Tık tuzağı yaratan kulis haberlerine nasıl yaklaşmalıyız?

“Öğrenildi, ortaya çıktı, iddia edildi” gibi ibarelerin haberlerde yer almasının nedenleri ne? Tık tuzağı diyebileceğimiz bu haberlere nasıl yaklaşmalıyız?


15/11/2019 18:20 10 dk okuma

Bu içerik 3 yıldan daha eski tarihlidir.

Türkiye’deki yurttaşlar habere artık akıllı telefonlardan ulaşıyor, bunu Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü’nün Dijital Medya raporlarından anlıyoruz. Yine Reuters’ın 2019 tarihli bir başka raporunda da Türkiye’deki habere ulaşmak için en çok sosyal medyanın kullanıldığını görüyoruz. Günlük hayatın koşuşturmacasında çoğumuzun bir haberin tamamını okumaya zamanı yok. Teyit’in Ocak 2019’da yayımlanan Medya Kullanımı ve Haber Tüketimi raporunda da görülebileceği gibi, haber takip etmeyen ya da edemeyen kişilerin yüzde 26’sının gerekçesi, “habere zaman ayıramamak”.

Konuştuğum yaşıtlarım da (20-30 yaş) habere ayırdıkları zaman kısa olduğundan ya haberleri “anlayamadıklarını” ya da gündemi sadece Twitter’dan takip ettiklerini söylüyor. 

Delilden yoksun haber metinleri mevcut dünya görüşünüzü pekiştiriyor olabilir

Pek çoğunuz gün içinde “flaş” haberlere denk geliyorsunuzdur. Abartılı başlıklar, parlatılmış sıfatlar, “...ortaya çıktı”, “...öğrenildi” gibi kısayolcu çıkarımlar… “x kişisinin y miktar ihale aldığı öğrenildi” başlığını gördüğünüzde, öğle yemeğinizi yiyor ya da alışveriş yapıyor oluyorsunuz. Haliyle haber linkine tıklamıyorsunuz, ancak o bilgi zihninizde yer ediyor. Bu yanlış bilgi tortuları, görüşlerinizle uyumluysa, yargılarınız daha da pekişiyor. Biri sizin görüşlerinize karşı çıktığında ise, ona yanıt verirken yanlış bilgilerden oluşan bu tortuya başvurabiliyorsunuz. İşin ilginç yanı, bu tip haberciliğinin kaynağı, kendini hem sağda, hem de solda tanımlayan platformlar olabiliyor; herkes bu tuzağa düşüyor.

Teyit’te şüpheli bir içeriği incelemeye aldığımızda, öncelikle metni ayrıntılarıyla okuyoruz. Linke tıkladığımızda karşımıza genelde kısacık, iddiayı temellendirecek delillerden yoksun bir metin çıkıyor. Haberin yazarı ortaya koyduğu bilgiyi nitelendirmemiş, kaynağını belirtmemiş oluyor. Sorunun gazeteciliğin kendisinde olduğunu söyleyebilirsiniz, bir yönüyle haklısınız. 

Gazeteciler tarafsız olmak zorunda mı?

Olağan şartlar altında bir gazeteciden size doğru bilgiyi aktarmasını ve bunu yaparken tarafsızlığını korumasını, olguları belli bir yana bükmemesini beklersiniz. Ancak bu jenerik gazetecilik tanımı tahmin ettiğimiz kadar eski değil. 

Örneğin Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden Prof. Jacob Soll 19. yüzyılda gazetecilerin doğruları paylaşma sorumluluğunun olmadığından, gazetecilerin taraflı olmasının doğal karşılandığından bahsediyor. Gazetecilik, yakın bir zamana kadar, haber ya da ihbar iletmek, yani jurnalcilikten farksız görülüyordu. 

“Osmanlı’da İstihbarat” isimli kitapta, daha 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda İstanbul’da görevli bazı yabancı jurnalcilerin (istihbaratçıların) devlet görevlilerini yanlış bilgilendirdikleri için yakılarak cezalandırıldıkları yazıyor. Nitekim İngilizcedeki “gazetecilik: journalism” kelimesi, Latince “diurnalis: günlük” kelimesinden geliyor ve jurnalci kelimesi de uzun zaman “ihbarcı” anlamında kullanılıyor.  

Peki bu “ihbarcı” ne ara “doğruların peşinde koşan, tarafsız” gazeteciye dönüştü? “Hakikat Sonrası” isimli kitabında Lee Mcintryre, tarafsızlık ilkesinin kaynağına, 20. yüzyılda Associated Press ve New York Times gibi seçkin haber kaynaklarının kendi okuyucu kitlelerini bir arada tutabilmek için başlattıkları çabaları yerleştiriyor, zamanla gazeteciliğin ana ilkelerinden birine dönüştüğüne değiniyor. 

20. yüzyılda dünya tarihinde olan bitenler gazeteciliği nasıl etkiledi?

Mcintryre’nin bahsettiği güven ihtiyacının yanında, kamuoyu oluşturma gücünün acı bir tecrübeyle öğrenilmesini düşünmek gerek. Hitler iktidarı ve peşinden gelen İkinci Dünya Savaşı, tarihin belli bir noktasında oluşmuş bir çoğunluğun iktidarının nelere yol açabileceğini gösterdi. Bu çoğunluğun geniş çaplı manipülasyonlar sonucu oluşmasının önünü alma kaygısı, yasama, yargı ve yürütme erklerinin yanında dördüncü bir kuvvet olarak “basını” ekledi. İki seçim arasında kamuoyu gücünü kullanarak konsolide etmeye çalışan iktidarlar karşısında tarafsız basın bir denetleme mekanizması olarak tanındı. 

21. yüzyıla gelindiğinde, bu ilke o kadar benimsendi ki, insanlara gazetecilerin tarafsız olmaları gerektiğini düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda “tarafsız olmalılar” yanıtını almak olağanlaştı. Kadir Has Üniversitesi’nden Suncem Koçer ve Çiğdem Bozdağ’ın, 2019’da Türkiye’de yürüttükleri saha araştırmasında da benzer bir sonuç çıkmıştı. İnsanlar haberin tarafsız olması gerektiğini düşünüyor, diğer yandan ama hiçbir haber kaynağına güvenlerinin olmadığını da ifade ediyorlardı. Yani tarafsızlık ve doğruluk ilkelerinin kabulüne, öğrenilmiş bir çaresizlik olarak sahte haberin varlığı da eşlik ediyordu.

Gazetecilere düşen görevin, bu çaresizlik hissini kırmak için çabalamak olduğu kanısındayım. Kaynaklardan edindikleri bilgiler ne olursa olsun, bu bilgiyi delillendirecek bir metin oluşturmaları, haberlerini gündemi sosyal medyadan izleyenlere de bu delilleri gösterecek şekilde paylaşmaları gerekiyor. Haber alma hakkının anayasal hak olduğu gibi, okuyucunun bir haberin kaynağını öğrenmesinin de hak olduğunu düşünüyorum. Çünkü, delilden yoksun habercilik anlayışı basın ve dolayısıyla ülke demokrasisi için tehdit edici bir hal almaya başladı. 

Türkiye’deki kulis haberciliğinin sebepleri

Peki bu habercilik anlayışı Türkiye’de neden bu kadar yayıldı? Birçok sebebi olabilir. İlki, “kulis haberleri”. Kulis haberciliği, idarede ya da parlamentodaki kaynakların, kamuoyunu yakından ilgilendiren bazı bilgileri gazetecilere aktarması ve bunun yazılması anlamına geliyor. Bu tip haberlerde bilgiyi aktaranın kimliği genelde saklı kalıyor. Gazetecinin elde ettiği bilginin teyitlenip teyitlenmediğini de bilmiyoruz. 

Bir soru önergesine verilen cevabın “kesin bilgi” sayılıp okuyuculara aktarılmasını da bu başlık altına sokabiliriz. Örneğin Mayıs 2019’da bazı gazeteciler, Ulaştırma Bakanı’nın İstanbul’daki üçüncü havalimanı ile ilgili bir soruya verdiği cevabı, “Bakan havalimanı için ‘kötü yere yaptık’ dedi” şeklinde “çarpıtarak” aktarmıştı. Halbuki bakan uçakların inememesini, pas geçme sayıları üzerinden örneklendirmişti. Pas geçme sayılarını diğer havalimanlarıyla karşılaştırmadan, sadece aktarılan kaba bilgiyle haberi yapan gazeteci, bir nevi kulis haberciliği yapmış oldu. 

Belma Akçura Milliyet’te kulis haberciliğini anlattığı bir yazısında, gazetecinin her partiye eşit durmadığı zaman başına neler gelebileceğini anlatıyor: Kamu çıkarını ve toplumsal adaleti savunmaya çalışırken, muhalefet partilerinin sözcüsü durumuna düşmek. 

Teyit’in şimdiye kadar yayımladığı birçok analizde, kaynak niteliğindeki delillerden uzak “yanıltıcı başlık” sorununu tespit ettik. 

Kulis haberciliği sorunun sebeplerinden yalnız biri. “Gazetecinin ya da editörün hatası” da pekala bir sebep olabilir. Sadece bir kişinin öne sürdüğü bilgi, başlıkta “iddia edildi” diye verilmeden, teyitli bir bilgiymiş gibi gösterilebilir. 

Türkiye’de sorunun sebepleri

Yukarıda açıkladığım sorunların pek çok boyutu olabilir. Şimdi Türkiye’deki sorunun kökeninde neler yattığını açıklamaya çalışacağım. 

Reklam almak için daha fazla tıklanma kaygısı: Haberi çoğu okurun sadece sosyal medyadan takip ettiğini yukarıda söylemiştim. Sosyal medyada çarpıcı bir cümle ile karşılaşan okur, tıklama ihtiyacı hissedebilir. İşte o “tık” birçok haber platformunun ana gelir kaynağını oluşturuyor. Çünkü o sırada sitedeki reklamları ya da sponsor ilanlarını da görüyorsunuz. Böylece içerik önemini kaybediyor. Tek kaynağınız reklamlar ya da sponsorlar olunca, reklam verenlerin editöryal süreçlere müdahalesine de açık hale geliyorsunuz. 

İfade özgürlüğü kısıtı ve korku: İfade özgürlüğünün kısıtlandığı otoriter yönetimlerde, gazetecilerin başarılı araştırmacı gazetecilik örnekleri ortaya koymaları zor olabilir. Bir gazeteci elde ettiği bilgiyi kanıtlamaktan ya da ayrıntılandırmaktan çekiniyor olabilir. Bu sebeple de “öğrenildi, ortaya çıktı, iddia edildi” ibarelerini kullanarak, doğabilecek hukuksal sonuçlardan kaçınıyor, “sorumluluğu reddetmek” istiyor olabilir. Türkiye hapse atılan gazeteci sayısı bakımından 2019’da birinci sıradaydı. Freedom House raporlarındaki durumumuz da göz önünde bulundurulduğunda bu korkunun pek de yersiz sayılmayacağı söylenebilir. 

Editörlerin müdahalesi: Haberler sadece bir kişinin emeğiyle oluşturulmuyor. Yazılan içeriği kontrol eden, ona müdahale eden ve yeri geldiğinde metinde ciddi değişiklikler yapan editörler var. Türkiye’deki muhabirlerin editörlerinden duyduğu rahatsızlık, daha önce de Journo’da yer alan bir yazıda gündeme gelmişti. Sansürün sebebi, platformu hukuken koruma içgüdüsü olabilir. Bir gazeteci, örneğin halk sağlığı meselesini derinlemesine araştırdığında pek çok kurumdan hesap sorulacağından, editörler ve genel yayın yönetmenleri metinleri kesip biçiyor olabilir. 

Gazetecilerin niteliği ve bilgi eksikliği: Eurostat istatistiklerine göre, Avrupa’daki gazeteci sayısı yıldan yıla artıyor. Fakat haberdeki niteliğinin artıp artmadığı bir soru işareti. Nicelikteki artışta bilgiye ulaşımın hızlanması ve kolaylaşmasının payı muhakkak büyük. Ancak bu, gazetecilerin kendilerini geliştirmesine mani değil, aksine birçok imkan yaratıyor. Misal, daha iyi habercilik için The Correspondent gibi okur odaklı, gelirini de okurdan sağlayan örnekleri daha sık görmeye başladık. Ben de sorunun iki yolla çözülebileceğini düşünüyorum. İlki gazeteciliğin finansmanını reklam ya da sponsor gelirlerine bağımlılıktan kurtaracak alternatif gelir modelleri geliştirmek. Teyit’in dijital medya stratejisti Şükrü Oktay Kılıç’ın bu konuda hazırladığı iki yazıya göz gezdirebilirsiniz. Bir diğer olası çözümse, gazetecilik meslek ahlakı üzerinde oluşacak konsensüs. Ütopik gelebilir, fakat gazeteciliğin etikle ilişkisini tartışmaya açmazsak, sahte habere en çok maruz kalan ülkelerden biri olmaya devam edeceğiz. 

Kulis haberciliğinin olanaklarıyla etik gazetecilik ilkelerini birlikte düşünmeliyiz

Ethical Journalism Network’ün (EJN) gazetecilerin kamuoyuyla bilgi paylaşırken nasıl etik hareket edebileceklerine dair bir ilkeler derlemesi bulunuyor. EJN’e göre “doğruluk/gerçeklik”, “bağımsızlık”, “adillik ve tarafsızlık”, “insan odaklılık” ve “hesap verebilirlik” gazeteciliğin beş temel ilkesi. Bir araya gelip bu beş ilkenin kulis haberciliğiyle baş etmede biz gazetecilere nasıl yardımcı olabileceğini düşünebiliriz. 

Gazeteciliğin dönüştüğü bir çağdayız. Sosyal medya kullanımının artışı ve yurttaş haberciliğinin ortaya çıkışı, geleneksel gazetecilik yöntemlerinin aşınmasına yol açmış olabilir. İyi gazetecilik pratiklerine tam da bu yüzden her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Doğru, anlaşılır, derinlikli ve yanıltıcı olmayan haberciliğin, demokrasilerde çoğulculuğun sigortalarından biri olduğunu hatırdan çıkarmamak yol gösterici olacaktır.