Oktay’ın ekip grubumuzda paylaştığı bir Ekşi Sözlük entry’sinde hakkımızda şu tespitte bulunuluyordu: Çok uzatıyorlar.
Evet, çünkü bazı konular birkaç cümle ya da paragrafa sığmıyor. Tam da bu yüzden 2018 yılında internet sitemizdeki kategorilere “Dosya” kategorisini de ekledik. Şef editörümüz Gülin değişikliğin sebebini şöyle anlatmıştı: “Teyit editör ve yazarlarının şüpheli bilgilerden yola çıkarak, sahte haberi daha derinlemesine incelediği, veriye dayanan uzun soluklu araştırmaları içeren, vaka çalışmalarıyla desteklenen kapsamlı yazılar dosya kategorisi altında bulunuyor. İncelediğimiz şüpheli içerikler bazen bir analiz formatını aşıyor ve içerisinde çok farklı verileri, yöntemleri barındırıyor. Kullandığımız farklı yöntemleri aktarmak, birbiriyle ilişkili birkaç şüpheli bilgiyi bütünlüklü olarak incelemek konu hakkında daha genel bir resmi ortaya koyabilmemizi sağlıyor.”
Bir örnek üzerinden detaylandıralım, yakın zamanda yayınladığımız “İstanbul’un Kadim Sorunları” dosyası.
Hikayenin tamamı hakkında konuşmalıyız
Başlığın iriliği dikkatinizi çekmiştir: İstanbul’un kökleri derinlere giden yapısal sorunlarına tarihsel bir perspektiften bakmamız gereken bu dosyada, ekip olarak çalıştık. Yani çoklu yazar sistemini uyguladık. Ezgi Toprak, Öyküm Hüma Keskin ve benim hazırladığımız “İstanbul’un Kadim Sorunları”nı her biri dörder bölümden oluşan su, atıklar ve ulaşım başlıkları açısından inceledik. Dosyanın dört bölümden oluşan “Sular” ayağı yayınını tamamladık, önümüzdeki günlerde de “atıklar” kısmını okuyacaksınız. Yani sonuca ulaşmak epey zaman alacak, ama konuşmamız gerekenler var.
Çünkü bu dosyada temel olarak şunu ele almaya çalışmıştık: İstanbul’da yerel yönetim değiştikten sonra gelen ihbar ve sayısı artan iddialara tek tek bakmak verimsiz ve sığ kalmak anlamına gelebilirdi. Bunun yerine konunun yapısal tarafını anlamak; örneğin Haliç’teki kirliliğin 1980’e kadar uzandığını, hatta daha o zaman dahi bu kirlenmede iklim değişikliğinin payı olduğunu ortaya koymayı denedik. Bu nedenle ihbar ve iddiaları bağlamından koparmamak için, geçmişten günümüze bütün hatlarıyla ortaya koyduk.
Teyit’in Etkileşim Editörü Erdem’in verdiği bilgilere göre, ilk yazı bin 300 kez okundu ve okuyucular yazıda ortalama 3 dakika kaldı, yani çıkma oranı düşük. İki ve üçüncü yazılarda okunma bine yakın, diğer veriler sabit, dördüncü yazının okunma miktarı ise 300 civarında.
“Uzun” yazılarımızda buluştuğumuz okuyucularımız var
Dosya yazılarının analizler kadar çok okunmadıklarını biliyoruz; ama bu önceliğimiz değil. En çok okunan ilk 100 içeriğimizde sadece bir dosya yazısı var, o da Çin mutfağı ile koronavirüsün nasıl yanlış ilişkilendirildiğini anlatan yazı. Ancak dosya yazılarında okuyucular daha uzun zaman geçiriyor ve bu yazılar referans niteliğinde.
Nitekim son dokuz ayda en çok okunan ikinci dosya yazısı olan Katar II ile onu izleyen Tohum II. yazılarımızın büyük kısmında 3 dakika ortalamasını aşmışız. Aslında bu verilerden gördüğümüz, bu yazıların analizlere kıyasla katbekat uzun olmasına rağmen, (editörlerimize teslim ettiğimiz sayfa sayısı bazen 30’u buluyor) kendilerine has bir okuyucu kitlesine sahip oldukları. Dosyaların ne kadar görüldüğü konusunda ise bizim de payımız olabilir. Bu hız çağında dosya yazılarını daha kolay tüketilebilir kılmayı düşünmemiz gerekiyor.
Günün sonunda kemik bir dosya okuru kitlemizin olduğunu bilmek, bizim için şimdilik uzatmak için yeterli gözüküyor. Çünkü Teyit nasıl okuyucularından gelen ihbarlarla harekete geçiyorsa, “okunduğumuzu” bilmek de bizi hazırladığımız dosyalar konusunda teşvik ediyor. Konulara anlık değil, yavaş, sindirilmiş ve üzerinde düşünülmüş yanıtlar geliştirmek, kaynaklarını ve tarihselliklerini anlamak sürat sarhoşu bizleri yanlış bilgi tuzağına düşmekten kurtarıyor, fotoğrafın tamamını önümüze koyuyor.
Uzatmak pahasına da olsa...
2002 yılında çıkan ve bu yıl Jaguar yayınevi tarafından Çinceden Türkçeye çevrilen; Kuraklığın vurduğu Balou sıradağlarında tek başına hayatta kalma mücadelesi veren bir ihtiyarın hikayesini anlatan “Günler, Aylar, Yıllar”da yazar Yan Lianke diyor ki “Ayın battığına inanmazsan, yıldızların parladığını da göremezsin” Bugün ortaya çıkışı insanlığın yaban hayata olan müdahalesiyle de anılan SARS-CoV2 virüsünün doğduğu topraklardan, yani kökünden 18 yıl önce çıkan bu kitap, meselenin temelini görmez, işaret etmez, anlamaz ve içinde olduğumuz durumu kabul etmezsek, çözüm bulamayacağımızı da anlatıyor.
Teyit’in dosyalarında, yalnız ya da bir ekiple birlikte çalışırken de hep bu bakış açısını aklımızın köşesinde tutmaya, zihin kaslarımızı bu yönde geliştirmeye çalışıyoruz. Uzatmak pahasına da olsa.