*Bu içerik ilk kez "Why People Post Fake News" başlığıyla Vice tarafından 11 Mart 2019 tarihinde yayınlanmış ve Sonay Ün tarafından Teyit için çevrilmiştir.
Sicilya’da gerçekleştirilen 2017 G7 Zirvesi haftasında bir BBC muhabiri, ABD Başkanı Donald Trump’ın, İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni’nin konuşması sırasında çeviri kulaklığı takmadığını gösteren bir videoyu Twitter’da yayımladı. ABD’li bir yazar olan Yannick LeJacq, bu haberi sosyal medyada paylaşan binlerce kişiden biri olduğunu ve haberin yer aldığı, daha önce hiç duymadığı bir internet sitesine ait olan bağlantıyı Facebook’ta paylaştığını kabul etti. LeJacq’e göre bu paylaşımda vurgulanan nokta, Trump’ın, “diğer dünya liderlerinin konuşmaları için yapılan tercümeleri bile dinleme gayretini göstermemesiydi.”
Söz konusu iddia bir gün sonra önce Beyaz Saray Basın Sözcüsü Sean Spicer ve ardından blog sitesi Gizmodo tarafından çürütüldü. Ortaya çıkan fotoğraflarda Başkanın oldukça küçük bir çeviri kulaklığını sağ kulağına takmış olduğu görülüyordu. Haberi sosyal medyaya yayan BBC muhabiri, konunun açıklığa kavuşturulmasından hemen sonra Twitter’da gereken düzeltmeyi yapsa da yayımladığı yeni tweeti pek ilgi görmedi ve yalnızca 167 kere retweetlendi. Oysaki ilk tweeti neredeyse 19 bin retweet almıştı (buna karşın iki tweet arasındaki farkı gösteren başka bir tweet bunun akabinde internette hızla yayıldı).
LeJacq, haberin doğru olmadığını gönderiyi paylaştıktan kısa süre sonra fark ettiğini ve ardından, buna benzer bir gönderiyi Facebook’ta paylaşan bir arkadaşını “gönderinin sahte” olduğu konusunda uyardığını belirtti. Bununla birlikte kimse bu konuya aldırış ediyor gibi görünmüyordu. LeJacq konuyla ilgili şunu ifade etti: “Gerçeği öğrenen kullanıcılar adeta öfkelendi ve ‘Trump’ın bugüne kadar etrafındakileri defalarca dinlemediği ortada. Öyleyse bu haberi paylaşmanın ne zararı var?’ görüşünde birleşti.”
İnternette yaptığımız paylaşımlar söz konusu olduğunda ampirik gerçekler ile duygusal gerçeklerimiz arasındaki çizgiyi ayırt etmek oldukça güç olabiliyor. Bu durum yanlış veya abartılı bilgiyi tanımlayamadığımız anlamına gelmiyor. Sadece sürekli bir şeyler paylaşıyoruz. Bir bakıma, bir haber yazısı yayımlamanın sevdiğiniz bir şarkıyı veya yeni dekore edilen mutfağınızın resmini paylaşmaktan ya da profilinizde bir yıldönümünü kutlamaktan pek bir farkı yok. İster takdir ettiğimiz bir siyasetçiye olan desteğimizi gösterelim, ister olumsuz tepki alan bir köşe yazarının yazısına ilişkin nefretimizi yansıtalım, aslında çevremizdekilere kim olduğumuzu bu küçük detaylarla gösteriyoruz. Kendimizi bu şekilde ifade etme ihtiyacı, bazen yaptığımız paylaşımların içeriği söz konusu olduğunda bizi körleştirebiliyor.
Princeton Üniversitesi’nde siyaset ve kamu işleri alanında çalışan öğretim üyesi Andy Guess “Bana göre insanların internette sahte haberleri yayma sebebine ilişkin genel hipotezlerden biri, konunun insanları yanlış yönlendirmekle veya arkadaşınızla paylaşmak istediğiniz bir şey hakkında yanılgıya düşmekle ilgili olmamasıdır” diyor ve ekliyor “Bir gruba ait olduğunuza işaret ediyor ve ‘Sizden biriyim’ diyorsanız gerçeklerin hiçbir önemi yoktur.”
Guess, insanların internette dezenformasyonu paylaşma nedenleri ve kurumların ve platformların dezenformasyon paylaşımının hızını kesmek için neler yapabileceği konusunda görüşüne başvurduğum akademisyenlerden biri. Bu arayışımdaysa yalnız değilim. Trump’ın 2016 seçimlerindeki zaferinden bu yana sahte haberlerin, bireylerin oy verme kararlarını ne ölçüde etkileyebileceği konusu gündemde. Trust Project (Güven Projesi), Columbia Journalism Review ve New York Şehir Üniversitesi’nin bünyesinde bulunan Tow-Knight Center gibi kuruluşlar tarafından yapılan çalışmalarda sahte haberlerin yayılmasını önlemek adına çeşitli taktikler geliştirilmiş durumda. Bunların arasında dezenformasyonun tesbiti ve insanlara, bu tür bilgileri kendi başlarına saptamaları için gereçler sağlama gibi çeşitli taktikler bulunuyor. Elde edilen sonuçlarınsa karışık olduğunu belirtmek mümkün. İlk bulguların bazıları pek de sürpriz değil: Guess ve New York Üniversitesi’nden iki araştırma görevlisi tarafından3 bin 500 Facebook kullanıcısının paylaşım davranışı üzerinde gerçekleştirilen yeni bir çalışmada 65 yaş ve üzeri olan kullanıcıların seçimlerden önce diğer yaş gruplarına göre daha fazla sahte haber paylaştığı saptandı. Bu bulgu siyasi parti bağlantısına, eğitime veya genel gönderi paylaşım aktivitelerine bakılmaksızın tutarlı nitelikteydi. Nitekim Guess, bu yaş grubunun daha düşük olan dijital okuryazarlık düzeyinin bu durumda etkili olabileceğine işaret ediyordu.
Bütüne bakıldığındaysa elde edilen sonuç, aslında örneklemde yer alan birçok kişinin sahte haber paylaşmadığıydı. Çalışmada“sahte haber” denildiğinde başkanlık seçimleri yaklaşırken Makedon gençler ve Rusya merkezli içerik oluşturma birimleri tarafından hazırlanan birçok yanlış haber yazısından bahsedildiğini söylemek gerek. Ancak yine de “Obama, Ülke Genelindeki Okullarda Yurttaşlık Yeminini Yasaklayan Kararnameyi İmzalıyor” ve “Trump, ABD’yi Terk Etmek İsteyenlere Afrika ve Meksika’ya Bedava Bilet Veriyor” gibi haberler, Facebook’ta yayımlandıkları yıl yüzbinlerce kullanıcının ilgisini çekmişti.
Bu doğrultuda insanların dezenformasyonu paylaştıkları ortada. Öyleyse neden? Araştırmacıların bu soruya kesin bir yanıtı olmamakla beraber bu konuyu aydınlatmanın birçok metodolojik zorluğu bulunuyor. Örneğin, akademisyenler bu tür haberleri beğenen, paylaşan veya bu haberlerin altına yorum yapan kullanıcılardan kaçının yazıları okuduklarına ilişkin verilere genellikle erişemiyor (Facebook, bağlantıya tıklama oranları hakkında bilgi vermiyor). Diğer bir taraftan sahte haberlerin seçim sonuçlarını etkileme olasılığı şöyle dursun, insanların iki yıl önce neye inanıp neye inanmadıklarını belirlemek hiç kolay değil.
Bunun yanı sıra psikologlar hala, sahte haberlerin insanlar üzerindeki olası etkilerini kesin olarak belirlemeye çalışıyor. Yale Üniversitesi tarafından 2018 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada, kullanıcılarının, işlerini internet üzerinden yaptırmak için çalışan temin edebildiği kitle kaynaklı bir platform olan Amazon Mechanical Turk’ten dahil edilen çalışma katılımcılarına sahte ve gerçek haber başlıkları gösterildi. Sahte haber başlıklarını önceden gören katılımcıların, söz konusu yazılar “Üçüncü Taraf Haber Doğrulayıcıları” tarafından reddedilmiş olmasına rağmen bu haber başlıklarını doğru olarak algıladıkları gözlemlendi.
Çalışmanın araştırmacılarından biri olan ve aynı zamanda Kanada’daki Regina Üniversitesi’nde davranış bilimleri alanında öğretim görevlisi olarak görev yapan Gordon Pennycook, insanların neden sahte haberlere aldandığını inceleyen kapsamlı araştırmaları derledi. Pennycook, MIT’den David G. Rand ve Yale Üniversitesi’nden Tyrone D. Cannon üç araştırma çerçevesinde, Mechanical Turk kullanıcılarından oluşan bir grupta Bilişsel Yansıma Testinden daha yüksek puan alanların, bilginin değerlendirilmesinde içgüdüsel duygularına veya duygusal sezgilerine ağırlık veren bireylere göre yanlış haberleri daha iyi tespit ettikleri belirlendi. Ayrıca araştırmada daha “analitik” olan kişilerin, siyasi inançlarına bakılmaksızın doğru ve yanlış haberleri birbirinden daha iyi ayırt edebilmesi “araştırma zahmetine girmeden” düşünmenin partizan yanlılıklardan bile daha yıkıcı olduğunu gösterdi.
Tabiki, dünya görüşümüze uygun olan bilgilere güvenme ihtimalimiz hala daha yüksek. “Size tamamen mantıklı gelen bir haber başlığı görürseniz o haber yazısında kafanızı karıştıracak bir öğe bulunmadığı için haberle ilgili detaylı düşünmezsiniz” diyor Pennycook ve ekliyor “Yalnızca başınızı sallayarak onaylar ve geçersiniz.”
Dahası, yukarıda belirtilen Yale çalışmasında öne sürüldüğü üzere, dezenformasyona maruz kalmak o bilginin doğruluk düzeyine yönelik algımızı güçlendirebilir. Pennycook sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu, kişilerin okudukları şeyin doğru olduğuna her zaman inandığı anlamına gelmiyor. Bu durum sadece söz konusu inançlarını görece etkileyecektir ve bunun için dezenformasyona maruz kalmak yeterli.”
Pennycook, bu yazı için görüştüğüm diğer araştırmacıların da belirttiği gibi, insanların sahte haberleri paylaşma nedenleri dikkate alındığında var olan araştırmaların büyük resmin yalnızca bir kısmını yansıttığının altını çiziyor. Kendisinin paylaşma ve inanma arasındaki ilişkiyi mercek altına alan ve henüz yayınlanmamış bazı çalışmaları da bulunuyor. Bir çalışmasında iki farklı gruba aynı haber başlıkları gösteriliyor ve bir gruba başlığını gördükleri haberlere inanıp inanmadıkları sorulurken diğer gruba bu haberleri paylaşıp paylaşmayacakları sorusu yöneltiliyor. Doğruluk değerlendirmesi yapmaları istenen katılımcılar, belirli haber yazılarını paylaşmaları istenen katılımcılara kıyasla şaşırtıcı bir biçimde, doğru ve yanlış haberler arasındaki ayrımı daha iyi yapıyorlar.
“İnsanlara bir habere inanıp inanmadıklarını sorduğunuzda haberin doğru mu yanlış mı olduğunu belirleyebiliyorlar. Öte yandan bir haber paylaşacakları zaman o haberin doğruluğunu tespit etmede o kadar başarılı değiller. Paylaştıkları şeyler çoğunlukla siyasi ideolojilerine uygunlar. Paylaşmak sosyal bir olgu olduğu için bu aslında mantıklı duruyor. Sosyal medyada birey olarak ‘dışa yansıtmak istenilen’ gönderiler paylaşılıyor ve ne yazık ki bu esnada o gönderinin doğru veya yanlış olduğu hesaba katılmıyor“ diyor Pennycook elde ettiği bulgulardan bahsederken.
Yaygın olarak paylaşılan yanlış haberlerin duygularımıza en çok hitap edenler arasından çıkması hiç şaşırtıcı değil. Twitter’da 2006 ile 2017 yılları arasında geniş çapta paylaşılan yaklaşık 126 bin gönderiyi kapsayan ve 2018 yılında MIT bünyesinde gerçekleştirilen bir analizde tartışmalı haber yazıları, altı farklı haber doğrulama sitesinden faydalanılarak “doğru” veya “yanlış” olarak sınıflandırıldı ve ardından bu yazıların yayılma şeklini belirlemek için kullanıcının paylaşım davranışına ilişkin görseller oluşturuldu.
“Tartışmalı yanlış haberlerin doğru haberlere nazaran daha hızlı yayıldığını ve daha fazla kişiye ulaştığını saptadık” diyor çalışmayı hazırlayan ekipten Soroush Vosoughi. Analize göre, doğru haberin bin 500 kişiye ulaşma süresi, yanlış haberin ulaşma süresinin neredeyse altı katıydı ve yanlış haberler içinde en hızlı yayılanlar siyasi haberlerdi. Siyasi haberlerin yaklaşık 20 bin kişiye ulaşması için geçen zaman, diğer haber türlerinin 10 bin kişiye ulaşması için gereken zamanın neredeyse üçte biri kadardı.
Dartmouth College’da bilgisayar bilimleri alanında öğretim görevlisi olan Vosoughi ile meslektaşlarının elde ettiği bir diğer bulgu ise şöyle: Twitter kullanıcılarının hızla yayılan haber gönderilerine verdikleri yanıtlara bakıldığında kullanıcıların yanlış haberlere şaşırma ve bu haberlere karşı bıkkınlık hissetme ihtimali doğru haberlere göre daha yüksekti. “Bir haber yazısının internette hızla yayılma nedenini özellikle araştırmasak da yanlış haberlerin gerçek haberlerden daha tuhaf (ve daha şaşırtıcı) olduğunu gördük” diyor Vosoughi ve ekliyor “Bunun yanı sıra yanlış haberlere genellikle çok daha olumsuz ve duygusal tepkiler verildiğini tespit ettik.”
Anket katılımcıları en az bir kere yanlış haber paylaşmış
Vosoughi, araştırma kapsamının dışında olduğu için şaşırtıcı ve rahatsız edici yanlış haberlerin neden bu kadar çok kişi tarafından paylaşıldığına dair yorum yapmak istemedi. Buna rağmen bir araştırma paneli olan Gallup Paneli’nin bin 440 üyesinin katıldığı, yakın zamanda gerçekleştirilen Gallup/Knight Vakfı anketinde en az bir kere yanlış haber paylaştığını kabul eden katılımcılar (anket yapılan Cumhuriyetçilerin yaklaşık yüzde 32’si, Demokratların ise yüzde 14’ü) gönderinin yanlışlığına dikkat çekmek istemeleri (yüzde 84) ve ilgili gönderinin yanlışlığından şüphelenmelerine rağmen doğru olabileceğine inanmaları (yüzde 34) dahil olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı paylaşımda bulunduklarını belirttiler. Ne yazık ki katılımcıların yüzde 25’i mezenformasyon olduğundan kuşkulandıkları gönderileri, yaymak istedikleri için paylaştıklarını ifade ederken yüzde 21’i “gönderiyi okuyan kullanıcıları sinirlendirmek veya rahatsız etmek” amacıyla paylaştıklarını belirtti.
Paylaşma olgusunu daha da karmaşıklaştıran bir diğer şey ise Amerikalıların hala “sahte haber”in ne olduğu konusunda uzlaşmamış oluşu. 2018 yılında gerçekleştirilen ve 19 binden fazla yetişkinin katıldığı Gallup/Knight Vakfı anketinde katılımcıların çoğu sınıflandırma yaparken “insanlar yanlış bilgiyi bilerek, doğruymuş gibi gösteriyor” ifadesine “daima” (yüzde 48) veya “bazen” (yüzde 46) şeklinde yanıt verdi. Bununla birlikte birçok Amerikalı “siyasetçileri olumsuz yansıtan doğru haberlerin” de bir dereceye kadar sahte haber olarak değerlendirilebileceğini ifade etti. Ayrıca 10 Cumhuriyetçiden 4’ü bu tür bilgilerin “daima” sahte haber olduğunu belirtmesi Trump’ın kişisel olarak kötüleyici bulduğu tüm haberler için “sahte haber” kullanımına başvurmasını anımsattı. Yapılan araştırmada muhafazakarların ağırlıklı olarak sahte haberleri liberallere göre daha sık paylaştığı belirtilirken bunda, muhafazakarların haberlere yönelik genel anlayışlarının mı veya istatistiki olarak da ortaya koyulduğu üzere muhafazakarların ana akım medyaya daha az güven duymalarının mı ya da tamamen başka bir etkenin mi etkili olduğunu söylemek oldukça zor. Haberleri yayımlayan taraflar, muhafazakar sahte haberlerin daha fazla ilgi gördüğünü ortaya çıkardığı halde bunun yanıtı belki de, sosyal medyaya yayılan muhafazakar eğilimli sahte haber yazılarının liberal yazılara göre sayıca üstün olması olabilir.
Hakikatin yorumlamaya giderek daha açık hale geldiği bir dünyada, gerçeklik kılıfına uydurulan yanlış haberlere odaklanmak, bize “İnsanlar neden dezenformasyonu paylaşıyor?” sorusunun yanıtlarından yalnızca birini veriyor. North Carolina Üniversitesi’nda iletişim alanında öğretim görevlisi olarak görev yapan Alice E. Marwick, dezenformasyonun internetteki birçok halini (YouTube videoları, podcastler, “Göçmenler ülkenizi istila ediyor” gibi üstü kapalı ifadeleri tiye alan internet geyikleri vs.) vurguluyor. Marwick, ABD’deki aşırı sağcıların ırkçı, yabancı düşmanı ve Yahudi aleyhtarı düşünceyi canlandırmak amacıyla interneti nasıl kullandıklarına dair çalışmalar yapıyor ve siyasi dezenformasyonu, temelinin dayandığı daha geniş çaplı ve taraflı söylemler bağlamında dikkate almanın önem taşıdığını ifade ediyor.
Marwick 2016’da gündeme gelen dikkat çekici bir haber başlığını örnek veriyor: “Polis, Derin Dondurucularda Üzerlerine ‘Siyahların Hayatı Önemlidir’ Yazısı Kazınmış 19 Beyaz Kadın Cesedi Buldu.” Marvick sözlerine şöyle devam ediyor: “Açıkça görüldüğü gibi bu ırkçı ve sahte bir haber. Yüzyıllardır süregelen, beyazların üstünlüğünü destekleyen ve ırkçı bir kinaye kullanılıyor. Aynı zamanda “Siyahların Hayatı Önemlidir” ifadesini tehlikeli bir terör örgütünün sloganıymış gibi gösteriyor. Bu da FOX News’un ısrarla üzerinde durduğu ve muhafazakarların genel olarak konuştuğu bir konu.”
Diğer bir deyişle internette dezenformasyonu paylaşma, insanların önceden var olan değerlerine ve inançlarına, daha kapsamlı bir medya ortamında halihazırda açıklanan fikirlerine dikkat çekme arzularının bir ürünü olabilir. Georgetown Law Technology Review’da yakın zamanda yayımlanan bir makalesinde, Marwick seçkin bir haber doğrulama kuruluşu olan Snopes.com’da 2018 yılının Mart ayında yayımlanan “Hot 50” listesinin yanı sıra BuzzFeed tarafından, Facebook’ta 2016 ile 2017 yıllarında en yaygın olarak paylaşıldığı saptanan 100 sahte haber yazısını mercek altına aldı. Bunlardan kaçının “deep story” olduğunu tespit etti. “Deep story” sosyolog Arlie Hochschild tarafından geliştirilmiş, farklı partizan ideolojileri güçlendiren anlatı ve varsayımları kapsayan bir kavram. Marwick, muhafazakar medyaya en fazla nüfuz eden “deep story” örneklerinin (ör. “Kentlerde yaşayan liberallerin kırsalda yaşayan muhafazakarları hor gördüğü” inanışı) nerede yayımlandıklarını belirledikten sonra sağ görüşlü popüler sahte haber yazılarının bu sohbet noktalarından “oldukça intizamlı” bir biçimde yayıldığını ortaya çıkardı.
“Muhafazakar sahte haberler, ana akım partizan medya üzerinde varlığını sürdürüyor. Aynı kinayeler ve düşünceler bu şekilde güçlendiriliyor” diyor Marwick.
Marwick’in yaptığı tespitler, dezenformasyon insanların “duygusal gerçekleri”, dünya görüşlerinden hali hazırda bahsettikleri hikayeleri, algıladıkları “düşmanlar” ve bilgiyi paylaştıkları “dış gruplar”la uyumlu olduğunda o bilginin paylaşılma ihtimalinin daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Dezenformasyonun, bireylerin mevcut siyasi inançlarını tamamen yeniden değerlendirmelerine neden olabileceğine ilişkin güvenilir kanıt, henüz yetersizken Princeton’da siyaset bilimi profesörü olan Guess araştırmasında, sahte haberlerin insanların süregelen kızgınlıklarını besleyip beslemediğini saptadığını ifade ediyor. “Sanırım insanlar, internette yayılan mezenformasyon ile kutuplaşma, özellikle insanların kendi gruplarının veya partilerinin dışında kalan kişilerden hoşlanmadığı, kutuplaşmanın duygusal öğesi arasında bir ilişki olduğunu fark ediyorlar,” diyor Guess.
Sonuç olarak, başkalarına kim olduğumuzu göstermek için paylaştığımız yazıların yanı sıra onlara ait olmadığımız dünyayı da gösteriyoruz. Çok sayıdaki taraflı yanlış haber, ilgili grubun dışındaki kişilere olan öfkemizi artırmaya yönelik tasarlandığı için bu haberler, karşı tarafla diyalog kurmanın kesinlikle imkansız olduğu bir ortamın oluşmasını kolaylaştırabilir. Özellikle bizi en çok öfkelendiren gazete başlıklarına göre hareket edersek yanlış haberlerle hedeflenen düşünceler kelimenin tam manasıyla insanlığın ve nezaketin sonunu beraberinde getirebilir. Kimine göreyse, bu haberler tamamen farklı olgularla işliyor gibi görünüyor.
İnternette yer alan partizan dezenformasyon konusunda duyulan endişeler, 2016 seçiminden sonra iyice arttığı için haber doğrulama amacı güden gruplar dışındaki topluluklar da yanlış haberlerin yayılmasını önlemeye yönelik çeşitli stratejiler buldu. Bunlardan bazılarını Guess’in “talep tarafının” çözümleri olarak adlandırdığı ve yaygın dijital okuryazarlık eğitim ihtiyacının vurgulandığı, böylece internet kullanıcılarının tartışmaya açık haber öğelerini paylaşmaya karar vermeden önce bu öğeleri tanımlayabildiği stratejiler oluşturuyor. Bu amaçla Fransa, lise seviyesindeki dijital okuryazarlık müfredatını kamuya tanıtmaya başladı. Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, ABD’nin bazı eyaletleri ve News Literacy Project gibi ABD merkezli kar amacı gütmeyen kuruluşlar benzeri girişimleri yakından inceliyor.
Bununla birlikte bu yazı için görüşülen akademisyenler ABD’nin “arz” tarafının çözümlerine kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyduğunun ve bu çözümlerden birçoğunun sahte haberlerin hızla yayılmasını sağlayan sosyal medya platformlarına bağlı olduğunun altını çizdiler. Örneğin, Facebook 2016 yılından bu yana, defalarca yanlış haberleri yayımlayan sitelerin reklam geliri elde etmelerinin önlenmesi ve sorunlu gönderilerin gerçeklere dayalı olarak saptanması ve haberler bölümünde alt sıralara konumlandırılması için üçüncü taraf haber doğrulayıcılarıyla işbirliği yapılması dahil olmak üzere dezenformasyon karşıtı bazı girişimleri uygulamaya koyuyor. Facebook’un söz konusu ikinci girişimi kimi zaman sıkıntılı olsa da (Üçüncü taraf haber doğrulayıcısı Snopes, Şubat ayının başında Facebook’la olan işbirliğini iptal etti) platformun bu çalışmaları verimli sonuçlar veriyor. New York Üniversitesi ve Stanford Üniversitesi’nde çalışan araştırmacılar tarafından yakın zamanda gerçekleştirilen bir çalışmada platformdaki yanlış haber yazılarına ilişkin beğenilerin, paylaşımların ve yorumların son başkanlık seçimleri ile 2018 yılının Temmuz ayı arasındaki dönemde yüzde 50’den fazla oranda azaldığı saptandı. Buna karşın platformda bir ayda paylaşılan sahte gönderi sayısının ortalama 70 milyon olduğu belirlendi.
Guess’e göre internetteki dezenformasyon sorunun kısa sürede ortadan kalkması pek mümkün değil. Sosyal medya platformları yanlış haber yazılarına son verse bile gelişen teknolojiyle beraber gerçekten uzak yeni haber türleri ortaya çıkabilir. “İnternette karşılarına çıkanlara karşı şüpheci yaklaşım geliştirme konusunda daha az deneyimi olan kişiler daima olacaktır” diyor Guess. Yani, sorunu hafifletmeye çabalayan platformların çözüm arayışında kararlı olmaları gerekecek. Aksi takdirde, çok sayıda çelişkili bilgiye maruz kalacağı için hangi kaynaklara güvenebileceği konusunda kullanıcının kafası karışacak ve bir süre sonra kullanıcı siyasi sistemi tamamen yok saymaya başlayacak.
“Bunun daha büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum,” diyor Guess. “Mesele, bir kişinin belirli bir siyasi öneriye yönelik mevcut bir yaklaşım konusunda yanlış yönlendirilecek olması veya gerçekte meydana gelmemiş bir olayın meydana geldiğini düşünecek olması değil. Mesele, insanların kendilerine dışarıdan bakamadıkları ve makul yanıtın çabalamayı durdurmak olduğunu hissettikleri internetteki bir kakofoni ortamının toplu etkisinden ibaret.”
Hepimizin internetteki bu karışıklığa etkin olarak katkı sağladığımızın bilincinde olmadan interneti kullanmamız zor görünüyor. LeJacq tarafından tanımlandığı gibi sadece doğru olduğu(nu hissettiğimiz) için tartışmalı bir haber başlığını paylaşırken kendimizi ifade etme arzusu karşısında gerçeğin bile önem taşıyıp taşımadığı net olmayabilir. Tabiki LeJacq gibi yayınladığımız gönderileri iki kere kontrol etmeye yönelik iyi niyetli çaba gösterebilir ve hata yaptığımızda yanlışlarımızı kabul edebiliriz. Diğer bir taraftan bunu yapsak bile kaç kişinin bizi dinleyeceğini bilemeyiz.