Araştırma: İnsanlar neden komplo teorilerine inanırlar ve fikirlerini nasıl değiştirebiliriz?

Komplo teorilerinin ortaya çıkmasının nedenlerinden biri, dünyaya kendi yapılarımızı oturtma arzumuz ve çok gelişmiş örüntü tanıma yeteneğimizdir.


19/01/2019 10:31 12 dk okuma

Bu içerik 4 yıldan daha eski tarihlidir.

*Bu içerik "Komplo Teorilerine İnanan İnsanların Fikirlerini Nasıl Değiştirebiliriz?" başlığıyla Evrim Ağacı tarafından 6 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Bir grup futbol fanatiği, ben trende otururken içeri dalıyor. Belli ki tuttukları takımın kazandığı maçtan yeni çıkmışlar, çevremdeki koltuklara oturuyorlar. İçlerinden birisi kenara atılmış bir gazeteyi alıyor, Donald Trump tarafından yayılan “alternatif gerçekler”in en son çıkanını okurken alaycı bir şekilde gülüyor.

Diğerleri de kısa süre içinde, ABD Başkanı’nın komplo teorisi hevesiyle ilgili kendi fikirlerini sunarak konuya giriyorlar. Sohbet kısa süre içinde diğer komplolara doğru yön değiştiriyor ve ben de grubun Earthers (Dünyacılar – Dünya’nın düz olduğu fikrini savunanlar), Kimyasal İz Memleri (yüksek irtifadaki uçakların arkalarında bıraktığı kimyasal izin ruhsal bozukluklara, iklim değişikliklerine vb. yol açması şeklindeki memler) ve Gwyneth Paltrow’un son fikri (vajinayı bir tür karışımlı buhara maruz bırakmanın çok sağlıklı olduğu fikri) hakkındaki acımasız alaylarına seve seve kulak misafiri oluyorum.

Daha sonra sohbette kısa bir sessizlik anı olunca, içlerinden birisi bunu kendi fikriyle dolduruyor:

“Bu tür şeyler safsata olabilir, ancak sakın bana genel kabul gören her şeye güvenebileceğinizi de söylemeyin! Örneğin insanın Ay’a ayak basması; açıkçası bir mizansen kurgulanmış, ki çok ustaca da değil. Geçen gün, ilgili fotoğraflarda hiç yıldız bile görünmediğine değinen bir blog okudum!”

Beni afallatacak biçimde, grup da Ay’a inme kandırmacısına dair “kanıt”larıyla bu fikri destekliyor: Fotoğraflardaki tutarsız gölgeler, atmosferi olmayan Ay’da dalgalanan bir bayrak, kamerayı tutacak kimse yokken Neil Armstrong’un Ay yüzeyinde yürürken filme nasıl çekildiği…

Bir dakika önce bu insanlar kanıtları değerlendirme ve mantıksal çıkarımlar yapma kapasitesine sahip mantıklı insanlara benziyorlardı. Ancak şu anda işin gidişatı, ipe sapa gelmez bir rotaya girmişti. Ben de derin bir nefes alarak konuya dâhil oldum.

“Aslında bunların hepsi kolaylıkla açıklanabilir…”

Bir yabancının kendi konuşmalarına davetsizce dâhil olduğunu görmekten şaşkın, bana döndüler. Azimle devam ettim, onlara bir yığın gerçek, mantıksal açıklamalar boca ettim.

“Bayrak rüzgarda dalgalanmadı, sadece Buzz Aldrin onu yerleştirirken hareket etti! Fotoğraflar Ay’ın gündüz vaktinde çekildi, haliyle gündüz yıldız göremezsiniz. Tuhaf gölgelerin nedeni, fotoğraflarda oran bozulmalarına neden olan çok geniş açılı lenslerdi. Ve hiç kimse Neil merdivenden inerken onun videosunu çekmedi. O, meşhur adımını atarken, Ay modülünün dışına bir kamera yerleştirilmiş durumdaydı. Eğer bu da yeterli değilse, en son ikna edici kanıt da, Ay Keşif Yörünge Aracı’ndan çekilmiş ve indikleri bölgedeki yüzeyde dolaşmış olan astronotların ayak izlerinin açıkça görülebildiği fotoğraflardır.”

“İşi bitirdim!” diye düşündüm.

Buna karşın dinleyicilerim hiç de ikna olmuşa benzemiyorlardı. Bana döndüler, daha da fazla zırvalar ürettiler. Mizanseni Stanley Kubrick filme almıştı, teknik ekibin çekirdek kadrosu gizemli şekillerde ölmüşlerdi, vesaire…

Tren bir istasyona gelince durdu. Benim ineceğim istasyon değildi, ancak yine de bunu bir çıkış fırsatı olarak kullandım. Metrodan perona inerken aradaki boşluğa düşmemeye çalışırken, mahcup bir biçimde, sunduğum gerçeklerin onların fikrini değiştirmekte bu kadar başarısız olmasının nedenini düşündüm.

Basit yanıt; gerçeklerin ve mantıksal argümanların, insanların inançlarını değiştirmekte pek de iyi olmadıklarıdır. Çünkü bizim rasyonel beyinlerimiz, yeterince evrimleşmemiş evrimsel bağlantılarla donatılmıştır. Komplo teorilerinin düzenli olarak ortaya çıkmasının nedenlerinden biri, dünyaya kendi yapılarımızı oturtma arzumuz ve çok gelişmiş örüntü tanıma yeteneğimizdir. Gerçekten de, yeni bir çalışma, insanların yapılandırmaya karşı duyduğu ihtiyaç ve komplo teorilerine inanma eğilimi arasında korelasyon göstermiştir.

Örneğin şu diziyi ele alalım:

0 0 1 1 0 0 1 0 0 1 0 0 1 1

Bir örüntü görebiliyor musunuz? Büyük ihtimalle evet! Yalnız değilsiniz. Çok daha özenli bir çalışmayı yineleyen hızlı bir Twitter anketinin sonucuna göre, insanların %56’sı da sizinle aynı fikirde. Oysa bu sıralamayı yazı tura atarak oluşturdum.

Görünüşe göre, bir yapı görme ihtiyacımız ve örüntü tanıma yeteneğimiz, örüntü tespit etmemize yol açacak şekilde fazla aktif olabiliyor; gerçekte hiç olmamasına karşın ilişkilendirmeler, köpeklere benzeyen bulutlar ve otizme yol açan aşılar gibi örüntüler.

bulut komplo teorisi

Örüntü görme yeteneğimiz, muhtemelen, atalarımızın hayatta kalabilmesi için faydalı bir özellikti. Nihayetinde, aslında mevcut olmayan vahşi bir avcıya ilişkin işaretler algılamamız, mevcut büyük bir vahşi kediyi algılamamamızdan iyidir. Ancak bu eğilimimizi alıp da bilgi zengini dünyamıza uyguladığımızda sağda solda aslında var olmayan neden ve sonuç ilişkileri görmemiz -komplo teorileri- gibi bir sonuca da yol açıyor.

Toplumsal baskı

Komplo teorilerine inanmaya çok hevesli olmamızın bir başka nedeni de bizim sosyal hayvanlar olmamız ve (evrimsel açıdan bakıldığında) toplumdaki statümüzün doğru olmaktan çok daha önemli olmasıdır. Dolayısıyla, sürekli olarak eylemlerimizi ve inançlarımızı dâhil olduğumuz grup ile karşılaştırır ve uyum sağlamak için modifiye ederiz. Bunun da anlamı, eğer sosyal grubumuz bir şeye inanıyorsa, sürüyü takip etme olasılığımızın daha yüksek olmasıdır.

Davranış üzerinde bu türden bir sosyal etki, 1961 yılında ABD’li sosyal psikolog Stanley Milgram (otorite figürlerine itaat çalışmalarıyla tanınır) ve arkadaşları tarafından sokak köşesi deneyi ile şık bir şekilde gösterilmiştir. Bu deney, sizin de bir benzerini yapabileceğiniz kadar basit ve eğlencelidir. Sadece kalabalık bir sokağın köşesinde durup gökyüzüne 60 saniye boyunca bakın.

Büyük ihtimalle sadece birkaç insan durup sizin neye baktığınızı kontrol edecektir, Milgram’ın bulgularına göre, oradan geçenlerin %4 kadarı. Şimdi bu gözleminizde size katılması için yanınıza birkaç arkadaş alın. Grup sayınız büyüdükçe, giderek daha fazla sayıda yabancı sizinle birlikte durup yukarıya bakacaktır. Grup sayısı 15’e ulaştığında, oradan geçenlerin %40 kadarı durup boyunlarını sizin gibi yukarı uzatacaktır. Çok büyük ihtimalle aynı etkiyi, pazarlarda siz de etrafında kalabalık olan tezgaha doğru gitme eğilimini hissederek bizzat yaşadınız.

Bu ilke, aynı bu derecede güçlü olarak, fikirler için de geçerlidir. Belirli bir bilgiye daha fazla sayıda insan inandıkça, bizim de bunu doğru olarak kabul etme eğilimimiz artar. Bu şekilde, eğer kendi sosyal grubumuz vasıtasıyla belirli bir fikre aşırı maruz kalırsak, bu fikir bizim dünya görüşümüz içine yerleşir. Kısaca sosyal ispat, tamamen kanıt temelli ispattan çok daha etkili bir ikna tekniğidir, bu da “annelerin %80’i böyle düşünüyor” şeklindeki ispatın neden reklamcılıkta bu kadar popüler olduğunu açıklar.

Sosyal ispat, kanıtı umursamamamıza yol açan çok sayıda mantık safsatasından (logical fallacy) sadece bir tanesidir. Her zaman mevcut olan ilgili başka bir şey de, insanların kendi bakış açılarını destekleyen verileri arayıp bunları destekleyen verilere inanmalarını, desteklemeyenleri ise görmezden gelmelerini sağlayan doğrulama yanlılığıdır (confirmation bias). Hepimiz bundan muzdaripiz. Yakın zamanda radyoda duyduğunuz ya da televizyonda izlediğiniz bir tartışma programını düşünün. Bakış açınıza zıt düşen bir argümanı, kendinizinkiyle uyumlu olana göre ne kadar ikna edici buldunuz?

Muhtemelen, tarafların mantıksallığını bir yana bırakarak, size zıt gelen argümanları tamamen görmezden gelip, uyumlu gelenleri takdir ettiniz. Doğrulama yanlılığı aynı zamanda, hâlihazırda bizim bakış açımızla uyumlu olan kaynaklardan (ve muhtemelen ait olduğumuz sosyal gruptan) gelen bilgiyi seçme eğilimi olarak da kendini gösterir. Bu yüzden, politik görüşleriniz sizi, muhtemelen tercih ettiğiniz haber kaynaklarına zorunlu kılar.

normal_insan_vs_bilim_insanA 544x1024

Elbette ki doğrulama yanlılığı gibi mantık safsatalarını tespit edip bunları saf dışı bırakmaya çalışan bir inanç sistemi vardır. Bilim, gözlemlerin tekrarı yoluyla, vakaları veriye çevirerek, doğrulama yanlılığını azaltıp, kanıtla güncellenebilen teorileri kabul etmektedir. Bu da demektir ki, temel kabullerini bile düzeltmeye hazırdır. Buna karşın, doğrulama yanlılığının laneti hepimizin içine işlemiştir. Fizikçi Richard Feynman, bilimin en özenli işlediği alanlardan biri olan parçacık fiziğinde bu eğilimin nasıl ortaya çıktığını tanımlamıştır:

Millikan, yere düşen yağ damlalarını kullanarak yaptığı bir deneyde elektronların yükünü ölçerek, şu anda doğru olmadığını bildiğimiz bir sonuca ulaştı. Değerler normalden biraz sapmıştı, çünkü havanın akışkanlığı için yanlış değere sahipti. Millikan’dan sonra elektron yükünün ölçümlerine ilişkin tarihçeye bakmak enteresandır. Eğer bunları zamanın bir fonksiyonu olarak bir grafiğe yerleştirecek olsaydınız, bir değerin Millikan’ınkinden biraz daha büyük olduğunu, bir diğerinin bu değerden de biraz daha büyük olduğunu, bir başkasının ise ondan da biraz daha büyük olduğunu görürdünüz; ta ki hepsi gelip de Millikan’ınkinden daha yüksek bir değerde sabitlenene kadar.Peki neden daha en başta yeni değerin daha yüksek olduğunu keşfetmemişlerdi? Bu olayın tarihçesi, bilimcilerin utandığı bir şeydir, çünkü insanların şöyle bir şey yaptığı barizdir: Millikan’ınkinden çok daha yüksek bir değere ulaştıklarında, bir şeylerin yanlış gittiğini düşündüler ve bir şeylerin yanlış olduğuna dair bir gerekçe arayıp buldular. Millikan’ınkine yakın bir değere ulaştıklarında ise bu kadar titiz davranmadılar.

Mit çökertme aksilikleri

Popüler medyadaki kavram yanılgılarının ve komplo teorilerinin üstesinden gelebilmek için “mit çökertme” (myth busting) yaklaşımını kullanmaktan kendinizi alamayabilirsiniz. Gerçeğin yanı sıra miti de tanımlayarak, doğru ve yanlışı yan yana koyup karşılaştırarak gerçeğin ortaya çıkmasını beklemek iyi bir yöntem gibi görünüyor olabilir. Ancak bir kez daha, bunun kötü bir yaklaşım olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum “mitin gerçek olandan daha fazla hatırda kalması” olarak tanımlanan geri tepme etkisi (backfire effect) ile sonuçlanır.

Bununla ilgili en çarpıcı örneklerden birisi, grip aşılarıyla ilgili “Mitler ve Gerçekler” el ilanının incelendiği bir çalışmada görülmüştür. Katılımcılar, el ilanını okumalarından hemen sonra gerçekleri gerçekler, mitleri ise mitler olarak doğru bir şekilde hatırlamışlardır. Ancak sadece 30 dakika sonra sonuçlar tepetaklak olmuş, mitler ağırlıklı olarak “gerçek” olarak hatırlanmıştır.

Mitlerden sadece bahsetmek bile onları kuvvetlendirmektedir. Zaman geçtikçe miti duyduğunuz bağlamı (yukarıdaki örnekte mitin çürütülmesini) giderek unutursunuz ve sadece mitin kendisini hatırlarsınız.

İşi daha da çetrefilli hale sokan, çok sabitleşmiş inançlara sahip olan bir gruba eski bilgiyi geçersiz kılan düzeltici bilgi sunulmasına rağmen, grup bakış açısını kuvvetlendirmiştir. Bize sunulan yeni bilgi, inanç sistemimizde ve bunlarla ilgili duygularımızda tutarsızlık oluşturarak rahatsızlığa neden olmaktadır. Fakat biz inandıklarımızı modifiye etmek yerine, kendi kendimizi doğrulama eğiliminde oluruz, çelişen bilgiden daha da fazla hoşlanmaz hale gelir ve kendi bakış açımız içine daha da fazla gömülürüz. Buna “bumerang etkisi” denir, bu etki insanları daha iyi davranışlara yöneltmeye çalışırken büyük bir sorun olarak karşımıza çıkar.

Örneğin, halka sunulan sigara, alkol ve uyuşturucu tüketimiyle ilgili bilgilendirmeyi hedefleyen mesajların hepsinin tam tersi bir etkiye sahip olduğu araştırmalarla gösterilmiştir.

Arkadaş edinin

O zaman, eğer gerçeklerden destek alamayacaksanız, insanları mantıksız fikirlerinden ya da komplo teorilerinden nasıl kurtaracaksınız?

Bilimsel okuryazarlık muhtemelen uzun vadede yardımcı olacaktır. Bununla kastettiğim, bilimsel gerçeklere, tanınmış bilimcilere ve bilimsel tekniklere bir aşinalık değil. Bahsettiğim, analitik düşünme gibi bilimsel metotta bir okuryazarlıktır. Gerçekten de araştırmalar göstermiştir ki, komplo teorilerinden kurtulabilmek, daha fazla analitik düşünmeyle ilişkilidir. İnsanların çoğu bilimle uğraşmaz, ancak bazen ilgili bir şeye denk gelirler ve günlük hayatlarında bu gördüklerinin yeri olur. Bu durumda insanların, bilimsel iddiaları eleştirel bir biçimde değerlendirebilmek için gerekli becerilere sahip olma ihtiyaçları doğar.

Elbette ki bir ülkenin müfredat programını değiştirmenin, benim trendeki argümanıma bir faydası olmayacak. Daha kısa vadede sonuç veren bir yaklaşım için, bir grubun parçası olmanın çok etkili olduğunu fark etmek önemlidir. Fikri savunmaya başlamadan önce tanışın, kaynaşın.

Bu arada, geri tepme etkisinden kaçınabilmek için, mitleri görmezden gelin. Hatta hiç bahsetmeyin, değinmeyin. Sadece en temel öğelerin üzerinde durun: Aşılar güvenlidir ve gribe yakalanma olasılığınızı %50 ila %60 arası azaltır, nokta. Karşıt iddialardan bahsetmeyin, yoksa bu iddialar daha fazla hatırlanmaya eğilimli olur.

Aynı zamanda, rakiplerinizin diklenmesine fırsat verebilecek şekilde bakış açılarına meydan okumayın. Bunun yerine, önceki inançlarıyla uyuşan açıklamalar önerin. Örneğin, muhafazakâr iklim değişikliği inkârcıları, eğer kendilerine çevre dostu iş olanakları konusu açılırsa görüşlerini değiştirmeye daha eğilimlidirler.

Bir öneri daha: Kendi görüşünüzü anlatmak için öyküleri kullanın. İnsanlar, tartışmalardan ya da tanımlayıcı diyaloglardan ziyade kendilerini öykülere kaptırırlar. Öyküler, sunmak istediğiniz sonuçları neredeyse kaçınılmaz kılacak şekilde, neden ve sonuç arasında bağlantı kurar.

Tüm bunlar, gerçeklerin ve bilimsel uzlaşının önemsiz olması demek değildir. Onlar hayati derecede önemlidir. Ancak düşünme şekillerimizdeki kusurların farkında olmak, sizin, ilgili hususu çok daha ikna edici bir biçimde sunabilmenize yardımcı olacaktır.

Dogmalara karşı çıkmak çok önemlidir, ancak mantıksal bağları olmayan noktaları kafamızda birleştirip komplo teorisi üretmek yerine, iddia sahiplerinden kanıt talep etmeliyiz. Bir inancı destekleyen verileri sorun, onu sınayan bilgiyi arayın. Bu sürecin bir parçası da kendi yanlı içgüdülerimizin, sınırlarımızın ve mantık safsatalarımızın farkına varmaktır.

Peki bu durumda, kendi tavsiyemi dinleseydim, trendeki sohbet nasıl giderdi? Şimdi tekrar işlerin deli saçması bir hal aldığı o ana dönelim. Bu sefer, derin bir nefes alarak konuya dâhil oluyorum.

“Hey, maç skoru muhteşemdi. Ben maalesef bilet bulamadım”.

Kısa sürede sohbetimiz derinleşir ve biz takımın bu sezonki başarısından bahsederiz. Birkaç dakikalık bir sohbetten sonra Ay’a inmeyle ilgili komplo teorisini ileri sürene döner ve derim ki:

“Hey, Ay’a inme hakkında söylediğini düşünüyordum. Fotoğrafların bazılarında Güneş görünmüyor muydu?”

Başıyla onaylar.