Avrupa Konseyi, 27 Eylül 2017 tarihinde “Information Disorder: Toward an Interdisciplinary Framework for Research and Policy Making” (Bilgi Bozukluğu: Araştırma ve Politika Oluşturma için Disiplinlerarası Bir Çerçeveye Doğru) başlıklı bir makale yayımladı. Claire Wardle ve Hossein Derakhshan tarafından hazırlanan bu makale, 'yalan haber' ('Fake news') kavramına indirgenen bilgi kirliliği sorununa daha nüanslı bir bakış açısı sunma arayışının bir ürünü. Çalışmanın sunma iddiasında olduğu yeni çerçeve doğrultusunda bilgi kirliliği üç tanım aracılığıyla inceleniyor: dis-information, mis-information, mal-information. Bu kavramları, bir kısmı teyit.org içeriklerinde karşımıza çıkan çeşitli örneklerle tanımlayacağım.
Bilgi kirliliğinin üç türü: dis-, mis-, mal-information
Bilgi kirliliğinin üç türü olarak kavramsallaştırılan dis-information, mis-information ve mal-information kavramlarını, yazarlar yayılan bilginin yanlışlığı ve bu bilgi ile hedeflenen zarar boyutlarında ele alıyor. Dolayısıyla bu kavramsallaştırma çabası, üye olduğu Facebook grubunda gördüğü bir içeriği montajlanmış olduğunun farkına varmadan yayan orta yaş üstü bir kullanıcı ile Donald Trump'ın seçimi kazanması için bile isteye yalan içerik üreten Makedonyalı gençleri birbirinden ayırıyor. 'Bilgi kirliliği' ve 'yalan haber' kavramları bu ayrımları yakalama gücünden mahrum.
Tanımlara geçmeden önce belirtmek gerekir ki, yazarların bu kavramsallaştırma ile bilginin yaratıldığı anı mı (“... is [not] . . . created” [sf. 20]) yoksa paylaşıldığı anı (“... is when . . . shared” [sf. 5]) mı hedefledikleri ilk bakışta belirsiz. Örneğin raporun beşinci sayfasındaki tanımı takip edecek olursak mis-information, “yanlış bilginin zarar amacı gütmeden paylaşımı” sonucu ortaya çıkarken yirminci sayfadaki tanıma göre ise “zarar amacı gütmeden yaratılan yanlış bilgi”. Bu iki tanım arasında belirgin bir fark var. Bilginin yaratıldığı an ile sınırlanan bir kapsamı kabul edecek olursak, söz gelimi, mis-information kavramının kapsamı fazlasıyla daralıyor. Zarar amacı güdülmediği halde bile isteye yanlış bir bilgi yaratımının yanlış anlama ve ironi gibi istisnai durumlarla sınırlı olacağını düşünmek mümkün. Yazarların da mis-information açısından verdiği örneklere bakılınca (bir kriz anında, anın hararetine kapılan insanların paylaştığı dedikodular [sf. 22] ve Sandy kasırgası sırasında bir karayolunda yüzen fake bir köpekbalığı görseli paylaşımı [sf. 36]) bilginin hem yaratım hem de paylaşım anını hedefledikleri söylenebilir. Burada bilginin her paylaşım anında tekrar yaratılıp yaratılmadığı konusunda epistemolojik bir tartışmaya girilebilecek olsa da onun yeri burası değil.
Dezenformasyon = yanlış bilgi + zarar verme amacı (kötü niyet)
Bu doğrultuda, ilgili raporda, dis-information, bile isteye zarar verme amacı güderek paylaşılan yanlış bilgi (ve bunu yayma eylemi) olarak tanımlanıyor. Bir varlık şartı olarak kötü niyeti barındırmasının saptama anlamında pratik güçlüklere sebep olabileceği düşünülebilse de bu üç kavramdan Türkçe'de günlük kullanıma girebilmiş tek kelime. Türkçe'ye dezenformasyon olarak geçmiş olan bu kelime, esasen oldukça genç. Oxford'a göre kelime Rusça'dan İngilizce'ye 1950li yıllarda geçmiş ve kökeni 'dezinformatsiya'. Bu sözlük, kelimeyi -zarar verme amacı yerine- “Yanlış yönlendirme amacı güdülen yanlış bilgi” olarak tanımlıyor ve örnek olarak devlet kurumları tarafından rakip güçlere karşı yürütülen propagandayı veriyor. Buna uygun bir örnek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün bir fotoğrafını Amerikan bayrağı salladığı iddiasıyla gündeme taşıması. İnönü'nün resmi bir merasim sırasında çekilen bir fotoğrafını “Elindeki bayrak Türk bayrağı değil, elindeki bayrak Amerikan” sözleriyle sadece Amerikan bayrağı salladığı iddiasıyla dolaşıma sokan Erdoğan'ın, muhalefet partisi CHP'yi bu fotoğrafı kanıt göstererek “Amerikancılık” ile suçlamak suretiyle rakibine siyasi bir zarar verme saikiyle hareket ettiği aşikar. Halbuki, İnönü hem Türk, hem Amerikan bayraklarını birlikte taşıyordu. Dolayısıyla dezenformasyonun ortaya çıkması için gereken yanlış bilgi ve de zarar verme amacı bileşenlerinin mevcut olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bu apaçık örnek dışında dezenformasyonun zekice ve siyaset-dışı örneklerine rastlamak da mümkün. 25 Ağustos 2000'de, dönemin haber portalı Internet Wire'de bilgisayar parçaları üreticisi Emulex hakkında yayımlanan basın açıklamasında şirketin CEOsunun istifa ettiği ve 1998 ve 1999'da açıklanan kârların, zarar olarak tekrar açıklandığı belirtiliyordu. Piyasaların açılış saatlerine denk getirilen bu haber, Bloomberg, Dow Jones ve CBS Marketwatch gibi kaynakların da yaymasıyla, şirketin hisselerinin birkaç saat içerisinde yüzde 61 oranında değer kaybetmesine sebep oldu. Bunun parasal karşılığı yaklaşık 2 milyar dolardı. Bu haberi yayan ise bir Internet Wire çalışanı olan, 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Mark Jakob idi. 17-18 Ağustos 2000 tarihinde, geri alma vaadiyle Emulex hisselerini 80 dolardan bir brokerdan ödünç alıp satan (“short selling”) Jakob, hisseler değer kaybederse kâr edecekti. Zira, belirtildiği gibi, bu hisseleri temelli geri alma vaadiyle ödünç alıp satmıştı. Fakat Emulex hisselerinin 113 dolar civarına çıkması sonucu 97 bin dolar civarı bir zarara uğradı. Çözümü bu dezenformasyonda bulan Jakob hisseler düştükçe aynı işlemi tekrar tekrar yaparak 240 bin dolar kâr etti. Daha sonra yakalanan Jakob, 44 ay hapis ve para cezasına çarptırıldı.
Mizenformasyon = yanlış bilgi + hata (iyi niyet)
İkinci kavram olan mis-informationise raporda zarar amacı gütmeden paylaşılan yanlış bilgi (ve bunun yayılma süreci) olarak tanımlanmış. Her ne kadar raporda kurulan düzlemde dezenformasyon kelimesinden farkı oldukça açıkmış gibi görülse de yazarların kavrama gelenekselde olduğundan daha farklı bir anlam atfettiği söylenebilir. 400 yıldan fazladır İngilizce'de bulunan bu kelimenin büyük sözlüklerdeki karşılıkları ufak fakat önemli farklar barındırıyor. Örneğin Oxford, kavramı “Yanlış bilgi, özellikle bile isteye aldatma amacı taşıyan” şeklinde tanımlıyor. Cambridge'in sunduğu iki farklı karşılıktan ilki “Yanlış bilgi” iken ikincisi “Aldatmayı amaçlayan yanlış bilgi”. Merriam-Webster'daki karşılık ise “Yanlış veya yanıltıcı bilgi”. Son olarak dictionary.com da kelimenin anlamını “Yanıltma amacı olsun veya olmasın yayılmış yanlış bilgi” olarak sunuyor. Dolayısıyla, sözlüklere göre, bu kavram sadece “yanlış bilgi” anlamı sebebiyle dezenformasyonu da kapsıyor. Fakat bu yazının konusu, Avrupa Konseyi raporu ile sunulan kavramlar ve girişilen yeni kavramsallaştırma çabası olduğu için ilgili rapordaki kavramlara uygun örnekler vereceğim. Kavramın kurucu unsurları 1- (dezenformasyonda olduğu gibi) yanlış haber, 2- (dezenformasyondan farklı olarak) zarar amacının yokluğu. Türkçe'ye -henüz yaygınlaşmamış- 'mizenformasyon' olarak çevrilmiş bu kavramın nüansını kapsayacak başka bir kelime bilmiyorum, hatırlayamadığım bir karşılığı varsa bana ulaştırabilirsiniz.
Dolayısıyla, mizenformasyonda bulunan bir kullanıcının hata ile malul olduğunu söylemek yerinde olur. Dezenformasyonda olduğu gibi bir kasıt ve belki planlılık yok. Nitekim, felaket ve infial anlarının mizenformasyon için oldukça verimli bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Böyle anlarda -muhtemelen dezenformasyon kapsamında ortaya atılmış- yanlış bir bilgi, herhangi bir kötü niyet taşımayan insanlarca, kimi zaman anın hararetiyle, kimi zaman samimi biçimde yardım amacıyla, ama çoğunlukla bilginin doğruluğunu yeteri kadar araştırmama sonucu yayılabiliyor. Terör saldırıları sonrası sosyal medyada rastladığımız ve olay yerinden olduğu iddiasıyla paylaşılan içeriklerin bir kısmı buna örnek olabilir. Felaket anlarından bağımsız olarak, “Yağ yakan süper sebze”, “3 günde 10 kilo verdiren mucize diyet” vb içerikleri paylaşan bir Facebook kullanıcısı da, benzer şekilde, mizenformasyona ortak oluyor. Bunun bir örneği dondurulmuş limonun kanser tedavisinde kemoterapiden daha etkili olduğu iddiası. Bu mizenformasyon örneğini paylaşan kişilerin bir zarar verme niyetinde olmadığı aşikar. Yine sağlık konusunda popüler ve can sıkıcı bir örnek olarak aşı karşıtı mitler verilebilir. Aşı karşıtı mitleri paylaşan ebeveynlerin bu konuda birilerine zarar verme amacı taşıdığını düşünmek de aşırıya kaçmak olur. Fakat farkında olmadan da olsa bu mizenformasyona ortak olarak çocuklarda geri dönüşü olmayan zararlara yol açma riskini de göze almış oluyorlar.
Mal-information = doğru bilgi + zarar verme amacı
Son kavram ise henüz köklü sözlüklere girmemiş olan ve raporun yazarlarından Hossein Derakhshan'ın kendilerinin bu rapor ile dolaşıma soktuklarını belirttiğimal-information. Mal-information, yazarlar tarafından gerçek bir bilginin zarar verme amacıyla kullanımına işaret ediyor. Çoğunlukla özel olarak kalması gereken gerçek bir bilginin kamusal alana taşınmasını içeren bu terim, zarar niyeti unsurunda dezenformasyon ile ortaklaşırken paylaşılan bilginin gerçek olması sebebiyle hem dezenformasyondan hem mizenformasyondan ayrılıyor. Yazarlar bu üçünün ortaklaştığı noktaları ve çeşitli örnekleri bir şemayla göstermişler.
Bu şemada, bilginin yaratım anının ve tanımların aksine zarar verme niyetindense objektif (?) olarak zararlılık nosyonunun baz alındığına dikkat çekmek gerek.
Latince'de 'kötüce' anlamına gelen 'male' kaynaklı olup bugün İngilizce'de de aynı anlamda kullanılan mal- ön ekinden hareketle bu kavramı, pek pratik olmayan bir biçimde ve fakat Türkçe'nin el verdiği ölçüde kötücül-bilgi olarak çevirmek mümkün. Yazarlar, yukarıdaki şemada kötücül-bilgiye örnek olarak sızdırılan materyalleri (e-postalar, videolar vs), taciz konusu olabilecek bilgileri (örneğin bir dini azınlığa mensup kişinin taciz amacıyla bu kimliğinin açıklanması) ve kişisel olarak sınırlarının çizilmesinin zorluğu bağlamında problematik bir kavram olduğunu düşündüğüm 'nefret söylemi'ni gösteriyorlar. Yazarlar, şemanın alt metninde “bazı tür” nefret söylemlerini ve tacizleri bu kavramın kapsamına kattıklarını belirtmişler. Yazarların raporun 22. sayfasında “Nefret söylemi, taciz ve sızan materyallerin farklı ve önemli birçok konuya temas ettiği” ve “bu konuları değerlendirecek yere raporda sahip olmadıklarını” belirtmelerinin de, kötücül-bilgi kavramının problematik ve sınırı çizilmesi zor yönlerinin net bir şekilde farkında olduklarını gösterdiği söylenebilir.
Yazarların kötücül-bilgiye verdikleri örnek, tam da bu konulardan birine temas eden bir örnek: 7 Mayıs 2017'deki Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turu öncesi aday Emmanuel Macron'un e-postalarının sızdırılması. Fakat asıl soru sızan bir materyalin ne zaman kötücül-bilgi teşkil edeceği. Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında görevinden istifa edeli yaklaşık 1 yıl olan Macron'un kişisel e-postalarının sızdırılması hangi aşamada bir kötücül-bilgi oluşturuyor? Öte yandan Macron'un bir cumhurbaşkanı adayı olarak -ve, normal olarak- kamusal sıfatı haiz olması göz önüne alınırsa, sızdırılan materyallerin ilişkili olduğu kişinin kimliğinin buradaki önemi ne? Veyahut, ihtilaf sızdırılan bilginin niteliği noktasında mı toplanıyor? Örneğin, kamuya mal olmuş bir kişinin göreviyle alakasız fakat 'genel ahlak', 'kamu yararı' ve benzeri müphem kavramların sınırlarını zorlayan e-postaları sızdırılmışsa burada çizgiyi nereye çekmeliyiz? Fazlaca basitleştirme pahasına, ne zaman “Bu özel değil; bu genel, genel”?
Yine, benzer bir biçimde, uluslararası hukuka ve hatta kendi iç hukukuna riayet etmeyen devlet kurumlarının 'sızan belgeleri' hangi noktada 'devlet sırrı' teşkil eder ve hangi noktada 'insan hakları' ile çatışırlar? 'Devlet sırrı'nın sınırı nedir?
Benzer sorular, benzer tabiattaki ihtilaflar nefret söylemi konusunda da zuhur ediyor. Tam olarak ne nefret söylemi tesis ediyor? Hangi noktada nefret söylemi olarak hücum edilen söylemler tam olarak da ifade özgürlüğü kapsamına giriyor? Hukuk felsefesi profesörü Jeremy Waldron nefret söylemini azınlıklar üzerinden tanımlıyor (sf. 27). Bu doğrultuda, örneğin, “Yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede” İslamofobik söylemler ne derecede nefret söylemi teşkil eder? Tam anlamıyla kovuşturulacak bir nefret suçu düzenlemesinin, yargının mevcut durumu düşünüldüğünde, azınlıkları koruyacağının ve İslamofobi kaynaklı kovuşturmalara yol açmayacağının garantisini kim verebilir?
Velhasıl, Claire Wardle ve Hossein Derakhshan'ın kavramsallaştırma çabalarını, fact-checking terminolojisinin gelişmesi açısından umut verici bulsam da daha büyük bir sofistikasyon gerektirdiği kanısındayım. Söz gelimi, bir bilginin yayılırken hangi kullanıcının nerede masum olduğunun saptanması güç ve tam bu noktadan yola çıkan bir kavramsallaştırmanın çeşitli gri alanlara temas etmesi kaçınılmaz görünüyor. Keza, bilgi kirliliği gibi çoğu zaman en az binlerce farklı kullanıcının ve motivasyonun içinde bulunduğu bir süreçte kavramların iç içe geçtiği örnekleri düşünmek de zor değil. Örneğin nefret söylemi içeren bir mizenformasyon mümkün değil mi? Bu ve benzeri noktaları ele alan bir sofistikasyon ve genel olarak bu yöndeki gelişmeler elbette kısa bir zamanda, birkaç makaleyle halledilecek işler değil. Doğrulama genç bir alan ve alanın kendine has bir terminolojisinin gelişmesi de bu tarz denemeler ile atılan bebek adımları, yapılan denemelerin yaygınlaşması ve denemede hedeflenen anlamın şüpheye mahal bırakmayacak şekilde dile oturması gibi süreçleri içeriyor ve işin henüz başındayız.