay mı?" diye sorabilirsiniz belki, De Rosa’nın telsizden kastı çok gelişmiş bir güce sahip olan Tweetdeck. Ayrı bir üyelik gerektirmeyen ve Twitter kullanıcı adıyla kullanılabilen Tweetdeck ile olayın yaşandığı mahalle, ilçe, il ya da olaya ilişkin anahtar kelimeler aracılığıyla bir arama yapılabilir. Bu sayede haberi yayınlamadan önce sosyal medyada yayılan videoya hızlıca erişilebilirdi. Çünkü vatandaş gazeteciliği ya da bir sosyal medya kullanımı alışkanlığı olarak insanlar çevresinde olan olaylar sonrasında bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını sosyal medya aracılığıyla paylaşıma açabilir. Kullanıcılar tarafından oluşturulan içerikler günümüzde haberlerin oluşturulmasında artık büyük öneme sahip. Yine Instagram, Facebook gibi sosyal medya platformları da gazetecilerin bu konuda tarayabileceği bir diğer kaynak. Tabi içeriğin orijinalliği, yüklenme zamanı, kim tarafından yüklendiği de dikkat edilmesi gereken noktalar. Zira bölgede oturan birine Facebook üzerinden ulaşıp ona çeşitli sorular sorulabilir. Ondan alınan bilgiler çapraz doğrulama yöntemiyle kontrol edilerek habere farklı boyutlar da katılabilirdi. De Rosa sosyal medyada görülen bilginin son söz olmadığının altını çiziyor ve meydana gelen olayları teyit için ilk adım olması gerektiğini vurguluyor. İşin sırrıysa mümkün olduğunca fazla gözlem yapmak, kanıtları birleştirmek, diğer içeriklerle karşılaştırmak ve ilgili kişilerle doğrudan iletişime geçip doğruluğunu desteklemeye çalışmak.
Kullanıcıların ürettiği içeriğin artık gazetecilikteki önemini vurgulayan bir çalışmada günümüzde olay yerinde bulunan kişilerin, yaşananları aktarmadaki önemi İran’daki Arap Baharı protestoları üzerinden anlatılıyor ve daha gazeteciler sahada bile değilken sosyal medyada bu konudaki içeriklerin yayılım hızına atıfta bulunuluyor. Çalışmada sosyal medyanın haberlerin üretim aşamasındaki artan payı ve bu aşamadaki doğrulamanın önemi de bir diğer altı çizilen nokta.
Bu aşamada örnekler artırılabilir ancak söylenecek önemli bir cümle var. Gazetecilerin olaylar karşısında teyitleme reflekslerinin gelişmemesi, görmezden gelinemeyecek ipuçlarını atlamalarına neden olabilir ve oluyor. Bu olayda gördüğümüz en büyük aksaklıklardan biri de bu.
Süreçte neler yaşandı?
Kaldığımız yere dönersek, görüntülerin yayılmasından kısa süre sonra Adana Valiliği’nden açıklama geldi. Açıklamada yaralanan A.H.’nin hayatını kaybettiği ve ilgili polis memurunun açığa alındığı yazıyordu.
Polis memuru açığa alındıktan kısa süre sonra Adana Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. Adana Cumhuriyet Savcılığı da kasten öldürme suçuyla soruşturma başlatıldığını belirtti. Gelişmelerle ilgili Adana Barosu da bir yazılı açıklama yayınladı. Baronun açıklamasında otopsi raporu ve görgü tanıklarının ifadelerine atıfta bulunuldu ve polis memurunun kimlik kontrolü yaptığı esnada üç metre mesafeden gencin göğüs bölgesine tek el ateş etmesi sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi. Polis memurunun ifadesi ve karar incelendiğinde de A.H.’nin göğsünden vurulduğu anlaşılıyor. Polis memuru, A.H.’yi kovalarken sendeleyerek düştüğünü ve silahın o sırada ateş aldığını belirtti. İfadeler incelendiğinde memurun, olayın gerçekleştiği mahalleyle ilgili güvenlik kaygıları olduğu, A.H. ve yanındaki arkadaşından şüphelendiği ve silahını bu yüzden çektiği gibi bilgilere ulaşılabiliyor.
İfadelerdeki olay bölgesinde çok sayıda görgü tanığı olduğu, hatta polis memurunun kovalamaca sırasında bir ses duyduğu ve ateş edildiğini düşündüğü gibi ayrıntılar dikkat çekici. Yani aslında bölgede görgü tanıkları olduğu anlaşılıyor. Buradaki kritik noktalardan biri de olayın hemen sonrasında bir kişinin görüntüleri çekmesi ve olayı videonun aydınlatması. Elbette bu gibi olaylarda, görgü tanıklarının ya da yakınlardakilerin bilgiye gazetecilerden daha hızlı erişmesi normal. Ancak burada önemli olan, olayla ilgili doğru bilgiyi ulaştırma sorumluluğu olan gazetecilerin, bambaşka bir senaryo aktarması. Olay yerinde ilk duyulan bilgi bir kişinin bacağından vurulduğu yönünde olabilir, ama sonrasında belki hastanede bu kişinin akıbetini sormak, bu kişiyle ilgili biraz araştırma yapmak herkesin daha doğru habere ulaşması için bir görev.
Olayın ortaya çıkmasından sonra bazı haber siteleri içeriklerini değiştirmeye başladı. Örneğin Google’da konuyla ilgili arama yapıldığında Milliyet’in sitesinde, içeriğin eski haline ilişkin ipuçlarına rastlanırken siteye girildiğinde haber metninin değiştiği dikkati çekiyor.
Sabah, Ahaber, Mynet gibi siteler 28 Nisan 2020 18.00 itibariyle kontrol edildiğindeyse halen polisin yanlışlıkla vurduğu ve gencin bacağından yaralandığı ibaresinin yer aldığı görülüyor Başlığını ve içeriğini değiştiren başka siteler de var.
Gazetecilik kusurları
Güvenilir ve sağlıklı haber sağlaması gereken ajansların ve internet sitelerinin olayı görüşündeki kusurlar dikkati çekiyor. Sitelerde yer alan içeriklerde kişinin bacağından vurularak yakalandığı ve hastanede tedavi altına alındığı belirtilirken, işin aslı sosyal medya sayesinde ortaya çıktı.
Gazetecilikle ilgili bu önemli sınavda olan yanlışları ise Gazeteci Faruk Bildirici blogundan yayınladı. Bildirici, medyanın sınıfta kaldığı bu süreçte beş başlıkta hataları sıralıyor. İlki “silahsız bir kişinin polis tarafından vurulmasına, medya görev kazası gözüyle bakamaz” vurgusu. Bazı haberlerde yer alan “yanlışlıkla”, “başka çare bırakmadı” gibi ibarelere atıfta bulunan Bildirici, “Gazeteci okura verileri objektif yansıtmak zorundadır” diyor. Bildirici’ye göre bu tip başlıklar polisin davranışlarını meşru göstermek ve bu da gazetecinin görevi değil. Bildirici’nin son ve belki de en önemli tespiti ise haberlerdeki dile ilişkin. İnternet sitelerinde yer alan “Suriyeli” ibaresinin konuyla bir ilgisi olmadığını yazan Bildirici, bunun ayrımcılık olduğunu ifade ediyor ve “Bu polisin silah kullanmasına gerekçe yaratma çabası” diyor.
Medyada nefret söylemi Türkiye’de yeni değil. Bu konuda raporların yanı sıra akademik alanda da çalışmalar mevcut.
“Göçmenler için polis kontrolü sınır dışı edilme riski demek”
Öte yandan Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi A.H.’nin yaşamını yitirmesinin ardından bir açıklama yayınladı. Açıklamada A.H.’nin sigortasız, güvencesiz ve asgari ücretin altında çalıştığı belirtildi; 20 yaş altına getirilen sokağa çıkma yasağına rağmen çalışmak zorunda kaldığı vurgulandı: “Türkiye’de yaşayan göçmenlerin deneyimlerinde polis kontrolü demek aynı zamanda sınır dışı edilme riski, kötü muamele korkusu demektir.”
Konu artık yargıda; ancak medyanın ciddi bir haber değeri taşıyan bu olayı aktarışındaki kusurlar, maddi hataların ötesinde sorunlar olduğunu gösteriyor. Bildirici’nin de dediği gibi içinde büyük sorunlar barındıran bu gazetecilik deneyimi, sosyal medyada yayınlanan bir videonun aracılığıyla doğru yansıtılabildi. Amaç belki hız, belki de otoriteleri korumaktı; ancak görünen o ki, ardındaki niyetten bağımsız olarak ülkedeki güncel anaakım gazetecilik pratikleri yeni yanlışlara gebe. Medyadaki ayrımcı dilin yaratabileceği tehditler de karşımızda duruyor.