Unicorn tanımını daha önce duymuş olabilirsiniz. Değeri 1 milyar dolar veya üzeri olan girişimler için kullanılıyor. En bilindik örnekleri SpaceX, Airbnb, Uber, Facebook… Türkiye’nin ilk unicornu ise, Zynga’ya 1,8 milyar dolar karşılığı satılan Peak Games.
Hem bir ülke için hem de onun girişimcilik ortamı için unicorn çıkarabilmek gerçekten çok iyi haber. Ama bir de kötü haber var: Silikon Vadisi’nin unicornları yücelten kültürüne adapte olmaya çalışırken, daha fazla kâr için topluma hiçbir değer katmayan, hızlı exit etmeyi sürdürülebilirliğe tercih eden girişimlere, hak ettiğinden fazla anlam yüklüyoruz.
Şüphesiz unicornlar küresel finans sistemi ve mevcut yatırım dünyasının ardından enkaz bırakmayı umursamadan büyüme anlayışının önemli bir sembolü. Ancak hem mevcut sistemlerin hem de toplumsal yapıların, bu savruk gelişme trendini daha fazla kaldıramayacağı bir dönüm noktasındayız.
Mevcut girişimcilik ve girişim sermayesi anlayışı, niteliğin yerine ölçülebilir olanı, üretim yerine tüketimi, sürdürülebilir büyüme yerine hızlıca exit edip yatırımcıya maddi geri dönüş yapmayı, kolektif refah ve etki yerine, pay sahiplerinin cebine girecek meblağı önemsiyor. “Ne pahasına olursa olsun büyüme” yaklaşımı, potansiyelin hiç edilmesine ve inovasyonun geri plana atılmasına neden oluyor. Her 10 girişimden dokuzunun başarısızlığa uğradığından bahis açıldığında, başarı girişimin ne kadar kazanç sağladığı veya ne kadar değerleme elde ettiğiyle tartılıyor. Fakat tüm bunların yanında girişimlerin dünya için nasıl bir değer yarattığı çok daha az konuşuluyor.
Girişimcinin tatil yapma hakkı olmadığı ya da büyüme uğruna “devleti başa” çağıran söylemlere duyulan tiksintiyle karışık öfkenin sebebi de bu. Mevcut girişimcilik anlayışı, kurucuları ve yatırımcılarına sağlayacağı fayda dışında, toplum için yarattığı değer ya da söz gelimi ekoloji için sebep olacağı yıkımla ilgilenmiyor.
Başka tür bir sihrin peşinde
Her biri başarılı bir girişimin kurucusu olan dört kadın, Jennifer Brandel, Mara Zepeda, Astrid Scholz ve Aniyia Williams, Facebook gibi veri sızıntılarıyla kullanıcılarını, Uber gibi toksik çalışma ortamına göz yumarak çalışanlarını hayal kırıklığına uğratan unicornları destekleyen bir girişim sermayesi ortamına yeni bir alternatif öneriyor: Zebra hareketi.
Zebras Unite, kâr ile amaç arasında denge gözeten, demokrasiye önem veren, gücü ve kaynakları paylaşmaya davet eden yeni bir hareket. Efsanevi bir canlıyı beklemek yerine, yeni bir tür “sihir” öneriyorlar. Sembolüyse unicornun uzak kuzeni zebra. Bu metaforun seçilmesinin birkaç sebebi var. İlki zebralar kuzenlerinin aksine mistik değil, gerçekler. Siyah ve beyazlar, çünkü kâr ve sosyal etkiyi sürdürülebilir biçimde dengeleyebiliyor, birini diğeri pahasına ezip geçmiyorlar. Zebralar ortaklaşmayı önemsiyor. Grup halindeyken birinin tekil katkısı, kolektif çıktıya dönüşebiliyor. Zebralar birbirlerini gözetip, destekliyor. Son olarak zebra şirketler, koşullar hayatta kalmalarına elverdiği sürece, eşsiz bir dayanıklılık gücü ve sermaye efektifliği ile inşa ediliyor. Daha az maliyetle, sosyal etkisi daha yüksek işler ortaya çıkarabiliyor, sert rüzgarlarda sönüp giden bir mum hassasiyeti göstermiyorlar.
Zebras Unite’ın kurucuları, mevcut düzenin ethosunu Rebecca Solnit’ten ödünç aldıkları ölçülebilirliğin tiranlığı olarak adlandırıyor. Oyun bozan unicornların, tamir eden, inşa edip geliştiren ve bağlantılar kuran işletmelere tercih edildiği bu düzende, ölçülebilir olan her şey ölçülebilir olmayandan önceliği kapıyor: Kişisel kazanç kamusal faydanın, hız ve efektiflik, refah ve kalitenin yerine geçiyor.
Hareketin kurucuları sosyal girişimcilikten bahsediyor gibi gelebilir. Oysa bir zebra şirket sosyal girişim olmak zorunda değil. Hareketin, sosyal girişimciliğin değerleriyle ortaklaşan pek çok yönü olsa da aralarında zaruri bir ilişkisellik yok. Kurucuların geliştirdiği ve zebra şirketlerin unicornlarla kıyaslandığı şablona göre, zebra şirketler, aynı sosyal girişimler gibi üssel büyüme yerine, sürdürülebilir refahı, kazanan ve kaybedenlerin olduğu bir rekabet ortamındansa, herkesin kazandığı dayanışmacı bir kültürü, nihai ürünün adaptasyonundansa, süreçlerin iyileştirilmesini önceliklendiriyor.
Birçoğu kültürümüze temas etmediği için uygun Türkçe karşılığı olmayan kavramları olduğu gibi bırakmayı ve şablonu çevirmemeyi tercih ettim.
Kurucuların 2017’de yayınladığı “Zebralar unicornların bozduğunu düzeltiyor” başlıklı yazının ardından, benzer hisleri ve düşünceleri paylaşan binlerce kurucu, girişim ve yatırımcı bir araya geldi. Girişimcilik kültürünün, gözyaşlarıyla sonlanan hatalar ya da çoğulculuk eğitimleriyle iyileştirilemeyeceğini düşünen bu insanlar, ta en başından dünya için anlamlı ürünler ve hizmetler geliştirme yaklaşımından ve bunu yapabilecek kuruculardan yoksun unicorn krallığına girmeyi önemsemiyor. Çünkü farklı bir anlayış gerektiğine inanıyorlar. Ancak yol engelsiz değil. Çoğu zebranın ortaklaştığı birkaç temel sorun var:
1) Süreçlere değil ürünlere odaklı yatırım
Mevcut yatırım mantığı, teknolojiyi bir gümüş kurşun gibi görüyor ve akıllı telefon uygulamalarıyla tüm sorunların yok olacağı inancına sahip. Daha fazla uygulama evsizlik, yoksulluk gibi sorunları çözmeyecek. Ancak bu sorunları çözmeye çalışan şirketler için en büyük engel, kurumların adapte olmasını, inovasyonların başarısını ölçmesini, yeni pratikler geliştirmesini sağlayacak zamana ve sürece yatırım yapılmaması. Benzer bir deneyimi Teyit’in ilk gününden beri yaşıyoruz. Başka bir yazıda, daha detaylı açıkladığım gibi, önemli olan nereye vardığımız değil, yolculukta edindikleriniz.
2) Zebra şirketler çoğunlukla kadınlar ya da temsil edilmeyen gruplar tarafından kuruluyor
Sosyal etki çıktısı yüksek şirketlerin kurucuları çoğunlukla kadın. Ancak yatırım ve kredi bulmada kadınlar her zaman dezavantajlı konumda. Givin’in kurucusu Başak Sucuka, aldıkları yatırımı nasıl kullanacaklarıyla ilgili yaptıkları görüşmede, yatırımcının eşinin maaşına atıfla Sucuka’nın daha az maaş almasını önerdiğini aktarıyor ve yatırımcının muhtemelen erkek bir girişimciye bu cümleyi kurmaya cüret edemeyeceğini ifade ediyor, haklı olarak. Türkiye’deki sosyal girişim liderlerinin yüzde 55’inin kadın olduğunu söyleyen Türkiye’de Sosyal Girişimlerin Durumu başlıklı British Council raporuna göre, kadınların dış fon ve kaynaklarına ve finansmana erişimi erkeklere kıyasla daha düşük ve ne yazık ki bu hiç de şaşırtıcı değil. Benzer şekilde yüzde 58’ini kadın katılımcıların oluşturduğu Türkiye Sosyal Girişimcilik Ekosistemi Durum Analizi raporunda ortaya çıkan en temel ihtiyaç, yatırım ve fon verenlerle ilişki kurmaktaki güçlüğün azaltılması olmuş.
3) Göremezsen, olamazsın
Girişimcilik dendiğinde dikkatleri Silikon Vadisi dışına kaydırabilmek ve zebraları bulmak pek kolay değil. Başarılı girişimcilerin önünde hem kârlı ve sürdürülebilir iş modellerini geliştirmiş, hem de sosyal etkisi yüksek yenilikçi örnekler yok. Zebraların daha görünür olması gerekiyor.
4) Zebralar son kullanma tarihi geçmiş iki paradigma arasına sıkışıyorlar: Kâr amacı güden (for-profit) ve kâr amacı gütmeyen (nonprofit)
Çoğu zebra şirket yeni bir tür yapı denemeye çalışıyor. Mevcut yasal yapılar (şirket, dernek, hibrid gibi) çoğu zaman ihtiyaçları karşılayamadığı için, farklı yöntem arayışları devam ediyor. Ancak bu pek çok şirkete pahalıya patlıyor. Masrafın çoğu da bürokratik harcamalardan değil, kurucuların en kıymetli sermayesinin harcanmasından kaynaklı: Zaman. Benzer zorlukları Teyit’te de yaşıyoruz. Ne dernek, ne de şirket yapısının çalışmalarımıza uygun olmadığını düşünüyoruz. Fakat ikisinin de iyi yönlerini kullanabilmek için birden fazla kurum çatısı altında faaliyet göstermekten başka çaremiz kalmıyor.
5) Etki yatırımcılığının bakış açısı oldukça dar ve risk almaktan uzak
Etki yatırımlarının çoğu temiz enerji, mikrofinans ya da küresel sağlık gibi sınırlı alanı hedefliyor. Etki yatırımı dünyasının, medya ve eğitim gibi pek çok sektörü dışlaması, bu alanlarda inovasyonun önünü tıkıyor. Örneğin Cumhurbaşkanlığı’nın Türkiye’deki etki yatırımı ekosistemine ilişkin raporunda, etki yatırımcılığı sadece beş alanda teşvik ediliyor.
İllüstrasyon: Arthur Jones, Zebras Unite
Zebralar Covid-19 sonrası ekonominin itici gücü olabilir
Girişimci olmak, dili sarkana kadar çalışıp, psikolojik sermayeyi, ilişkileri, sosyal bağları tüketene kadar büyümeyi gerektirmiyor olabilir. Silikon Vadisi’ne özenen ve büyük oranda dayatmacı hale gelen, çoğunlukla hızlandırıcılar aracılığıyla yaygınlaştırılan “her şeye, herkese rağmen” kültürü, girişimcilik için tek çare olmak zorunda değil. Unicorn olmamak ya da olamamak, bir girişimciyi başarısız yapmaz. Aksine unicorn olmayı birincil hedef olarak gören bu kültürün sürdürülebilirlik namına vaadettiği çok az şey olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Zebra hareketi tatmin etmediyse, girişimcilere daha dayanıklı olmayı ve birer deveye dönüşmeyi öneren farklı kaynaklara da göz atabilirsiniz. Hangi hayvanın ismiyle çağırılırsa çağrılsın asıl önemli olan, girişimi ve değerlerini belirleyen şey olmalı: Nasıl kazandığı ve nasıl harcadığı. Teyit’te de öncelik listesinin başına koyduğumuz ve bu yazıyla tekrar altını çizmek gerektiğine inandığım, sosyal etki çıktısının bu döngüde en önemli paya sahip olduğu.
Covid-19, içine doğduğumuz sistemin uzun zamandır görmezden geldiğimiz hatalarının, her şeyi nasıl da bir anda tepetaklak edecek kadar kırılganlaştığını gösterdi. İnsanlık tarihinin en olgun ve gelişmiş yapıları olduğu sanılan sistemlerimizi, basit bir virüs birkaç ayda yalpalatabildi. Etkilerini gün geçtikçe daha acı hissedeceğimiz bu değişimin tam ortasında hala parlayan bir umut var. Covid-19 sonrasının yeni ekonomik modellerini, eşitlikçi ve kapsayıcı yapılarını, inovasyon süreçlerini; her şeye ve herkese rağmen büyürken ardında yıkıntılar bırakan unicornlar değil, zebralar inşa edebilir.