Bir canavar efsanesinin anatomisi

Mini belgesel serilerimizden Şehir Efsaneleri’nin ilk bölümü, “Van Gölü Canavarı aka Bestami" araştırma notları: Bir canavar efsanesinin anatomisi.


23/01/2019 12:30 10 dk okuma

Bu içerik 4 yıldan daha eski tarihlidir.

teyit.org olarak 15 Ocak 2019’da, mini belgesel serilerimizden Şehir Efsaneleri’nin ilk bölümü, “Van Gölü Canavarı aka Bestami”’yi yayınladık. “Bestami”nin biyolojik olarak neden var olamayacağını, mezenformasyon ve dezenformasyon vakalarına da değinerek açıklamaya çalıştık. Ancak Van Gölü, Bestami’den fazlasına sahip. Bestami de sadece 90’lı yıllarda ortaya çıkan bilindik haberlerden çok daha eski ve sanılandan daha kalabalık bir sualtı yaratıkları topluluğuna mensup. Dolayısıyla, araştırma sürecinde karşımıza çıkan farklı ve ilgi çekici başlıklara bu yazıda değinmek istedim.

İnci kefalinin babası: Mustafa Sarı

İlk hareket noktamız, Van Gölü ekosistemi oldu. Yani, Bestami’nin yaşadığı düşünülen ortam ve bu ortamın fiziksel imkanları ile imkansızlıkları hakkında bilgilere ulaşılmalıydı. Bunun için izlediğimiz yol bizi, yıllarca bölgenin biyolojik çeşitliliğini araştırmış, Prof. Dr. Mustafa Sarı’ya götürdü.

Mustafa Sarı’nın Van Gölü için neden bu kadar kıymetli olduğundan bahsetmek gerek. 1992 yılından günümüze, Van Gölü’nde farklı araştırmalara imza atan Sarı, inci kefali çalışmalarıyla biliniyor. Mustafa Sarı’dan önce, Van Gölü’ne endemik olan inci kefallerinin, üreme dönemlerinde akarsu ağızlarında avlandığı biliniyor. Hatta, Fazıl Şen, Şenol Paruğ ve Mahmut Elp’in “İnci Kefali’nin Dünü, Bugünü ve Geleceği Üzerine Projeksiyonlar” makalesinde; Evliya Çelebi’nin, inci kefali ile ilgili olarak, “yılda bir gün Bend-i Mahi’de, Van Gölü’nün balıklarının görüldüğünü, bir ay boyunca balıkların kaynağın yukarılarına doğru çıktıklarını, dönüşte Van Defterdarlığı’nın yüzlerce kişiyle göle dönen balıkları avlayıp tuzladıklarını ve tuzlanmış balıkların farklı ülkelere satıldığını” ifade ettiğinden bahsediliyor. Sarı, asırlardan beri bir gelenek haline gelen, inci kefalinin kaçak ve zamansız avlanmasına savaş açmış ve sadece avlanma periyotlarına düzen getirerek, bölgenin balıktan elde edilen gelirini, tek başına 10’a katlamış. Bu başarıya ulaşabilmek için balıkların besin kaynakları, göç rotaları ve üremeleriyle ilgili kapsamlı çalışmalarda bulunmasının yanında, bölgedeki insanların da bu bilgilere erişmesini sağlayarak bir çevre hareketinin öncüsü olmuş.

Mustafa Sarı’ya gölün biyoçeşitliliğini sorduğumuzda kendisi, suyu yüksek oranda sodalı ve tuzlu olduğu için gölde yaşamın kısıtlı olduğunu, ancak 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve 2 tür balığın yaşayabildiğini belirtiyor. Asıl çalışma alanı olan inci kefalini sorduğumuzda ise inci kefallerinin yaşam döngüsünün ilham verici olduğundan bahsederek başlıyor konuşmaya ve bu türün Van Gölü’nün tuzlu ve sodalı sularında yaşayabilen tek balık olduğunu söylüyor. Sarı, üremek için tatlı sulara yönelen inci kefallerinin, ilkbahar aylarındaki meşakkatli yolunun hikayesinden güç aldığının altını çiziyor ve “İnci kefalleri asla geri dönmez” diyor. Ekim 2018’e kadar yalnız olduğu düşünülen inci kefalinin, kardeşinin bulunduğunu da ekliyor. Keşfedilen yeni balık türü, mikrobiyalit adı verilen ve Van Gölü’nün tabanında bulunan kalsiyumun karbonat ve bikarbonatlarla reaksiyona girmesi sonucunda oluşan, su altı yapılarından sızan tatlı suyun oluşturduğu ekosistemde yaşıyor. Diğer bir deyişle, suları sodalı ve tuzlu olan gölün içerisinde, yer altı sularının sızmasıyla oluşan küçük bir tatlı su faunası bulunuyor. Bu bilgiler ışığında Van Gölü Canavarı’nın muhtemel fiziksel imkanlarına vakıf olduktan sonra, bu canavarın neyle beslenebileceğine dair daha tutarlı çıkarımlar yapabilmek mümkün oldu.

Videomuzda da değinildiği üzere, Bestami’nin muhtemel tek besin kaynağı bu balıklardan biri. Yeni keşfedilen türün araştırmaları devam etse de, çok kısıtlı bir alanda yaşadığı, boyutlarının 5-6 cm olduğu biliniyor. Dolayısıyla, Van Gölü Canavarı’nın iddia edilen boyutlarına dayanarak, yeni balık türünün bu canavarın beslenmesinin kaynağını oluşturamayacağı söylenebilir. Mustafa Sarı yıllık ortalama 9 bin ton civarında üretilen inci kefalinin nüfusunun, bölgedeki insanların avlanmasına uygun olduğunu, ancak bu miktarın, boyutları itibarıyla bir canavarın beslenmesine yetmeyeceğini ifade ediyor.

Tarihte Bestami ve akrabaları

Günümüzde Van Gölü Canavarı’na işaret eden görgü tanığı ifadeleri bulunsa da, canavarın varlığını ispat etme konusunda net görüntüler ve deliller bulunmuyor. Dolayısıyla, Van Gölü Canavarı hikayelerinin sözlü anlatılarla yaşadığı söylenebilir. Görgü tanıklarının ifadelerinin kaydı tutulmadığı için, kaç kez veya hangi noktalarda görüldüğüne dair kesin bilgi bulunmuyor. Bu konuda araştırma yaptığı iddia edilen tek kişi “Van Gölü Canavarı’nı görüntüledim” diye açıklama yapan Ünal Kozak. Kendisinin Van Gölü Canavarı hakkında yazdığı bir kitabı da bulunuyor. Ancak çektiği videonun gerçekliği şüpheli olduğundan, kitabını herhangi bir şekilde kaynak olarak kullanmadım. Görgü tanığı ifadelerine dair bir veri seti olup olmadığıyla ilgili Van Büyükşehir Belediyesi’ne ulaşmaya çalışsam da dönüş alamadım.

Tarihteyse, Van Gölü Canavarı’yla ilgili olduğunu düşündüğüm ilk kayıt altına alınmış sözlü hikaye, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer alıyor. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman ve İbrahim Sezgin’in hazırladığı “Evliya Çelebi - Seyahatname” adlı eserin beşinci cildinde hikaye şöyle özetleniyor:

“Seyyah, Van Gölü Ejderi ile ilgili farklı rivayetlerden bahseder. Rivayetlerin Hz. Ali ile ilgili yönleri üzerinde uzunca durur. Rivayete göre Süphan Dağı eteğinde Ali Kayası’nda iki ejder vardı. Hicret’ten sonra bu ejderlerden biri Erzurum’a yönelince Abdurrahman Gazi’yle karşılaşmış, Abdurrahman Gazi, ejdere “Yolculuk nereye mübarek?” deyince ejder hâl diliyle “Erzurum halkını yemeğe giderim” demiş. Bunun üzerine Abdurrahman Gazi, “Dur ya yılan, Allah’ın emriyle taş ol” diye dua edince canavar taş olmuş; fakat diğer canavar Süphan Dağı garında yalnız kalınca Azerbaycan ve Diyarbakır’a varıp her şeyi harap etmiş. Bunun üzerine buraların halkları ve Van Ahlat halkı Hz. Peygamber’e gelip durumu aktarmış ve yardım istemiş. Hz. Peygamber hemen Hz. Ali’yi o ejderi öldürmekle görevlendirmiş, Hz. Ali de Düldül’üne atlayarak Süphan Dağı’na gelmiş ve Ejderhanın Van Denizi’nde su içtiğini görmüş. Hemen canavara saldırıp biraz mücadeleden sonra onu öldürmüş. Hz. Ali, ejderi öldürdükten sonra mağarasına gelmiş, bir de ne görsün mağarada ejderin bir yavrusu var. Mağaraya girmeyip iki rekat namaz kılmış ve dua etmiş. Allah’ın izniyle mağaranın kapısı kapanmış ve ejderin yavrusu Ali kayasına hapsolmuş. Evliya Çelebi, bizzat kendisinin bu yavru ejderin bulunduğu mağaraya gittiğini belirtmektedir. Bu mağaradan ejderin sesinin geldiğini söylediklerinde bunu test etmek için mağaraya gittiğini ve canavarı görmese de sesi duyduğunu söylemektedir. Efsaneye göre Evliya Çelebi’nin Van Gölü Canavarı ile Hz. Ali arasında irtibat kurması, o dönemde Van, Tatvan ve çevresindeki insanların mitolojileriyle dinî inançlarının nasıl iç içe olduğunu göstermesi bakımından da ayrıca kayda değerdir.”

Yani, 17. yüzyılda yaşadığı düşünülen Evliya Çelebi’den de önce Van Gölü civarında yaşayan, İslam mitolojisiyle harmanlanmış bir ejder efsanesinden bahsediliyor. Dolayısıyla, Van Gölü Canavarı’nın da bu hikayeye dayanarak, mitolojik bir yaratık olduğu söylenebilir.

Karşılaştırmalı mitoloji çalışmalarında antik mitolojilerin benzerlikleriyle ortaya konmuş bir bakış açısı olan Proto-Indo-European mitolojisi, bazı mitolojilerin farklı coğrafyalardan taşınarak birbiri içinden türediği hipotezini savunuyor.

proto indo european mythology

Bu yaklaşıma göre, Antik Yunan’daki Herculles ve Python savaşı, İskandinav mitolojisindeki Thor ve Serpent savaşından ya da Hindistan’daki Indra ve Vrtra savaşından farklıdeğil. Antik çağ ejderlerinin doğrudan ilişkileri olduğunu ispat edecek organik bir delil bulunmasa da aralarındaki benzerlikler, hikayelerin birbiri içerisinden doğmuş olabileceğini düşündürüyor. Her ne kadar birbirinden farklı gibi gözükseler de, günümüz canavar hikayeleri de birbiri içerisinden doğmuş gibi. Söylentilere dayalı olmaları, canavarların görgü tanığı ifadelerinde dünyadaki farklı lokasyonlarda tek bir ağızdan çıkmışçasına betimlenmeleri, dini anlatılarda da yer almaları ve belli bir takipçi kitlelerinin olması, bütün canavar fenomenlerinin, Proto-Indo-European mitolojisi yaklaşımındaki gibi, tek bir lokasyondan ortaya çıktığı şüphesi doğuruyor. Ancak bu kapsamda yapılan bir tarih araştırması bulunmuyor.

Kriptozooloji bir soru mu, cevap mı?

Diğer yandan, Van Gölü Canavarı gibi varlığı tartışmalı olan canlıları araştıran, bilimselliği tartışmalı da olsa, kriptozooloji diye bir alan bulunuyor. Bilim olmadığını iddia edenler, bilimin test edilebilir iddiaları doğrulamak için yöntem kullanan ve ampirik içerik, çürütülebilirlik ve fikir birliği oluşturma kabiliyeti gibi özelliklere sahip olması ile karakterize edildiği savıyla hareket ediyor. Buna karşılık, kriptozoolojinin bilim olduğunu düşünenler, subjektif kanıtlara dayanan ve var olmadığına inanılan hayvanların varlığının, geçmişte yaşadığı düşünülen hayvanlara referansla araştırıldığını savunuyor. Kriptozoolojinin, canavar fenomenlerine en gerçekçi yaklaşım olduğu söylenebilir. Örneğin, 2004’te dev mürekkep balığının varlığı kriptozooloji aracılığıyla ispatlanmış. Kendini kriptozoolog olarak tanımlayan insanlar, canavar hikayelerini paleontoloji ve/veya evrimsel biyoloji aracılığıyla açıklamaya çalışıyor ve canavarları ya da, kocaayak gibi, görüldüğü iddia edilen canlıları araştırıyorlar. Bir kriptozoolog ve aynı zamanda paleontolog olan Darren Naish, katıldığı bir podcast yayınında (13.00-15.14), bütün canavar görülme vakalarında, tanıkların canavarların anatomik yapılarından ziyade, detayları anlattığını ifade ediyor. Yani, görgü tanıklarının, yaratıkların vücut hatlarının ve fiziksel görünümlerinin neye benzediğinden değil, sırtlarındaki çıkıntılardan veya memelilere benzettikleri kafa şekillerinden bahsettiğini belirtiyor. Bu bağlamda, araştırmacıların da geleneksel olan dinozor motiflerinden, önyargılara bağlı olarak, kopmadığının altını çiziyor. Sualtı yaratıklarının en çok benzediği düşünülen dinozorlar ise, plesiyozorlar ve mosazorlar.

plesiyozor mosazorPlesiyozorMosazor

Naish, aynı podcast yayınında tarif edilen canavarların, dinozorların belli modifikasyonlara uğramış halleri olabileceğinin üzerinde duruyor. Ama bu gibi varsayımlara gidilmeden önce, canavar görüntüleri manipüle edilebilir olduğu için, görüntülerin incelenmesi gerekliliğini savunuyor. Başka bir konuşmasında, kriptozoolojiyle spekülatif zoolojinin ayrımına iyi varılması gerektiğinden bahsediyor. Bu argümanı sunarken, kriptozoolojinin babası olarak anılan Bernard Heuvalmans’ın “On the Track of Unknown Animals” kitabında yer alan yaratık (cryptid) çizimlerindeki hibrid canlılara dikkat çekiyor. Heuvalmans’ın çizimlerinde yer alan yaratıkların gerçeği göstermediğini ve spekülatif zoolojiden öteye geçemediğini, çizimlerdeki hibrid canlıların uygun bir evrim sürecine dahil olmadıklarına değinerek söylüyor. Oysa, Naish’e göre, yaratıklar (cryptid) hibrid olmalarından ziyade, var olmuş ve soyu tükendiği düşünülen canlılar olma ihtimali taşıyor. Kendisi aynı zamanda Patterson görüntüsü olarak adlandırılan kocaayak videosunu yanlışlayan kişi.

Bestami mi, Nessie mi?

İskoçya’da bulunan Loch Ness Canavarı iddialarına dair 1930’lardan günümüze birçok araştırma yapılmış. Tarihte Loch Ness Canavarı’nın izi takip edilmiş, gölün jeomorfolojik oluşumuyla canavarın o bölgeye nasıl yerleşmiş olabileceğine dair tahminler çıkarılmaya çalışılmış. Darren Naish gibi birçok kriptozoolog canavar ve görüntülerini doğrulamak için çalışmış. Loch Ness’in %60’ını oluşturan bir kısmı, “Deep Scan” adlı araştırmada eş zamanlı çalışan sonarlarla taranmış. Hatta Neil Gemmel isimli bilim insanı, sudaki DNA kalıntılarının takibiyle yapılan çevresel DNA (environmental DNA) yöntemiyle biyolojik olarak Nessie’nin yokluğunu hala ispat etmeye çalışmakta. Bunun karşılığında, Türkiye’de Van Gölü Canavarı’na dair kapsamlı araştırmalar bulunmuyor. Van Gölü hakkında oluşturulan bir araştırma komisyonunun gündemine Bestami’nin de girdiği Meclis Haber sitesinde aktarılıyor. Ancak hazırlanmış olması gereken rapor hakkında bilgiye ulaşamadım.

Sonuç olarak, haberi her çıktığında insanlara yaşadığından gayet emin bir şekilde bahsedilen Bestami’nin, sözlü anlatılar aracılığıyla da geçmişten bugüne yeniden üretildiğini söylemek mümkün. Tabi ki, insanlık olarak dünyaya ve evrene dair bilgilerimiz kısıtlı. Elimizde canavara dair var olmayan bilgilerle canavarın bulunma ihtimalinin çok az olduğu söylenebilir. Zira aslında neye benzediğini tarif edebilen biri bile bulunmuyor. Buna ek olarak, Van Gölü’nün fiziksel imkansızlıkları göz önünde bulundurulduğunda, Van Gölü Canavarı’nın bir şehir efsanesi olarak kalacağına dair yeterli delil bulunuyor.