Uluslararası Af Örgütü “Susturulmuş ve Yanlış Bilgilendirilmiş: Covid-19 Pandemisinde İfade Özgürlüğü Tehlikede” isimli raporunu yayımladı. Rapora göre hükümetlerin sansür politikaları ve internetteki bilgi kirliliği sebebiyle Covid-19 ile ilgili doğru bilgiye erişim kesintiye uğruyor ve bu halk sağlığı için bir tehlike.
Uluslararası Af Örgütü Kıdemli Araştırma, Savunuculuk ve Politika Direktörü Rajat Khosla sansür politikalarının bilgi kirliliğini artırdığını düşünüyor: “Pandeminin ortasında gazeteciler ve sağlık çalışanları susturulup hapse atıldı. Bunun sonucunda insanlar kendilerini ve topluluklarını nasıl koruyacakları da dahil olmak üzere Covid-19 hakkında bilgilere erişemedi. 5 milyon civarında insan Covid-19 sebebiyle hayatını kaybetti ve bu sonuca yol açan bir unsur bilgi eksikliği olabilir.”
Rapor, hükümetlerin ifade özgürlüğü karşıtı hamlelerine, sağlık hakkındaki bilgilerde sansür ve cezalandırmaya başvurmanın sonuçlarına, veri şeffaflığı ihtiyacına, sosyal medya platformlarının yerine getiremediği sorumluluklarına mercek tutuyor.
“Pandemi baskıcı düzenlemeler için gerekçe olarak kullanıldı”
Rapor yetkililerin kriz boyunca sansür ve cezalandırmaya başvurmasının, insanlara ulaşan bilginin niteliğini düşürdüğünü ortaya koyuyor.
İlk örnek 2019’dan, pandeminin başlangıcından. İfade özgürlüğü konusundaki tartışmalı uygulamalarıyla bilinen Çin’de virüsün ortaya çıktığı ilk haftalardan itibaren, “yanlış ve zararlı bilgi üretip kasıtlı olarak yaydıkları” gerekçesiyle insanlara soruşturma başlatıldığı, çeşitli makalelerin silindiği ve sosyal medya etiketlerinin kaldırıldığı hatırlatılıyor.
Daha önce gazetecileri, insan hakları savunucularını ve hatta bazen yalnızca görüşlerini paylaşan bireyleri kriminalize etmek ve baskılamak için kullanılan “yalan haber”, “toplumsal değerler”, “toplumsal güvenlik tehdidi” ya da “terörizm” gibi kavramların yanına, Covid-19 ile birlikte “halk sağlığını tehdit” de eklendi. Raporda bunun doğru bilgiyi aktarmaya çalışan kişileri baskılamak için bir araç haline geldiği ifade ediliyor. Mevcut dezenformasyon yasalarının bu alandaki ifade özgürlüğünü kısıtlamak için başvurulan ilk araçlardan olduğu örneklerle aktarılıyor. Rusya, Tanzanya, Endonezya, Özbekistan, Küba, Uganda, Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Tayland benzer gerekçelerle başvuran ülkelerden.
Diğer yandan, etkili önlemler almasını beklediğimiz ve almadığı için eleştirdiğimiz yetkililerden bazılarının, ülkelerinde Covid-19 hakkında yayılan yanlış bilgilerin büyük bir bölümünden sorumlu olduğuna da dikkat çekiliyor.
Herkes için belirsizliğin derin olduğu salgının ilk dönemlerinde, ABD, Brezilya, Meksika, Çin, İran, Filipinler ve Tanzanya gibi ülkelerde politikacılar tarafından seslendirilen yanlış bilgilere ya da en ‘iyimser’ şekilde pandeminin hafife alınmasına ilişkin sayısız örnek olduğu hatırlatılıyor. Çoğu durumda yanlış bilgi, siyasi güç elde etme, kutuplaşmayı ve baskıyı derinleştirme fırsatı yaratmış oluyor.
İlginizi çekebilir: John Magufuli’yi kim öldürdü?
“Yanlış bilgi karşıtı yasalar vaat edilenin aksini yaratıyor”
Pandemiyle mücadele kapsamında hızla getirilen yeni yasalar ve acil durum önlemlerinin, krizlerin (serbest bilgi akışını bastırmak da dahil olmak üzere) yeni baskıcı yasaların türemesi için ne kadar verimli bir zemin olduğunu gösterdiği vurgulanıyor.
Bu tarz düzenlemelerdeki belirsiz kelime seçimlerinin hükümleri geniş yoruma ve kötüye kullanıma açık hale getirdiği belirtiliyor. Hükümetlerin izlediği mücadele yöntemlerini nesnel ve doğrulanabilir bulgularla eleştiren kişilerin görüşleri “halk sağlığını tehdit ettikleri” gerekçesiyle baskılanabiliyor. Dezenformasyon sorununa “tedavi” gibi sunulan düzenlemelerin birçok ülkede salgın bağlamındaki kamusal tartışmaları bastırmak için kullanıldığı aktarılıyor.
Rapor yaşananların, sansür veya “sahte haberlerin” suç sayılması gibi tedbirlerin, yetkililere duyulan güvensizliğin artmasına, meşru tartışmaların bastırılmasına ve komplo teorilerinin büyümesine yol açabileceğini vurguluyor.
İfade özgürlüğünün ve bilgiye erişimin güvence altına alınmasının tartışma ortamını ve katılımı güçlendireceğini ve böylece krizin üstesinden gelmek için uygulanabilecek çözümlerin çeşitlenerek, kaynakların en doğru şekilde kullanıldığından ve toplumun her kesiminin halk sağlığı önlemlerine erişebildiğinden emin olunabileceği ifade ediliyor.
“Veri şeffaflığı sorunu derinleşti”
Raporda çeşitli Avurpa ülkelerinden Brezilya’ya kadar birçok ülkede bilgi edinme hakkı yasalarının değişikliğe uğradığı gösteriliyor. Kamu kurumlarının bilgi edinme hakkı kapsamındaki yükümlülüklerinin esnetildiği, yanıt verme sürelerinin uzatıldığı, reddedilen bilgi edinme taleplerine karşı itiraz yolunun kapatıldığı belirtiliyor.
Ekvator Ginesi hükümeti, verilerin muhalefet tarafından halk sağlığı çalışmalarını itibarsızlaştırmak için kullanıldığını savunarak, Mayıs 2020'de yeni enfeksiyon sayılarını yayınlamayı durdurmuştu. Rapor bazı ülkelerin itibar, kapasite, güvenlik ve kamu düzeni ile ilgili endişeleri öne sürerek Covid-19 istatistiklerini yayınlamayı başaramadığı ya da reddettiğini ortaya koyuyor.
Uluslararası Af Örgütüne göre sansür ve baskı uygulamaları aşırı derecede cezalandırıcı ve yanlış bilgiye karşı genellikle etkisiz önlemler. İnsanları halk sağlığı rehberliğine uymaya teşvik etmek için güven ve işbirliği gerekli. Baskı ve sansür yetkililere duyulan güvensizliği besleyebiliyor, bu şeffaflık eksikliğinin yarattığı güven boşluğu ise yanlış veya yanıltıcı bilgilerle ve komplo teorileriye dolmaya oldukça müsait.
“Sosyal medya platformları kendilerine düşen sorumluluğu yerine getirmekte yetersiz”
Teknoloji şirketlerinin yanlış bilginin yayılmasında önemli bir rol oynadığı pandemi öncesinde de biliniyordu.
Tekrarlanan çağrılar ve artan baskının ardından, bazı teknoloji şirketleri yanlış bilginin platformları üzerindeki etkisini azaltmak için birtakım önlemler almaya başladı. Ancak yanlış bilgileri kaldırmayı veya işaretlemeyi, belirli grupları ve kullanıcıları platformdan uzaklaştırmayı veya bir mesajın iletilebileceği kişi sayısını azaltmayı içeren bu adımların ne kadar etkili olduğu yeterince açık değil.
Uluslararası Af Örgütü ise teknoloji firmalarından gelen bu yanıtları dağınık ve yetersiz buluyor. Şirketlerin kendi içinde yaptığı düzenlemeler etkisiz olarak görülüyor ve devletler dijital düzenleme ve veri koruma yasalarını yürürlüğe koymadığı ve uygulamadığı sürece, teknoloji şirketlerinin bu hakları benimseyeceğine inanmanın zor olduğunu düşünülüyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporu bir öneri listesi ile sonlanıyor. Öneriler iki farklı özneye yönelik.
- Devletleri güvenilir, kanıta dayalı, nesnel bilgiyi herkes için erişilebilir kılacak adımlar atmaya ve ifade özgürlüğünün önüne geçen “yalan haber yasası” gibi yasal düzenlemelerden vazgeçmeye çağırıyor.
- Şirketleri ise yanlış ve yanılıtıcı bilginin yayılmasını engellemek için basit moderasyon değişikliklerinden daha fazlasını yapmaya, iş modellerinden kaynaklanan sorunları da göz önünde bulundurarak insan hakları odaklı bir şekilde, etkili adımlar atmaya ve şeffaflığa davet ediyor.
Öneriler tek tek incelendiğinde gerçekçi ve uygulanabilir olmaktan uzak gibi duyuluyor olabilir. Ancak yanlış bilgi sorununun çok katmanlı yapısı, çeşitli müdahaleleri içinde barındıran bir çözüm kurgulamayı gerektiriyor. Sağlık alanında yaşadığımız bu geniş çaplı kriz bize doğru bilginin hayati bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü güvenilir, nesnel ve kanıta dayalı bilgilere erişimden yoksun olduğumuzda, kendi sağlığımız hakkındaki bilinçli karar verebilme becerilerimiz de sınırlanıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kapak: Jaskiran K. Marway /Uluslararası Af Örgütü