1969’da New York’ta başlayan Stonewall Ayaklanması’nı anmak ve farkındalık oluşturmak amacıyla her yıl dünyanın dört bir yanında Haziran ayı “onur ayı” (Pride month) olarak çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Stonewall’un 50. yıl dönümü vesilesiyle hem sosyal medyada hem de dünya kamuoyunda LGBTİ+ bireylerin onurlu bir yaşam sürdürebilmek için gerçekleştirdikleri hak mücadeleleri her sene Haziran ayında olduğu gibi bu sene de anılıyor.
LGBTİ+ bireylere yönelik sahte haberler ise sadece Haziran ayında değil sık sık Teyit’e ihbar olarak gönderiliyor. Bu yazıda, LGBTİ+ bireyleri hedef alan sahte haberlerin, bu tip içerikleri yayan aktörlerin dünya görüşlerini pekiştirmeye yaradığını açıklayarak bunun önüne geçmek için neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunmaya çalışacağım.
Sahte haberlerin hedefindeki LGBTİ+ bireyler
ABD’de faaliyet gösteren teyit platformu Politifact’ten ulaşılabilen listeye göre ABD’deki siyasetçilerin LGBTİ+ bireylerle ilgili söylemlerinin “hepsinin” çoğunlukla yanlış bilgileri barındırdığı görülebiliyor. 2020’deki başkanlık seçimlerine aday olan ve ABD tarihinde ilk kez açıkça eşcinsel olduğunu belirten başkan adayı olan Pete Buttigieg de bu tip söylemlerin hedefinde. Cumhuriyetçilerin, bir kolej öğrencisinin Buttigieg tarafından cinsel tacize uğradığı iddiasını yaymalarının ardından ABD’de LGBTİ+ bireylerin maruz kaldığı sahte haberler gündeme geldi. Bu habere konu olan kolej öğrencisi daha sonra yaptığı bir açıklamada bunun doğru olmadığını ve bu iddiayı paylaşan hesapların kendi kontrolünde olmadığını belirtti.
Avustralya’da aynı cinsiyetten olanların yasal olarak evlenebilmelerini onaylayan yasa tartışılırken karşıt grupların oluşturdukları sahte bir propaganda posterinin televizyon kanallarında gösterilmesi, sosyal medyada sık sık gündeme gelen HIV iddiaları aynı dünya görüşüne sahip kişilerin argümanlarını adeta besliyor ve homofobiye bir alan açıyor.
Avustralya televizyonlarında gerçekmiş gibi gösterilen poster montajlanarak oluşturulmuştu.
Avustralya’da LGBTİ+ karşıtı bir grubun hazırladığı bu posterde LGBTİ+ bireylerin yetiştirdikleri çocukların yüzde 92’sinin suistimal edildiği, yüzde 51’inin depresif ve yüzde 72’sinin obez olduğu iddiası yer alıyordu. Bu hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddialarla dolu poster, Avustralya’da gündeme geldi ve bir kanal bu poster hakkında haber yaptı. Halbuki böyle bir poster bulunmuyordu, sosyal medyada sadece gündemde olan yasa karşıtı gruplar tarafından bir otobüs durağının reklam panosuna montajlanarak eklenmişti. Fakat poster medyada kendine yer buldu, üzerindeki iddialar hakkında tartışıldı ve bu sayede iddialar kamuoyunun ilgisini çekti. Yasa hakkında kuşkuları olan kitleler, medyada yer alan sahte haber nedeniyle verecekleri oyu bir kez daha düşünmüş olabilirler. Benzer bir biçimde HIV’i tedavi eden ilaçların keşfedildiğine dair sahte haberler, ya da Teyit’e sık sık ihbar olarak gönderilen çeşitli yiyecek ve içeceklere “HIV bulaştığı” iddiaları virüsle ilgili tartışmalara tekrar tekrar kapı açıyor ve beraberinde birçok yanlış bilgiyi de gündeme taşıyor.
Bu iddialar çeşitli kitleler tarafından “ötekiye” duyulan ön yargının tetiklenmesine neden oluyor. Ötekileştirilen kişi veya gruplar mensup oldukları etnisite, din veya cinsel yönelimleri sebebi ile kamusal alan içerisinde ayrıştırıcı davranışlara maruz kalıyorlar. Bu da nefret söyleminin kendine toplumlarda yer edinebilmesine neden oluyor. Nefret söylemi ise kutuplaştırıcı bir etkiye sahip. Kutuplaşma arttıkça da o toplumun sahte habere olan direnci düşüyor. Yukarıda verdiğim örnekteki gibi LGBTİ+ evliliğe ilişkin sahte postere inanan bir kitle sosyal medyada belirli bir gruba yönelik nefret söyleminde bulunabiliyorlar. Türkiye’de son yıllarda artan nefret söylemi ve cinayetleri de bunun bir göstergesi. Nefret suçlarının genelde cezasız kalması veya aydınlatılamaması ise durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.
Başka bir örnek de sosyal medyada hala, pedofili ile eşcinselliği bağdaştıran, hiçbir bilimsel temeli olmayan fakat bilimsellik iddiası taşıyan birçok yanlış bilgi internette yayılmaya devam etmesi. ABD’de de 2017 yılında Reddit gibi internet sitelerinde yayılan bir iddiaya göre LGBTİ+ bireyler, kısaltmaya pedofiliyi de bir cinsel yönelim olarak kabul etmek için P harfini ekleyeceklerdi. Romanya’da yapılan referandumda ya da Taiwan’da yapılan tartışmalarda da aynı iddianın yayıldığı ve belirli bir kitle tarafından kullanıldığı görülebiliyor. Halbuki böyle bir durumun olmadığı apaçıktı. Ama bazı kullanıcılar “LGBTİ+ bireylerin zaten pedofili de oldukları” iddiasıyla aynı haberleri paylaşmayı devam ettiler.
‘Bilimsellik iddiası’ hayat görüşümüzü destekleyen paylaşımlara inanmamıza yol açabilir
Sosyal medyada LGBTİ+ bireylere karşı nefret söylemini pekiştirerek yayılan iddiaların birkısmı bilimsellik iddiası taşıyor. Örneğin çocuk istismarı ve eşcinsellik arasında korelasyon kuran ve dayanağını 2011’de yayımlanan bir makaleden alan aşağıdaki iddia Teyit’e ihbar olarak gönderildi.
Sosyal medyada paylaşılan iddianın görseli
Söz konusu makaleye göre 20 yılda 75 ayrı çalışmadan hareketle ABD’deki LGBTİ+ bireylerin çoğunun yaşamlarının belirli dönemlerinde cinsel istismara maruz kaldıkları ortaya konuyordu.
Makalenin tamamı okunduğunda da çalışmanın amacının LGBTİ+ bireylerin toplumda çoğu zaman istismara maruz kaldıkları bilgisine ulaşılıyor. Çalışmanın sonunda mağduriyetlerin ortadan kalkması için çeşitli politikaların ortaya konması gerektiği belirtilmiş. Fakat iddia, makaleyi “bağlamından kopararak” sanki istismar ve cinsel yönelim arasında bir korelasyon kuruyor ve bunun tedavi edilebilir bir hastalık olduğu motivasyonunu taşıyor. Bu makale, LGBTİ+ karşıtı anlatının desteklenmesi için bağlamından koparılarak paylaşılmış.
Sosyal medyada ve internette bu tip iddialarda yer alan makaleleri okumayan bir kullanıcı kendi dünya görüşünü onaylatmak için bu tip içerikleri okumadan paylaşabilir. Bu da belirli bir grubun hayatını tehlikeye atabilir ve nefret söylemenin yaygınlaşmasına sebep olabilir. Makalenin tamamı okunmadan, anlatmak ve çözüm getirmek istenen sorun algılanmadan başka bir iddiayı beslemek için makalenin içerisinden alınan bir bilginin paylaşılması, yanlış bilginin kendisine daha kolay yer bulmasına sebep olabiliyor.
Doğru bir yöntemle ortaya konmuş bilimsel çalışmalar bile yanlış bilginin öznesi olabiliyorken aynı şekilde tamamen yanlış bir yöntemle ortaya konmuş çalışmalar da yanlış bilginin yayılmasını körükleyebiliyor. Örneğin aşı karşıtlarının iddialarını destekleyen tek çalışma 1990’ların sonunda yapılmıştı. Aşıların otizme sebep olabileceği iddiası bir tek makalede yer alıyordu. Fakat bu makalenin yöntemi sağlıklı değildi. Ardından gerçekleşen onlarca çalışma bu iddianın doğru olmadığını ortaya koysa da insanlar bu şehir efsanesine inanmaya devam ettiler. Kendi inanışlarının bilimsel zeminini ise bu tek makaleoluşturdu. Yani her iki durumda da “bilimsellik” iddiaları insanların yanlış bilgiye ve sahte habere temasında önemli bir yer tutuyor. Bilimin insan eylemleri ile gelişeceğinin ve çağın gereklerine göre şekilleneceğinin bilincinde olmak hayat görüşümüzü şekillendirirken sürekli aklımızda tutmamız gereken bir gerçek.
1973 yılına kadar ABD’de eşcinselliğin tedavi edilmesi gereken bir ruh hastalığı sayıldığı biliniyor. 1990’da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de eşcinselliği bir hastalık olarak saymaktan çıkardı. Artık bilimsel çalışmalar “homofobinin” tedavi edilebilecek bir ruh hastalığı olduğunu söylüyorlar.
BBC’de 2018’de yayımlanan bir yazısında Pablo Uchoa, eşcinsellere karşı olanların iddialarının temelinin dini metinler ve kültürel dogmalar olduğunu aktarmış. Yazıda en dikkat çeken nokta ise Rusya’da son yıllarda dini sebepler nedeniyle LGBTİ+ bireyleri hedef alan kişilerin dini metinleri gerçekten bilmemeleri. Rus Ortodoks Kilisesi'nin resmi sözcüsü Vahtang Kipşidze bile BBC ile yaptığı röportajda "İncil'de herhangi bir günah işleyenlerin taşlanmasını destekleyen herhangi bir şey yok" ifadelerini kullanmış. Fakat Rusya’da insanların yaklaşık yüzde 63’ü LGBTİ+ bireylerin toplumsal değerlerini yıktıklarını düşünmeye devam ediyor.
Kaos GL’’nin yayımladığı “Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları” raporuna göre Türkiye’deki artışın en önemli sebeplerinden biri de din. “Öteki” ile yüzleşemeyen kesimler arasında dinsel söylem kendine yer buluyor. Avrupa Konseyi Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu raporuna göre ise medyada tekrarlanan nefret söylemi toplumdaki birlik beraberliğe zarar veriyor.
Rapordan sosyal medya paylaşımlarının da nefret söylemini tetiklediği sonucuna varılabilir.
Durum böyle iken LGBTİ+ bireylere karşı hem din odaklı iddialar hem de bilimsellik iddiası taşıyan iddialar konusunda daha duyarlı ve dikkatli olmamız gerekiyor.
Peki ne yapmalı?
Peki toplumdaki LGBTİ+ bireyler ve hatta sosyal açıdan dezavantajlı tüm gruplar için çözüm ne olabilir? Burada Teyit’in amaçlarından biri olan medya okur yazarlığının artırılması ilk çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal medyada yayılan ve bilimsellik iddiası olan metinler hakkında Google, Yandex gibi arama motorlarında yapacağımız çok basit araştırmalar ya da iddia konusu olan akademik çalışmaları okumaya kendimizi teşvik etmek bir çözüm olabilir.
Bunun yanında gazetecilere de görev düşüyor. Nasıl “iklim değişikliği” kavramı yerine artık “iklim krizi” ibaresinin kullanılması gerektiği dünya kamuoyunda kabul gördüyse nefret cinayetleri hakkında haber yaparken yahut cinsel yönelimden bahsederken de okuyuculara doğru kelimelerle haberi aktarmak gerektiği açık.
Türkiye’de ana akım medya olarak kabul edilen birçok gazete veya haber sitesinde bu konuda bir arama yapıldığında karşımıza “eşcinsel haberleri” (?) diye bir başlık çıkıyor. Bu başlık, LGBTİ+ okurlar açısından oldukça pejoratif olarak algılanabilir. Her ne kadar son yıllarda medyada “homofobi” karşıtı söylem kendine ufak ufak yer edinmeye başlamış olsa bile hala böyle bir başlıkla karşılaşan kişiler için farklı algılamalara yol açabilir.
Gazeteciler daha fazla tıklanma uğruna içerikte belki doğru kavramları kullansalar bile haber başlıklarında LGBTİ+ bireyler için çarpıcı ve olumsuz sıfatlar seçebiliyorlar. Örneğin başlıklarda LGBTİ+ ilişkiler hakkında seçilen “skandal, rezalet” sıfatları toplumun çoğunluğundaki olumsuz algıyı daha da tetikliyor.
Haberlerin içerisindeki olaylar gerçekten yaşanmış olsa bile sosyal medyada haberi okumayıp sadece başlığa bakan kullanıcılar için tehlikeli olabilir, nefret söyleminin yayılmasına sebep olabilir. Bir haber metnindeki olaylar doğru olsa bile başlığın yanıltıcı olduğu böyle durumlar “asılsız başlık sorunu” olarak değerlendiriliyor. Teyit’in de parçası olduğu Facebook üçüncü taraf haber doğrulama programında bu tip haberler “asılsız başlık” olarak işaretlenebiliyor.
Gazetecilere, editörlere Bianet’in internet sitesinden ulaşabilen “Cins Bakışı Sözlüğü” de bu konuda yardımcı olabilir. Hem haber başlıklarına hem de haber metninin içeriğine doğru kavramları yerleştirmek, bir toplumdaki Suriyeliler gibi, kadınlar gibi sosyal açıdan dezavantajlı gruplar hakkında doğru kanının yerleşmesine ön ayak olabileceği düşüncesindeyim. Gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları kavramlar hakkında daha fazla bilgi edindikçe “öteki” olandan duyulan korku azalabilir. Böylece de Türkiye gibi son yıllarda kutuplaşmanın arttığı toplumlardaki nefret söylemi yerini yapıcı diyaloglara bırakabilir.
Sonuç olarak sosyal medyada LGBTİ+ bireylere yönelik ötekileştirme, ana akım medyanın haberlerinde seçtiği başlıklarla ve temelsiz bilimsellik iddiası taşıyan paylaşımlarla pekişiyor. Pekişen ötekileştirme, (raporlardaki sayıların da ortaya koyduğu gibi) nefret söylemini beraberinde getiriyor. Nefret söylemi, bazen fiziksel bir şekle bürünüp bir grubun hayatını ciddi şekilde tehlikeye atabiliyor. Bu da o toplumdaki kutuplaştırmayı artıran önemli faktörlerden oluyor. Onurlu bir yaşam mücadelesi veren gruplar üzerinde hayati tehlikeyi artırmamak için iş daha bilinçli gazetecilere, medya okur yazarlığını ve eleştirel düşünceyi artıracak Teyit gibi platformlara düşüyor.