KONDA’nın Ocak 2020’de hazırladığı barometrede ele aldığı konu başlıklarından birisi de Türkiye’de zorunlu aşıya dair algı. Kurumun 4-5 Ocak tarihlerinde 29 ilden 3 bin 594 katılımcıyla gerçekleştirdiği araştırmadan elde ettiği sonuçlar, Teyit’in “Salgın Var” kampanyası sırasında sergilediği çabanın ne denli kritik bir öneme sahip olabileceğini de gösterir nitelikte.
KONDA bu çalışmada temelde kişilerin çocukların aşılanmasına dair algı ve tutumlarını irdeliyor ve bu bakımdan dolaylı olarak halk sağlığını tehdit eder nitelikteki dezenformasyonun hedef kitlesine dair de bir perspektif sunuyor. Rapordan hareketle tıbbi alandaki yanlış bilginin yayılımının nasıl sınırlandırılabileceğine ilişkin de bazı öngörülerde bulunmak mümkün.
Teyit’in, “Salgın Var” kampanyasıyla da zamansal olarak denk düşen bu araştırmanın sonuçlarını bizlerle paylaştığı için KONDA’ya teşekkür ediyor, rapordan edindiğimiz izlenimleri sizlere aktarmak istiyoruz.
Raporda ilk olarak araştırma kapsamında yöneltilen “Çocukların aşılanmasıyla ilgili görüşünüzü hangisi daha iyi açıklıyor?” sorusunun yanıtlarına dair istatistikler sunuluyor. Katılımcıların yüzde 69’u “Aşı yaptırmak ailelerin tercihine bırakılmadan zorunlu olmalıdır” derken yüzde 31’i “Aile istemiyorsa çocuğuna zorunlu aşıları yaptırmayabilir” yanıtını vermiş.
Her 10 kişiden 3’ünün çocukların aşılanmasını “ailelerin inisiyatifi”nde görüyor olmasına ilişkin eğilim, Türkiye’nin içerisinden geçtiği son birkaç yılda aşılama oranlarının düşüşü ve aşı reddindeki artışla birlikte düşünüldüğünde özünde halk sağlığı açısından oldukça endişe verici. Zorunlu aşıya yönelik çekincelerin temel kaynağının neler olabileceğine dair KONDA’nın sunduğu bazı küçük ipuçlarını ise raporun devamında yakalamak mümkün.
Neredeyse her araştırmasında olduğu gibi KONDA, bu rapor özelinde de bazı demografik veriler üzerinden yöneltilen ilk soruya verilen yanıtlardaki değişime göz atmış. Yaş, eğitim durumu ve hayat tarzı üzerinden yapılan karşılaştırmalar bu noktada başı çekiyor. Ancak bu verilerdeki farklılıkların kişilerin zorunlu aşıya dair tutumlarında çok ciddi değişimlere neden olmadıkları anlaşılıyor.
Her ne kadar farklılıklar belirgin olmasa da üzerinde durulmaya değer birkaç küçük nokta bulunuyor. Örneğin genç katılımcılarda aşıyı ailelerin inisiyatifine bırakma eğilimi yaşlı olanlara nazaran daha yüksek görünüyor. Farklılığın istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı konusunu bir yana koyarsak bunun olası nedenleri üzerine çeşitli spekülasyonlarda bulunmak elbette mümkün. Aşıların olmadığı, insanlığın aşısı bulunmayan rahatsızlıklardan oldukça muzdarip olduğu süreçleri yeni jenerasyonların eskilere nazaran daha az deneyimlemiş olması zorunlu aşılar karşısında gençlerin daha esnek tavır almalarına sebep oluyor olabilir. Burada aşıların geçmişi ve insanlık tarihindeki çarpıcı etkileri üzerine insanları bilgilendirmenin önemi su yüzüne vuruyor.
Hayat tarzı söz konusu olduğunda belirgin bir farklılığın gözlemlenmemiş olması ise geçtiğimiz haftalarda aşı tereddütünde “postmodernler ve dindarlar”ın başı çektiğine dair yayınlanan haberlerle tam olarak örtüşmeyen bir çerçeve çiziyor. Rapor bu yorumları destekler nitelikte belirgin bir kutuplaşmaya işaret etmiyor. Geleneksel muhafazakarların dindar muhafazakarlara nazaran daha fazla zorunlu aşı yanlısı bir görüntü sergilediğini modern hayat tarzına sahip olanların ise bu konuda dindar muhafazakarlara daha yakın bir pozisyon aldığı görülüyor. Ancak aynı zamanda sunulan istatistikler belirgin bir farklılığa işaret etmiyor.
Geleneksel muhafazakarların raporda yer verilen diğer iki gruba göre bir nebze öne çıkması, “zorunlu aşı”yı uygulayacak olan kuruma duydukları güvenle bağlantılı olabilir. Nitekim siyasi kamplaşmalar dahilinde düşünüldüğünde bugünkü siyasi iktidarın ve dolayısıyla sağlık politikalarının uygulayıcısı konumundaki mercilerin “geleneksel muhafazakar” çizgiye daha yoğun bir biçimde hitap ettiği görülebiliyor. Öte yandan bunun da üzerine gidilebilecek apayrı bir araştırma konusu olduğunu söylemek mümkün.
Raporun devamında işler daha da ilginçleşiyor. KONDA, katılımcılara “Sizce aşı yaptırmak istemeyenler neden aşıya karşılar?” sorusunu yöneltmiş. Hem zorunlu aşı yanlıları hem de aşının ailenin inisiyatifine bırakılması gerektiğini düşünenler bu soruya oldukça benzer yanıtlar sunuyor.
Katılımcılar başı çeken faktör olarak “Uluslararası ilaç şirketleri bizi bu yolla hasta etmek istedikleri için” yanıtını işaretlemişler. Sonrasında ise aşıların zararlı veya etkisiz olduklarına ilişkin yorumlar göze çarpıyor. Çok sınırlı bir kısım ise “Aşıların içerisinde dinen yasak şeyler olduğu için” yorumunu yapmış. Bu durum yine yukarıda bahsettiğimiz, dindarların aşı tereddütünde başı çeken gruplardan biri olduğuna ilişkin tezleri sorgulatır nitelikte.
Teyit’in “Salgın Var” kampanyası kapsamında hazırladığımız yazılar aşıların sözümona zararları ve etkisiz oluşu gibi yanıltıcı yaklaşımları gidermeye çalışırken aşıların özünde bir “uluslararası komplo” olarak görülmemesi gerektiğine de vurgu yapıyor. Bu anlamda paylaştığımız analizler ve hazırladığımız makalelerin Türkiye’de zorunlu aşılara ilişkin benimsenen negatif tutumların dört temel göstergesinden üçüne nokta atışı yaptığını ifade etmek yanıltıcı olmaz. Konunun dini boyutunu irdelemek metodolojimiz dahilinde bir düzleme oturmadığı için bu noktaya eğilmeyi düşünmemiştik.
Son olarak rapordan küçük bir kesite dair yorumlarımızı da bu yazıda aktarabiliriz. Araştırma bağlamında katılımcıların nerede büyüdükleri de belirtilmiş. Ulaşılan dikkat çekici sonuçlardan biri de küçük yerleşim yerlerinden büyükşehire doğru gidildikçe zorunlu aşılara mesafeli yaklaşma eğiliminin artması.
Büyükşehirde büyüyen insanlar zorunlu aşıya karşı neden daha mesafeli? Bu sorunun da yanıtı elbette uzun bir araştırmanın konusu olabilir. Yine muhtemel bir yanıt sunmak gerekirse burada sürü bağışıklığının gücünden söz etmek mümkün. Büyükşehirlerde etrafımızı saran onlarca insanın aşılı olması, aşılı olmayanların da bu topluluk içerisinde hayatını idame ettirebiliyor olmasına ve dolayısıyla bu kişilerin aşının etkisine güven duymamasına sebep oluyor olabilir. Öte yanda köy gibi nüfusun az olduğu, sürü bağışıklığının çok daha kısıtlı olduğu ortamlarda yaşanabilecek bir salgının bedelinin ağır olduğu düşünülebilir ve belki de bu nedenle küçük topluluklarda yaşayan insanlar halk sağlığına ilişkin alınabilecek tedbirler söz konusu olduğunda daha temkinli davranıyordur.
KONDA’nın sunduğu rapor aşı tereddütüne dair Türkiye’de ilerleyen zamanlarda yapılabilecek birçok akademik çalışmanın da habercisi niteliğinde. Halk sağlığını tehdit eden aşı karşıtı tutum ve davranışların önüne geçebilmek için bu tarz çalışmaların çoğalması ve kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor. Bu konuda Türkiye’de akademi kadar basın yayın kuruluşlarına da önemli görevler düşüyor.