Hiçbir sebep yokken, sadece hakikatin sesini duyurmak için konuşmak mümkün mü, yoksa ille bir tetikleyiciye mi ihtiyacımız var? Böyle bir soru yöneltilen herkesin vereceği yanıt muhtemel bir hayır olsa da, masanın hangi tarafında oturduğumuza göre soruyu sorma ve yanıtlama biçimimiz değişiyor. Çünkü bildiğimizi düşündüğümüz ve inandığımız her şeye, bizi sıklıkla hatalı virajlara soksa da, sıkı sıkıya bağlıyız.
Hareket alanımızı kısıtlayacak kadar sıkı bir bağla yola çıktıktan sonra düşünce biçimimizde farkında olmadan bir de yarık açmış oluyoruz. Bu yarık nerede açıldığına bağlı olarak bazen genişleyerek bizi savunmasız bırakabiliyor, hele de inandığımız şeylere yaptığımız yatırım “hakikatin kendisine inanmamızı” imkansız hale getirdiyse. Amerika’yı yeniden keşfediyor değilim, belki size de tanıdık gelmiştir, “batık maliyet yanılgısı” diye de adlandırılmıştı bu. Bahsettiğim yanılgı basitçe geçmişte verilen emek veya yatırılan para sebebiyle, bir yatırımı yanlış olduğunu bile bile sürdürmekle ilgili. Sadece ekonomide değil, birçok noktada karşılaşılan ve zihnimizin karar verme mekanizmasını anlamak için hayli kolay genellenebilecek bir yanılgı olsa da, genellemekten ziyade somut bir örneğe sıkıştırmaktan yanayım.
Bir bilgiye, bir inanca yaptığımız fikri yatırımı nasıl belirleriz? Örneğin bir internet sitesinde karşılaştığımız bilgiyi benimseyip dostlarımızın arasında ‘dünyayı beş aile üç de kuzenler topluluğu yönetiyor’ dediğimizde, ardından da ikna edici kanıtlar getirdiğimizde kendimizi bu iddiaya ataçlanmış halde bulabiliyoruz. Onlarca dostumuza, Twitter takipçilerimize bunu paylaşıp birkaç kişiyle de bu konuda münakaşaya dahil olduysak, girdiğimiz her sokakta bu iddiayı da taşıma zorunluluğu hissediyoruz. Hal böyleyken inancımızı sorgulamak, hakikatin düşündüğümüz ve yatırım yaptığımızdan farklı olabileceğine ihtimal vermek zorlaşıyor.
İşte silah, bu sahnede patlıyor. Yatırım yapılan bilgi iddiasının aksi yönünde gelen eleştirileri reddetmek aklımıza gelen ilk seçenek. Eleştiriler kanıtlarla birlikte geldiğinde ise inkarın da ötesinde bir mekanizma devreye giriyor: Bu kanıtları arayıp bulmanın kötü niyet içerdiği,bir fikre yahut bir anlayışa hizmet ettiği...
Hakikati hakikat aşkına sevmeye neden imkan vermeyiz? Burada bir soluklanmak gerek, zira bunu bir hermenötik çabadan ziyade niyet okuma çabası olarak değerlendirdiğimizde varış noktamız değişebilir. Yani, bir eylemin yine bir “basit” anlamı olmasını savunan hermenötik yaklaşımın üzerine basarak bir adım yukarıya tırmanmak, farklı gösterge ve niyetleri denkleme dahil etmekle hakikatin ortaya çıkışını “birilerinin güdülemesiyle” ilişkilendirmek hiç de zor değil.
Tekil olayların hiçbir zaman tekil bağları olmadığını yani basit bir sebebi olmadığını düşünmek, Doç. Dr. Levent Ünsaldı’dan ödünç alarak etkileşimlerde sürekli bir iç-dış ikiliği kurmayı, “hiçbir şeyin göründüğü gibi değil” öncülüyle hareket etmeyi, karşılaşılan her ifadede dışı, “göstermelik” kategorisinde hızlıca ikinci plana atıp, “içi”, şüpheci bir tedirginlikle sürekli “yorumlamaya” çalışma sonucunu doğurur. Bazen kültüre sirayet etmiş bu ikilikten sıyrılmak ve olayların basit, bazen tekil sebepleri olabileceğini reddetmek hakikatle karşılaştığımızda “kimler bunu yapmanızı istedi?” ya da “kaç para aldınız bunu teyitlemek için” sorularını diri tutuyor. Hakikate sadece ona ulaşabilmek için ulaşmak bir yana, Teyit gibi doğrulama platformlarının yaygın, acil ve önemli şüpheli bilgilerin peşine düşmesi de bu sorgulardan payını alıyor. “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” tezine yaslanırken, kendi doğrularımızı açıklama noktasında “her şey göründüğü gibi” açıklamasını ne kadar sık kullandığımızı bir düşünelim.
Bu tartışmanın derinlerine indiğimizde bizi bir yanda görünüş gerçeklik problemi de bekliyor, çünkü bazı şeylerin göründüğü gibi olmadığını düşünürken gerçek olanın bizden köşe bucak gizlendiğini düşünmek, Edmund Husserl’in gerçekliği kavrayışta sezgilere verdiği rolü bir anda başrole çekmemizi de sağlayabilir.
Ancak bazen her şey göründüğü gibi, hakikat de “birilerinin amacına hizmet etmek yerine” yalnız ve yalnız kendi için ortaya çıkarılmış olabilir. Bu ihtimali her daim masada tutmak, günün birinde bizi hem inandıklarımıza karşı şüpheli, hem de yanlış bilgiye karşı daha kuvvetli hale getirebilir.