*Bu içerik ilk kez "Netflix’s algorithms seem to be a new entry point for conspiracy theories. Be Aware" başlığıyla Poynter arafından 19 Ağustos 2019 tarihinde yayınlanmış ve Sonay Ün tarafından Teyit için çevrilmiştir.
Dezenformasyonun, yani kasten üretilen yanlış bilginin yayılması, 2016 yılının sonlarında önemli bir konu haline geldiğinde ağırlıklı olarak Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlarla ilgili olarak ele alındı. Sonraki aylarda sözde bilimsel inanışlar, komplo teorileri ve YouTube ve WhatsApp’taki dezenformasyonla ilgili ciddi sorunlar kendini gösterdi. Çevrimiçi dizi ve film hizmeti sunan popüler Netflix platformu şimdiye kadar konunun dışında kalmayı başarmıştı. Ne var ki artık tartışmalara Netflix de dahil oldu.
Platformda yakın zamanda yayımlanan başarılı bir belgesel, Netflix’te ara sıra karşımıza çıkan içerik türü konusunda şüphe uyandırdı. Belgesel, kendi platformunda yayımlanan materyallere ilişkin editoryal kontrolü, Facebook veya Twitter’dan daha fazla olan bir içerik sağlayıcısının sorumluluğunu sorgulatıyor. Ayrıca şüpheli içeriğin internette popüler hale gelen birçok şekilde ve araçla karşımıza çıkarıldığını ortaya koyuyor.
İtalya’daki doğrulama platformu Pagella Politica’nın şef editörü Giovanni Zagni, Netflix’te 15 Mayıs 2019 tarihinde düz dünyacıları (flat-earthers) konu alan, Daniel J. Clark tarafından yönetilen ve ilk kez geçen yılın sonunda yayımlanan “Çağın Gerisinde Yaşamak” (Behind the Curve) isimli etkileyici bir belgesel izledi. Belgesel, alternatif teoriler hakkında nasıl konuşulması gerektiğini gösteren bir yapım. Ayrıca acımasız röntgenciliğe asla izin vermediği için de dünyanın düz olduğuna inananları ‘anlaşılmaz deliler’ olarak nitelendirmeyen önemli bir örnek.
“Çağın Gerisinde Yaşamak” belgeseli, düz dünyacıların iddiaları ile bilim camiasından uzmanların fikirlerini başarıyla dengeliyor ve bu tuhaf inancı benimseyen insanların psikolojisini samimi bir biçimde anlamaya çalışıyor.
Fakat bu belgeseli bitirdikten sonra Netflix algoritmasının Zagni’ye, komplo teorileri konusunda önerdiği diğer yapım, izlediğinden tamamen farklıydı.
18 Temmuz 2019 tarihinde Zagni “Bob Lazar: 51. Bölge ve Uçan Daireler” (Bob Lazar: Area 51 & Flying Saucers) isimli belgeseli izledi. Belgesel ilk defa 3 Aralık 2018’de gösterilmişti. Yapım, 1989 yılında Las Vegas’ın yerel bir televizyon kanalının kendisiyle röportaj yapmasından sonra kötü şöhret yakalayan Bob Lazar adında bir adamı konu alıyor.
Belgeselde yüzü belli belirsiz gizlenen Lazar, 80’lerin başında iddiaya göre 51. Bölge'nin yanında, devlete ait S4 isimli gizli bir üstte bulunan uzaylılara ait bir araçta birkaç ay çalıştığını iddia ediyor.
Bob Lazar belgeselinin Netflix’te yayımlanması, gerçek hayatta olası bazı sonuçlar doğurabilmesinin yanı sıra konunun çok büyük bir kitle tarafından ulaşılabilir olmasına da neden oluyor. Twitter hesabına bakıldığında belgeseli Nisan ayı başında izleyen Sevilen podcast yayımcısı Joe Rogan, Corbell ve Lazar ile gerçekleştirdiği 2,5 saatlik röportajı 20 Haziran’da YouTube kanalında yayımlandı.
Matty Roberts isimli bir üniversite öğrencisi bu programı izledikten sonra Facebook’ta “Storm Area 51” denilen bir etkinlik oluşturdu. Milyonlarca kullanıcının ilgisini çeken bu etkinlikle, ABD Hava Kuvvetleri’nden, Nevada çölündeki askeri tesisleri ifşa etmeleri konusunda insanların “gözünü korkutan” bir açıklama yapılması talep ediliyordu. Facebook etkinliği daha sonra iptal edilse de bu girişim, bağış toplama ve gelecek ay için planlanan bir festival üzerinde yoğunlaşmaya devam etti.
Şüpheli unsurlar
Özetlemek gerekirse Lazar’ın öyküsü, Netflix’te yayılmasından bu yana oldukça uzun süreli bir etki yarattı. Tabii ki UFO’lara ve kamuoyundan gizlenen ABD hükümetine ilişkin büyük bir komplonun varlığına inanma konusunda her birimiz tamamen özgürüz. Bununla birlikte Netflix belgeseli, gerçek olarak yansıtılan olaylara bakıldığında çok sayıda ciddi hata barındırıyor.
Söz konusu mantıksızlıklar arasında belgeselin en fazla dikkat çeken yeri yarım saatten biraz uzun sürüyor: Lazar’a, iddiaya göre S4 üssünde (bu ismi taşıyan bir tesise ait hiçbir kayıt bulunmuyor) bahsettiği bir el tarayıcısı olan biyometrik bir cihazdan çıkan resim gösteriliyor. Şimdiye kadar internette görülmemiş gizli bir teknoloji olarak sunulan tarayıcı, aslında Lazar’la yapılan ilk röportajdan daha önce, yani 1977 yılında gösterime giren “Üçüncü Türden Yakınlaşmalar” (Close Encounters of the Third Kind) isimli ünlü bir bilim kurgu filminde göze çarpıyor. Ne var ki Lazar ve Corbell, Lazar’ın öyküsünü haklı çıkarırcasına bu cihaza önemli bir buluş gözüyle bakıyorlar.
Zagni’nin bu gözlemleri, adı geçen belgeseli çürütme gibi bir amaç taşımıyor. Bu nedenle belgeselde geçen başka tutarsızlıklara uzun uzadıya yer verilmiyor. Buna karşın Netflix’te, “Bob Lazar: 51. Bölge ve Uçan Daireler”e benzer başka yapımların da bulunduğu bir gerçek.
Kuşku uyandıran diğer belgeseller
Çevrimiçi video platformunda yayımlanan 2017 yapımı “Yok Sayılan Kanıtlar” (Unacknowledged) isimli bir belgeselde birçok iddiaya yer veriliyor. Örneğin, Marilyn Monroe’nun Kennedyler’le olan ilişkisi nedeniyle UFO’lar hakkında önemli ölçüde bilgisi olduğu için öldürüldüğü iddia ediliyor (“Yok Sayılan Kanıtlar”ın başlangıcında çok çeşitli şiddet öğesinin varlığına dikkat çekilse de belgesel her yaştan izleyiciye uygun olarak nitelendirilmiş). Bir diğer yapım ise Netflix’te 2017’de yayımlanan, uzaylılardan gelen sinyalleri konu alan ve uzaylılar tarafından düzenli olarak gözlemlendiğimizi iddia eden “Uzaylılarla Temas: Dış Uzay” (Alien Contact: Outer Space) isimli bir belgesel.
Bu tür materyaller, Netflix’teki birçok içeriğin muhtemelen yalnızca küçük bir kısmını oluşturuyor. Anahtar sözcük olarak “Komplo teorileri” araması yapıldığında yukarıda bahsedilen “Çağın Gerisinde Yaşamak” yapımını da içeren sadece bir düzine sonuç karşımıza çıkıyor. Bu başlıkların sorunlu olduğu düşünülürse sorun kolaylıkla çözülebilir.
Netflix çoğunlukla kablolu televizyon kanallarını arkasında bırakacak şekilde belgeseller yayımlamaya şimdilik devam ediyor. Lazar öyküsünün aniden popülerleşmesi, 150 milyonu aşkın abonesi olduğunu öne süren bu platformun ana akım haline gelerek oldukça geniş bir kitleye ulaşma potansiyeline işaret ediyor.
Bu içerikler ve Netflix algoritmasının önerilerde bulunma şekli, komplo teorileri için bir giriş noktası gibi görünüyor: kullanıcılar çelişkili de olsa komplo teorilerinden birkaçına inanma eğilimindeler.
Çok çeşitli görüşlerin varlığı tüm platformlar için faydalı bir özellik. Sonuçta Netflix dahil olmak üzere herkesin, kendi düşüncesini dile getirme hakkı bulunuyor. Bununla birlikte yukarıda ifade edilen birçok durum dikkate alındığında asıl sorun düşünceler değil. Bu belgesellerde “kanıt” olarak sunulan birçok şey defalarca çürütülse de veya bilimin temel ilkeleriyle çelişse de belgesellerde geçen komplo teorileri olağan olgular olarak sunuluyor. Şüpheciliği sağlıklı bir şekilde harekete geçirmek için, devletle ilgili şaibeli komplolar üzerinde değişiklik yapmaktan daha iyi yöntemler elbette ki var.
Ayrıca Netflix, içerikleri üzerinde daha fazla kontrolü olduğu için, kullanıcıların içerik üretip yönettiği Facebook veya YouTube’dan çok daha farklı bir platform. Neticede Netflix, materyalleri üzerinde seçim yapabiliyor, birçoğunun etkin olarak tanıtımını yapıyor ve yeni materyallerin oluşturulması yönünde sipariş verebiliyor. Peki editoryal kontrol, içeriğin geçerliliğini, dolayısıyla izleyicilere sunulan bilginin uyumunu, tutarlılığını ve gerçeğe uygunluğunu kontrol etmek değilse nedir?