Yanlış bilgiye karşı sivil alanda savunma geliştirmeye çalışan inisiyatiflerin sayısı artar, akademide araştırmalar çeşitlenirken siyasi iktidar da bir süredir ‘toplum huzuru ve barışına tehdit’ olarak gördüğü yanlış bilgiye çözüm üretmenin yolunu arıyor. Veya aradığını iddia ediyor.
Basın Kanunu’nda yapılması beklenen değişiklikler arasında en çok tartışılanın, yanlış bilgi yaymayı hapis cezasıyla çözmeyi öngören madde olması şaşırtıcı değil. Farklı ülkelerdeki denemeler, hapis cezasının dezenformasyonla mücadelede başarıyı garantilemediğini gösterse ve eleştirilse de tasarı komisyondan geçti. Basın örgütlerinin ve muhalefetin çabasıyla, görüşülmesi meclisin yeni dönemine ertelendi. Ancak bu erteleme ifade özgürlüğünün daha da daralacağı endişelerini gidermeye yetmiyor.
Kamuoyunda yasa tasarısı tartışılırken, birkaç haber dışında neredeyse gündeme hiç girmeyen bir gelişme daha oldu: RTÜK ile Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) arasında medya okuryazarlığını güçlendirmek için protokol imzalandı. Yasama düzeyinde yanlış bilgi yayanlara sopa gösterilirken, teyitçiler olarak ısrarla savunduğumuz okuryazarlığın güçlendirilmesi yaklaşımına yeşil ışık yakılması umut verici. Ne var ki olağan zamanda destekleyebileceğimiz bu çabanın, devlet nezdinde konuyla ilgili sürüp giden kafa karışıklığı içinde başarılı olma ihtimali epey düşük duruyor.
Kafa karışıklığı; çünkü mecliste yasa hazırlanmadan, RTÜK MEB ile protokol imzalamadan önce Kütüphaneler Genel Müdürlüğü ile bir protokol üzerinde çalışmış, Türkiye’deki kütüphaneler aracılığıyla medya okuryazarlığı kampanyası geliştirmek için hazırlık yapmıştık. Fakat, kamu kurumundaki idari değişiklikler, işbirliğinin rafa kalkmasına sebep oldu. Samimi ve ısrarcı çabalar ancak şeffaf ve katılımcı karar alma süreçleriyle buluştuğunda etkisi yüksek birliktelikler doğurabiliyor.
Benzer tutarsızlıkları İletişim Başkanlığı’nın çabalarında da görmek mümkün. Birkaç gün önce Fahrettin Altun, İletişim Başkanlığı çatısı altında Dezenformasyonla Mücadele Merkezi adında “müstakil” bir birim oluşturulduğunu duyurdu. Duyurudan birime dair öğrenebildiğimiz tek şey, koordinatörünün ismi. Merkezin çalışma alanı, planı, kapsamı ve nasıl çalışacağı hakkında bir fikrimiz yok. Merkezin başına getirilen İdris Kardaş, sık sık “pelikancılar” yakıştırmasıyla gündeme gelen Bosphorus Global ile ilişkileri olan biri. Bosphorus Global “Fact-checking Turkey” ve “Günün Yalanları” isimli sitelerinin yanı sıra TRT’de uzun süredir “Doğrusu Ne?” isimli bir program yapıyor. Bu çalışmaların hedefinin AK Parti ve kamu kurumları aleyhine yükseltilen muhalefeti, dayanaksız içeriklerle çürütmeye çalışmak olduğu bilinen bir gerçek. Teyitçiliğin bu propaganda biçimine kılıf edildiğini, İdris Kardaş’ın çok uzun zamandır aşina olduğu fact-checking’i resmi iletişimin bir aracı olarak kullanmaya çalıştığını biliyoruz. Sevindirici haber şu: Teyit’in yarattığı objektif ve tarafsız etki alanı o kadar genişledi ki bu çabaların sesi son yıllarda giderek kısıldı.
Fahrettin Altun’un 2021’de duyurduğu ve çarçabuk hazırlanmış birkaç stok görsel dışında hakkında hiçbir sahici emare bulunmayan “Doğru mu?” isimli “yeni nesil doğrulama platformunun” akıbetinden de çıkarım yapılabileceği gibi, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin geleceği parlak gözükmüyor. İletişim Başkanlığı alelacele aldığı kararların sürdürülebilir olmadığını, iktidarın iletişim faaliyetlerine giderek daha fazla bahane ettiği “dezenformasyon” konusuna propaganda gündemiyle tutunamayacağını zamanla anlıyor.
Özetle, farklı kamu kurumları aylardır “dezenformasyonla mücadelenin” bir yolunu yordamını bulmaya çalışıyor. Ancak uzmanlara başvurulmadan hazırlanan yasa tasarıları, eleştirilere göğüs gerecek dayanakları kendisine bulamazken, kurumlar arası işbirliğinin yokluğu kamuya kaynak, zaman ve güven kaybettiriyor. Tüm bu çabaları birlikte hesap edince, yanlış bilgiye karşı nasıl bir mücadele tertip edileceğine dair kamu düzeyinde hiçbir strateji olmadığını görüyoruz. Kamu, bizim her gün ödediğimiz vergilerle ayakta duruyor ve kaynakların böyle çarçur edildiğini görmek üzücü.
Oysa yapılması gereken, RTÜK ve MEB arasında imzalanan protokolün hatlarını şeffaflaştırıp genişletmek ve örgün eğitime entegre katılımcı modeller tasarlamak. Öğretmen Ağı’yla iyi tecrübeler geliştirdik. Değişim Elçisi öğretmenlerimiz aracılığıyla, öğretmen odalarına, sınıf panolarına, veli toplantılarına eleştirel dijital okuryazarlık mesajını çok kısa sürede etkili şekilde yaygınlaştırabildik. Bir de bunun kamu kurumları eliyle desteklendiğinde yaratılabilecek etkiyi hayal edin. Vatandaşı hedefe koyan değil, vatandaşı güçlendiren, onunla işbirliği yapan politikaları göreceğimiz günler umalım ki uzakta değildir.