Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19 salgını boyunca medyanın rolünü vurgulamak ve yanlış bilgi sorununa işaret etmek için bir iletişim stratejisi hazırladı. Stratejinin odağında, salgını bilinmezlik haresinden kurtarmak için doğru, güncel ve anlaşılır bilgi aktarımı var.
Yeni koronavirüs (Covid-19) salgını başladığından bu yana, yanlış bilgi sorununun her yüzüyle muhatap olduk. Örneğin sosyal ve siyasi bagajlarımızı tıbba aktarmakta büyük maharet sergiledik. Türkiye’de henüz bir vaka görülmemiş olmasına, temizlik normlarımızla ile kurumların inkar etmesi arasında bir açıklama bulmaya gönülsüzüz. Komplo teorilerine ve felaket senaryolarına, yahut çocuksu çözümlere inanmaya da bir o kadar hevesli. Belli ki epey korkmuşuz.
Bu elbette yalnız bize ait bir sorun değil. Salgın henüz 102 ülkeye ulaştı; ancak yanlış bilgi salgını yeryüzünün en ücra köşesine, sosyal medyanın gücüne şükürler olsun çoktan yayıldı. “Paylaştığım bir WhatAapp mesajı nasıl bir sorun yaratabilir ki” dememek gerek. İnsanlar bir anda maske sırasına girince, sağlık profesyonellerinin kullanması gereken N95 stoklarında sorun yaşanmaya başladı. Online siparişler düştü. Uzakdoğulular gittikleri her yerde dışlanmaya, hor görülmeye başlandı.
Sorunun en çok farkında olanlar da, en çok muhatap olanlar. Tam da bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü, Kızılhaç ve BBC Media Action, 4 Mart günü tüm dünyadan gazetecilerle “COVID 19 ile mücadele ve hayat kurtarmada medyanın rolü” adlı bir webinar gerçekleştirdi; salgınla baş etmeye çalışırken yardımcı olacak temel ipuçları ile düşülmesi muhtemel tuzaklara işaret etti.
Bilinmezliği dağıtmak
Webinar dört başlıkta yapılandırılmıştı. Bilgilendirme ve ile motivasyona odaklanan ilk başlıkta, salgının geldiği noktada Dünya Sağlık Örgütü’nün geliştirdiği iletişim modeli anlatıldı. Bu model, örgütün medyayı da kapsayan paydaşlarıyla iletişimine odaklanıyordu. Örgüt, bu paydaşlara güncel ve doğru bilgi aktarımını önceliklendirmiş ve risk analizini yapmıştı. Buna göre, salgın yapısal olarak “kabul edilebilir” bir risk değildi. Öngürülemez, ölçülmesi zor, kontrol edilemez, getiri vaat etmeyen, adil olmayan bir risk olarak görülüyor ve bu nedenle de yanlış bilgi yayılımına kapı aralıyordu. Amaç, bu risk algısını tersine çevirmek, salgının ölçülebilir, bizim kontrolümüzde, doğal, adil ve sonunda bir şeyler kazanabileceğimiz bir risk olarak algılanmasını sağlamaktı. Yani salgın etrafındaki gizem ve bilinmezlik haresini dağıtmak, onu baş edilmesi bize bağlı bir meydan okuma olarak görmemizi sağlamak. Nitekim böyle de.
İkinci başlık biraz da bu süreçte güven inşası ile kurumlar ve sağlık profesyonellerine güvene dayanıyordu. 21. yüzyılda en çok yıpranan duygularımızdan biri olarak güven, elbette verili bir duygu değil. Güvenmek için olumlu tecrübelere ihtiyacımız var; ama onları yok sayarak bu güveni inşa edemeyiz. Webinarda tam da burada işaret edilen ve altı özellikle çizilmesi gereken bir ilke dile getirildi: Gazeteciler aslında sağlık sisteminin doğal bir parçası. Kurumların gazetecileri, gazetecilerin de kurumları ciddiye alması ve birbirlerini önceliklendirmeleri kamunun doğru bilgiye erişimi için yaşamsal. Türkiye’deki sağlık otoritelerinin de bu ilkeyi ciddiye almaları gerek.
Dozunda, doğru ve anlaşılır bilgi
Yanlış bilgi ile mücadele ise webinarın kuşkusuz en önemli başlığıydı. İlk olarak meşhur “infodemic” tabirinin tanımı yapıldı. Infodemic’ten kasıt yalnız yanlış bilginin yayılımı değildi:
- Fazla bilgi: İhtiyaca karşılık vermeyen, karmaşık, organize edilmemiş, yığın halinde bilgi insanları ürkütüyor. Bu sağanak, kötü niyetlilere malzeme de taşıyor.
- Yanlış bilgi: Yanlış bilgiyle mücadelede, takip ve doğrulama kadar, yayılmasına hizmet etmemeye de (Tıbbın ilk ilkesi; öncelikle zarar verme) de işaret edildi.
- Teknik bilgi: Bilinmezlik haresi ve yabancılık hissiyle mücadelede özellikle vurgulandı. Tıbbi ve teknik tabirler, genetik çözümlemeler, kodlar ve Latinceyle yüklü metinler, insanların bir uzaylıyla karşı karşıya oldukları ve ellerinden hiçbir gelemeyeceği fikrini pekiştirmekten, kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olmaktan başka işe yaramıyor. Burada da gazetecilere düşen, uzmanların onlar için metinleri anlamlandırmalarını istemek ve içeriği elden geldiği kadar anlaşılabilir, sindirilebilir hale getirmek.
Korku ve kaygı, ayrımcılığı besliyor
Webinarın son bölümünde ise damgalama (stigma) ve ayrımcılıkla mücadele konuşuldu. Aslında bu sorun salgının başladığı ilk günden bu yana karşımızda. Önce Uzakdoğu’nun beslenme alışkanlıklarıyla karşımıza çıktı; şimdi de Avrupa’nın tuvalet alışkanlıkları gündemde. Asıl tehlike ise, salgın ülkeye ulaştığında, enfekte olanlara yönelik kişisel damgalama ve ayrımcılığın yükselmesi.
Uzmanlar bu tepkinin başta anlaşılır ve insani olduğunu düşünüyor. Yeni bir virüs, çok fazla bilinmeyen var, korku ve kaygı uyandırıyor ve başkalarını suçlamak başvurulabilecek en kısa yol. Burada ısrarla izlenmesi gereken patika, ne kadar önlem de alınsa, hastalıkların coğrafi sınır, etnik köken ya da topluluk ayırmayacağı. (Aslına bakarsanız virüs bu bakımdan epey “eşitlikçi” bile görülebilir.)
Virüs ve hastalıklara bölgeleri ve toplumları işaret eden isimler vermemek de bir yol; Wuhan koronavirüsü dememek, Covid-19 adına sadık kalmak örneğin. Samimi ve açık iletişimi sürdürmek, tek tek kişilere değil tedavi ve aşı çalışmalarına odaklanmak, tekinsizlik yaratacak belirsiz ifadelerden uzak durmak gibi bazı ipuçları epey işe yarıyor.
Webinarda aktarılanlardan en akılda kalıcıları başlıklardan biri de, “doğruluk kontrolünü, hakikat kontrolüne çevirmek” olarak özetlenen bakış açısıydı. Özellikle biz teyitçiler, doğrulama yaparken yalnız olguları aktarmakla kalmamalı, bir gerçeğin neden hep belli bir yöne büküldüğünün altında yatan hakikati görmeye de odaklanmalıydık. Kamuoyunu rahatlatmanın ve aklıselime davet etmenin başlangıç noktası olarak empati… Konuyu haberleştirir ya da doğrulama yaparken, bu salgının bize içinde bulunduğumuz dünya ve değerlerimiz hakkında da bir şeyler anlattığını akılda tutmak gerekiyor belli ki.