*Bu içerik ilk kez "The Internet Has Made Dupes—and Cynics—of Us All" başlığıyla Wired tarafından 24 Haziran 2019 tarihinde yayınlanmış ve Sonay Ün tarafından Teyit için çevrilmiştir.
İnternette oldukça sık karşılaşılan çevrimiçi dolandırıcılık vakalarını hepimiz az çok biliyoruz. Her gün olmasa da neredeyse her hafta yeni dijital dolandırıcılık türleri ortaya çıkıyor. Amerikalı taklidi yapan Rus botlar. İnsan kılığına bürünüp trollük yapan Amerikalı botlar. Hatta bot taklidi yapan insanlar. İleri etkileşimli yapay zekalar olarak tanıtılan bazı “akıllı asistanlar,” düşük ücrete tabi insanların oynattığı dijital kuklalardan çok az bir farkla öndeler.
İnternet bilgiyi sadece demokratikleştirmeyecek, aynı zamanda rasyonelleştirecekti - internette tarafsız kriterlerin, en doğru fikir ve en ideal ürünleri geniş ve korunaklı bir ölçekte otomatik olarak üste çıkaracağı pazarlar yaratacağı sanılıyordu. Ne var ki bu ortamda aldatma ve kötüye kullanma eylemlerinin bugün olağanüstü düzeyde arttığını görüyoruz.
İnternette geri bildirimin doğruluğunu takip eden bağımsız internet sitesi ReviewMeta’ya göre son zamanlarda Amazon’da, değerlendirmiş olduğu ürünü aslında gerçekten satın almamış olan kullanıcılara ait ürün değerlendirmelerinde çok ciddi bir artış var.
Şaşırtıcı nokta ise bu doğrulanmayan alıcıların neredeyse hepsinin (yüzde 98,2) ürüne beş yıldız vermesi. Aynı şekilde dolandırıcılık iddiaları da sahte olabilir. Amazon’da güneş kremi satın almayı düşündüğünüzde bile çoğu zaman ürünün taklit olduğunu iddia eden değerlendirmelerle karşılaşıyorsunuz. Bu uyarıları okumanın rahatlığıyla ürünü satın almaktan vazgeçebiliyorsunuz. Buna karşın söz konusu değerlendirmeler rakip firmaya ait sahte tespitler olabilir.
Google ve Facebook gibi büyük platformlar ağırlıklı olarak, reklam verenlerden para alarak ve reklam verenlere ve aracı olan çevrimiçi reklam komisyoncularına ziyaretçiler sağlayarak gelir kazanıyor. Buradaki amaç, reklamları tamamen hedef kitleyekusursuz bir biçimde ulaştırmak olduğu için bir marka yalnızca hedeflediği ziyaretçiler için ödeme yapar ve ziyaretçilerin reklamlarını ne kadar süreyle izlediklerini tam olarak saptamak için onları takip edebilir. Bu reklam modeli, günümüz internet dünyasının ekonomik dayanağı olarak görülüyor. Bununla birlikte sahte değerlendirmelerin, sahte tıkların ve sahte ziyaretçilerin yaygın olması, ortamı sahtekarlığa elverişli kılıyor.
Facebook 2016 yılında, iki yıl boyunca platformda ortalama kaç kişinin ne kadar süre video izlediğine dair sayısal verileri şişirdiğini itiraf etti. Şirket bunu, faturaları etkilemeyen bir “hata” olarak nitelendirse de 2018 yılında bazı küçük ölçekli reklam verenler, platforma toplu dava açtı. Facebook’un, sayısal verilerini olduğundan çok daha fazla gösterdiği ve sosyal ağın bu konuyu çok daha uzun bir süredir bildiği iddia edildi.
Aynı zamanda büyüme aşamasında olan bir şirket de sahte değerlendirmelere başvurabiliyor. Geçen sene Google Play mağazasındaki, fotoğraf düzenleme uygulaması ve birkaç oyun dahil, bazı uygulamaların kötü amaçlı yazılımlara yönelik Truva atları, yani botnet olduğu tespit edildi. Botnetler, telefonların arka planında bulunan reklamlara sürekli tıklama yaparak reklam ölçümünü artırıyor ve uygulama geliştiricisine gelir sağlıyordu. Bu durumda belli bir videonun gerçekten kaç kullanıcı tarafından izlendiğini kim bilebilir? Bunu yalnızca reklam verenler tahmin edebilirler.
Teknoloji platformları da kazançları söz konusu olunca dolandırıcılığa maruz kalabiliyorlar. 2017 yılında Bulgaristan’da gerçekleştirilen bir operasyonda Spotify üzerinden 1 milyon dolar kazanıldığı ortaya çıkarıldı: 30 saniyelik (dinlenme sayılması için gereken süre) şarkılar ele alınıyor, bunları dinlemesi için ücretli ve otomatik sahte hesaplar açılıyor ve telif hakkı ücretleri ile bu şarkılarının dinlenmesi için Spotify’a verilen para arasındaki farktan kazanç sağlanılıyordu.
Bu sahtekarlıklar genellikle fazla önemsenmiyor; ancak birçok kişi bu noktaya ulaştığında gerçekten de önemli bir mesele oluyor. Toplum bilimciler bireyler arası güvenin fazla olduğu toplumları (verimli bir etkileşimi en fazla bekleyebileceğiniz kişiler), bireyler arası güvenin az olduğu toplumlardan (daima kendinizi korumanız gereken kişiler) ayırabiliyorlar. Güven düzeyinin yüksek olduğu toplumlarda insanlar doğal olarak kurallara karşı gelebiliyorlar; ancak kanunlar, düzenlemeler ve standartlar birçok ihlalin kontrol altında tutulmasını sağlıyor. Mahkemeye başvurmanız gerektiğinde sürecin makul olmasını umuyorsunuz. Bireyler arası güvenin az olduğu toplumlarda ise bunu asla kestiremiyorsunuz. Kandırılma ihtimalinizin yüksek olduğunu biliyorsunuz ve çoğunlukla herhangi bir merciye başvurmuyorsunuz. Süreçlerin göründüğü gibi ilerlemeyeceğini ve verilen sözlerin tutulmayacağını düşünüyorsunuz ve müracaat edilmesi gereken mercilerden makul ve şeffaf bir işleyiş bekleyemiyorsunuz. Güven düzeyinin düşük olduğu toplumlarda pazarların işlemesi ve ekonomilerin gelişmesi de daha zor oluyor. Kredi almak veya vermek hiç kolay olmuyor. Peşin ödeme yapmak da oldukça riskli.
İnternet, bireyler arası güvenin giderek azaldığı ve sahtekarlık varsayımının birçok öğenin işleyişine karıştığı bir topluluk haline geliyor.
Zeynep Tüfekçi
İnsanlar bireyler arası güven düzeyinin düşük olduğu toplumlara doğal olarak uyum sağlıyorlar. Bilinen kaynaklardan sözlü tavsiyeler almanın önemi artıyor. Aileyle ve yerel ağlarla iş yapmak öncelikli hale geliyor çünkü yaşam boyu karşılıklı kurulan bağlar daha öngörülebilir varsayılıyor. Mafya benzeri örgütler de kendini gösteriyor ve hesap verme sorumluluğunu acımasızca dayatıyorlar.
Nihayetinde bireyler arası güvenin az olduğu toplumlar, emirler yağdıran otoriter bir yöneticiyi kabullenebiliyorlar. Evet, despot yönetici doğal olarak yozlaşmış ve zalim; fakat tek alternatif emniyet ve güvenliğin yorucu ve zayıflatıcı eksikliği. Çeşitli kaynaklara göre Moğol hükümdar Kubilay Han zamanında “başında bir külçe altın taşıyan bir bakire, ülkenin her yerinde güvenle dolaşabiliyordu.” Kubilay Han mutlak teslimiyet isterdi; ancak baskı altında tutmanın bile görünüşte bazı getirileri vardı.
Dijital dünyada Apple, Facebook ve Google gibi büyük platformlar da erişim alanlarında düzen oluşturmak için kimi zaman Kubilay Han gibi hareket edebiliyorlar. Google, içerik fabrikalarını ortadan kaldırıyor; Apple, AppStore’a sıkı bir denetim uyguluyor; Amazon, iade politikası kapsamında dolandırıcılığı kontrol altına almak için müşterilere eli açık, sağlayıcılara ise zorlayıcı bir süreç uyguluyor; Facebook ve Twitter’a ise komplo teorileri ve sahte haber üreten en tehlikeli kaynakların erişimlerinin kaldırılması için baskı artıyor. Sıkı önlemler aldıklarında, insanlar ferahlıyor.
Bununla birlikte genellikle sorumluluk almayan büyük şirketlere yetki vermekten kaçınmamız gerekiyor. Bu şirketlerle zıtlaşmanız halinde herhangi bir merciden güçlükle yardım alırsınız veya destek alacak hiçbir merci bulamayabilirsiniz. Facebook’un hesabınızı geçici olarak dondurması, arkadaşlarınızla, dostlarınızla ve sizi beğenen kişilerle olan dijital iletişiminizi engelleyebilir. Amazon’a veya AppStore’a erişimi kaybetmenizle geçim kaynağınız elinizden alınabilir. Bu gibi platformlardan yanlışlıkla men edilen kişinin çoğunlukla uygulayacağı yöntem, gelişmemiş ülkelerde yaşayan kişilerin sorunlarını çözmek için devlet bürokrasisinden tanıdık birini araya sokmaya çalışması gibi form doldurmak ve ilgili şirketten iletişim kurabileceği bir kişi aramak oluyor. Bireyler arası güvenin az olduğu toplumlarda da işleyiş buna benziyor.
Aldatmacaları önlemenin daha iyi yolları bulunuyor. Bu prosedürler, tarih boyunca gerçek dünyada adil, refah düzeyi yüksek ve açık toplumların oluşmasını sağlayan kurumların ve uygulamaların çevrimiçi dünyaya da inşa edilmesini kapsıyor. İnternetteki işlemlerin doğruluğunu ispatlayan daha iyi kurallar ve teknolojiler, dolandırıcılığı engelleyen ve mahremiyeti koruyan farklı bir reklam teknolojisi altyapısı ve bu tip değişimleri kanunlara yansıtan düzenlemelerle işe koyulmak gerekiyor. Dijital dünyada bu noktaya geldiğimizi görmek şaşırtıcı olsa da herkes internetin sahte bilgilerle dolu bir ortam olduğunun farkında. Hayatımızın her alanında kendini gösteren bu önemli sorunun çözülmesi gerekiyor.