Teyitçiliğin önemi maalesef çoğu zaman kriz anlarında, acı biçimde anlaşılıyor. Ukrayna Rusya savaşında, İzmir depreminde, orman yangınlarında, Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşanan bombalı saldırılarda ve pandeminin ilk haftalarında doğru bilgiye erişimin en hayati ihtiyaçlardan biri olduğunu gördük. Bu tür krizler daha ilk andan itibaren yanlış bilginin hızla yayılmasına yol açıyor. Ancak yanlış bilgi sadece ekranlarda kalmıyor, kriz anlarında gerçek hayatı da ciddi biçimde etkiliyor.
Teyit olarak depremin ilk anından beri güçlü bir koordinasyonla yanlış bilgilerin önüne geçmek için çalışmaya koyulduk. Deprem süresi boyunca çok az uyuduk, çok az dinlendik, belki birçok kişinin karşılaştığından katbekat üzücü görüntüyle karşılaştık. Deprem bölgesindeki çalışmalara AHBAP’a verdiğimiz destekle katkı sağlarken, en iyi bildiğimiz işi, teyitçiliği, doğru bilginin savunuculuğunu yaptık, yanlış bilgilerin peşine düştük. Tüm bu süreçte tek amacımız deprem bölgesindeki yurttaşların zaten tahayyül dahi edilemeyecek derecede zor olan hayatlarının yanlış bilgiler tarafından daha da zorlaşmasının önüne geçmekti. Bu motivasyonla 150’ye yakın şüpheli bilgiyi inceleyip sonuçlandırdık.
Belirsizlik, internetsizlik ve yanlış bilgiyle mücadele
Kullanıcılarımız bize doğruluğundan emin olmadıkları bilgileri içeren 10 binin üzerinde mesaj göndererek çalışmalarımıza katkı sağladı. E-posta adreslerimize, sosyal medya hesaplarımıza Teyit’e gönüllü katkı vermek istediğini belirten yüzlerce mesaj geldi. Farklı görüşlerden ve arkaplanlardan tanıdığımız, tanımadığımız binlerce kişinin deprem gibi kriz anlarında destek kuruluşlarının yanında başvurulacak kaynaklardan biri olarak Teyit’i göstermesi yanlış bilgi sorununa dair toplumsal refleksin birkaç yıl önceye göre çok daha geliştiğini gösteriyor. Ve tabii Teyit’in etki alanının da.
Hayati ihtiyaçların karşılanması doğru ve sağlıklı bir bilgi akışıyla mümkün. Fakat deprem bölgesinde internete erişimde yaşanan büyük sorunlar bu akışın önüne geçti. Bu sebeple deprem bölgesindekilerin hayatını kolaylaştıracak bilgileri ve karşılaşabilecekleri yanlış bilgilerin doğrularını bir araya getirip basılı broşürlere dönüştürdük ve kısa süre içinde İhtiyaç Haritası ve Afet Platformu işbirliğiyle depremden etkilenen illere dağıttık. Şimdiye kadar üç sayı dağıttığımız bu broşürlerde hijyenden soba zehirlenmesine kadar gündelik hayatı kolaylaştıracak pek çok başlık yer alıyor.
Teyitçiler olarak yanlış bilginin önüne geçmek için farklı yöntemleri deneyerek ne kadar müdahalede bulunsak da, yanlış bilgi sızacak ve hayatımızı etkileyecek bir yol buluyor. Bugüne kadar karşılaştığımız krizlerden hareketle deprem ve afet gibi kriz anlarında yanlış bilginin izlediği rotanın bir haritasını çıkarmamız mümkün.
Kriz anlarında yanlış bilginin yedi aşaması
Her kriz döneminde olduğu gibi 6 Şubat depremleriyle ilgili çalışmanın temel zorluğu bilgi akışının hız kazanması ve şüpheli bilgilerin hacminde patlama yaşanması oldu. Bize gelen bildirimler, takip ettiğimiz şüpheli bilgiler ve teyit ettiğimiz bilgiler ışığında baktığımızda yanlış bilginin kriz döneminde yedi farklı aşamadan geçtiğini görüyoruz. Şüpheli bilgiler aşağıdaki sırayla karşımıza çıkıyor:
- Şüpheli görüntüler
- Komplo teorileri
- Yardım çalışmalarına ilişkin şüpheli bilgiler
- Söylemler ve veriler
- Kutuplaşmayı besleyecek asayiş konuları
- Normale dönen bilgi akışı
- Şüpheli bilgi atakları
Şüpheli görüntüler korku ve panik ortamını büyüttü
Depremin hemen sonrası yaşananlarla ilgili bilginin kısıtlı olduğu, herkesin bilgiye erişmek için çabaladığı anlarda çok sayıda şüpheli görüntünün yayıldığına tanıklık ettik. Bu görüntüler farklı tarih ve lokasyonlardaki depremlere aitti. Yıkıma dair güncel olmayan görüntülerin yaygınlaşması sosyal medyada zaten var olan korku ve panik ortamının daha da derinleşmesine yol açtı. Yıkılan binalar, kurtarma çalışmaları gibi konularda eski tarihli veya farklı lokasyondaki depremlere ilişkin görüntüler artçı sarsıntılarda da yayılmaya devam etti.
Komplo teorileri ve tali tartışmalar odağın kaymasına yol açtı
Depremin yarattığı yıkımın boyutu daha yeni yeni anlaşılırken bilimsel bilgiyi reddeden, aşı karşıtlığından iklim komploculuğuna kadar rasyonalitenin sınırlarını zorlayacak komplo teorilerini sosyal medyada ve mesajlaşma gruplarında sistematik biçimde yayanların sahaya çıktığını gördük. Teyit olarak onlarca kez çürüttüğümüz, depreme HAARP’ın yol açtığı iddiası Twitter’da trend konu bile oldu. Sosyal medyada herkes bir şekilde teyitli bilgi yaymak için çalışırken veya depremde yakınlarını kaybedenler yardım ve destek talep ederken komplo teorilerini yaymak için organize olanlar ABD'li petrol şirketinin Kahramanmaraş'ta petrol ararken depremi tetiklediği iddiasını yaymakla meşguldü. Buna kısa bir süre sonra Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım’ın Uzaydan gönderilen titanyum çubuklarla deprem yaratıldığı iddiası da dahil oldu. Bu konularda yaklaşık 10 analiz yayınladık.
Kısa sürede sosyal medyada yayılan ve depremin yapay olduğu iddiaları haber sitelerinin de dikkatini çekti elbette. Trafik kazanmak isteyen haber siteleri HAARP nedir ile başlayıp deprem tahminciliğinden çıkan çok sayıda “SEO haberi” yayınladı. Google’da “deprem” sözcüklerini aratan kişiler bir süre sonra depremin insan eliyle tetiklendiği yanlış bilgisiyle karşılaştı. Google Haberler anahtar kelimelerle oluşturulmuş haberlere karşı aksiyon almamasıyla biliniyor. Hatta yanlış bilginin kârlı bir işe dönüşmesine katkı sağlıyor.
Deprem sürecinde odaklanılması gereken hayat kurtarmak, bölgedekilerin hayatını bir nebze olsun kolaylaştırmak ve yardım faaliyetlerini organize etmek iken bu odağın çok tali yanlış bilgilerle çabucak dağılabildiğini gördük. Anadolu Efes ve Türk Tuborg’un AFAD’a göndermek istediği markalı polarların “alkol reklamı” olduğu gerekçesiyle reddedildiği iddiasıyla ilk karşılaştığımız anda bunun büyüyeceğini öngörmüştük. Öyle de oldu. Ulaştığımız bilgiler ışığında markalı polar gönderimi yapılmadığını ve böyle bir olay yaşanmadığını teyit etmiş olduk fakat yeterli bilgiye ulaşana kadar bu konu 48 saat boyunca neredeyse ana tartışma konusu haline çoktan gelmiş ve depremle ilgili ana odağı dağıtmıştı bile.
Komplo teorilerinin daha uzun vadeli siyasi etkileri de var kuşkusuz. Şu anda yaygınlaşan komplo teorilerinin yaklaşan seçimi de etkilemesi muhtemel. Bilhassa HAARP gibi, depremin sebebini bir “dış güç”e atfeden savlar daha önce olduğu gibi deprem sonrası dönemde ve seçim döneminde de siyasi bir argüman olarak kullanılmaya devam edilebilir. Depremin yol açtığı yıkımın önüne geçilemeyeceğine yönelik siyasi ifadeler göz önünde bulundurulduğunda, komplo teorileri aslında bu yıkıma yol açan gerçek hata ve sebeplerin konuşulmasının önüne geçebilir.
Yanlış bilgi yardım çalışmalarını sekteye uğrattı
Yanlış bilginin gerçek hayata yönelik etkilerini en net biçimde görebildiğimiz alanlardan biri yardım çalışmaları oldu. Binlerce kişi fiziksel olarak yardım etmek için deprem bölgesinde yer alırken, farklı illerdeki birçok kişi bulundukları bölgeden fiili veya çevrimiçi yardım ve destek sağlayabilmek için harekete geçti. Ancak depremin ikinci gününden itibaren yardım çalışmalarıyla ilgili yanlış bilgi içeren, hedef gösterme içeren ve bilgi eksikliği kaynaklı yanlış bilgilerin yayıldığına şahit olduk.
Gönderilen yardımların (ikinci el kıyafetin kabul edilip edilmediği gibi) niteliği, paylaşılan IBAN numaralarının doğruluğu sosyal medyada ciddi bir tartışma konusu oldu. Bu yanlış bilgiler yardım çalışmalarına destek olmak isteyen kişilerin yanlış yönlendirilmesine ve yardım çalışmalarının sekteye uğramasına yol açtı. Bölgede çok temel gereksinimlere ihtiyaç olduğu saatlerde yanlış bilgilerin yayılması ciddi bir olumsuz etkiye sebep oldu. Ancak deprem sadece kısa bir sürede olup biten bir olay değil, yardım süreçleri, rehabilitasyon ve yeniden inşa dönemini de kapsayan uzun bir kriz dönemi. Dolayısıyla yardım ve destek alanındaki yanlış bilgilerin bu alanlarda tartışma konusu olacağını öngörebiliyoruz.
Bilimsel verilerin çarpıtılarak aktarılması bilim insanlarına olan güveni zedeliyor
Bilim insanlarının ve uzmanların açıklamaları medyada depremin üçüncü gününden itibaren daha sık kendine yer buldu. Bununla birlikte sosyal medyada ve tartışma programlarında bilimsel verilerin ve bilgilerin de peş peşe sıralandığına tanıklık ettik. Ancak bu verilerin medya ve siyasetçiler tarafından sık sık çarpıtıldığına tanıklık ettik. Tohoku Üniversitesi Uluslararası Afet Bilimi Araştırma Enstitüsü Profesörü Shinji Toda’nın Kahramanmaraş depreminin dünyanın en büyük kara depremi olduğunu söylediği iddiası bunlardan biriydi. Ancak Toda, Kahramanmaraş depreminin karada meydana gelen en büyük depremlerden biri olduğunu söylemişti. Yani sözleri çarpıtılmıştı. Çarpıtılan bu sözler öyle bir hale geldi ki siyasetin zirvesinde de kendine yer buldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Şubat depremlerinin karada meydana gelen en şiddetli deprem olduğunu öne sürmüştü. Yaşanan depremin şiddeti su götürmez bir gerçek fakat Erdoğan’ın bu ifadesi abartma içeriyordu. Tarihte daha şiddetli depremler de yaşanmıştı.
Bununla birlikte Jeoloji Profesörü Cenk Yaltırak’ın depremin şiddetinin 11 olduğunu söylediği iddiası tamamen uydurma iken, yıllar önce uyarı niteliğinde söylediği “İstanbul’da 2026’ya kadar deprem olacak” ifadesi ise bağlamından koparılarak, korku ve panik ortamını körükleyecek biçimde aktarılmıştı.
Çarpıtılan bilimsel veriler bilime olan güvenin sarsılmasına yol açarken, yeniden gündeme gelen ve İstanbul’da olması beklenen depremle ilgili tartışmalar da kamuoyunda ciddi merak uyandırdı. Yaklaşık 20 milyon insanın yaşadığı bir kentte olması beklenen depremle ilgili iddialarda bilimsel bilgilerin çarpıtılarak aktarılması ciddi bir risk olarak karşımızda duruyor. Yanlış bilginin milyonlarca kişinin hayatına yapacağı etkiyi burada görebiliriz. Zira yanlış bilgiler sebebiyle beklenen depreme hazırlık süreçleri gecikebilir, insanların konuyla ilgili kafa karışıklıkları artabilir. Bilhassa “Şiddetli depremlere karşı yapılacak bir şey yok” türünden bir algının oluşması bile yanlış bilginin yol açtığı sonuçları göstermesi için yeterli. Karot testlerinin sağlam binalara zarar verdiği iddiasını doğru kabul edenlerin testten kaçınması ve yıkımla karşılaşması yanlış bilginin yol açtığı ciddi sonuçlardan biri olabilir.
Öte yandan depremlerin tahmin edilebileceğine yönelik yaygın inanç, ya bilim insanlarından olası depremlere ilişkin kesin tahmin beklentisine dönüştü ya da bilim insanlarının istatistiki verilere göre verdiği geniş zaman aralıklarının o bilim insanlarının güvenilmez olduğuna yönelik algıyı güçlendirmesine yol açtı.
Hedefte yine Suriyeliler: Asayiş olayları kutuplaşmayı besledi
Her kriz anında paylaşılan yanlış bilgiler kutuplaşmayı çok hızlı biçimde körükleyebiliyor. Bunun can alıcı örneklerini 6 Şubat depremlerinde de gördük. Depremin beşinci gününden itibaren Suriyeli nüfusun yoğun olduğu deprem bölgelerinde Suriyelilerin yağma ve hırsızlık yaptığına ilişkin iddialar yayıldı. Eski tarihli veya farklı lokasyonlardan yayılan görüntüler sosyal medyada mülteci düşmanlığı söylemlerinin hızla yükselmesine yol açtı. Yanlış bilginin kolay hedefi olan Suriyeliler bir kez daha günah keçisi haline gelirken, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın konuşması sırasında, canlı yayında bir Suriyelinin cep telefonu çaldığını öne sürdü. İddia sosyal medyada Suriyelilere yönelik yıkıcı karşıtlığı adeta pik noktasına vardırırken, iddianın doğru olmadığı ortaya çıkmasına rağmen Özdağ özür dilemeyeceğini söyledi.
Bölgede çadırkentlerde yaşam sürerken ve seçim dönemine resmen girmişken, bölgede yaşayan mültecilerle ilgili tehlikeli şüpheli içeriklerin artacağını ve yanlış bilginin fiziksel gerilimlere yol açması muhtemel.
Siyasetçi demeçlerindeki yanlış bilgiler geleceğimize etki edebilir
Büyük bir yıkıma yol açan deprem aynı zamanda siyasetin de ana gündemi oldu. Süreç içinde siyasetçilerin peş peşe demeçlerini duyduk sunduğu verilerle karşılaştık. Yıkımın boyutlarına ilişkin veriler, yakın geçmişi ilgilendiren ve geleceğe dönük yaklaşımlar siyasetçi demeçlerinin önemli bir parçasıydı.
Teyit olarak seçime günler kala siyasetçi demeçlerini incelemeyi sürdürüyoruz. Depreme ilişkin demeçler de odağımızda. Bunlardan biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği “Böylesi büyük bir felakete hazırlıklı olmak mümkün değildi” iddiası üzerineydi. Geçmişteki raporlar, daha önce yapılan ve yapılmayan çalışmalar depremin yarattığı yıkımın önüne geçilebileceğini gösteriyordu. Ancak depremin “felaket” ve “önüne geçilemeyecek bir afet” biçiminde ifade edilmesi hem bölgedeki rehabilitasyon çalışmalarını hem de gelecekte olması muhtemel depremlere ilişkin çalışmaların önüne geçme riskini de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla yanlış bilginin uzun vadeli planlama ve politikaları da şekillendirme riski bulunuyor. Bilhassa seçime dönük siyasetçi demeçlerinde depremin önemli bir konu başlığı olduğu aşikar. Bu konuda yanlış bilginin geleceğimizi şekillendirmemesi için çalışmaya devam edeceğiz.
Depremin üzerinden haftalar geçmesiyle birlikte bilgi akışı kriz zamanından uzaklaştı fakat önümüzde seçimler var. Deprem sürecinde yaygınlaşan yanlış bilgiler, oluşan bilgi karmaşası ise yalnızca kriz döneminde kalmıyor. Önümüzdeki günlerde, özellikle seçim döneminde yanlış bilgilerin ve komplo teorilerinin farklı biçimlerde ve versiyonlarda karşımıza çıkacağını öngörüyoruz. Yanlış bilgiyle görece daha minör ataklar biçiminde karşılaşmamız muhtemel. Ancak kriz dönemlerinde edindiğimiz tecrübe, biriktirdiklerimiz ve elde ettiğimiz içgörüler ışığında bunları önlemek mümkün.
Teyit olarak yanlış bilginin önüne geçmek için hem teyitçilik hem de eğitim alanında çalışmayı sürdürüyoruz. Bir yandan yayılan yanlış bilgileri açık kaynaklara dayalı kanıtlarla çürütüp yayılmasını engellerken, diğer yandan da öğrencileri, gazetecileri ve etki yaratabilecek farklı toplulukları eleştirel dijital okuryazarlıkla güçlendirmeye çalışıyoruz.
Eğer yanlış bilginin deprem gibi kriz anlarında nasıl ilerlediğini haritalayabilirsek hayati anlarda yaşamı olumsuz etkilemesinin önüne geçebiliriz. Bunu yapmak yalnızca teyitçilerin değil, medyanın, sosyal medya kullanıcılarının ve herkesin sorumluluğu.