Yerinden edilmiş Suriyeliler (II): Yükselen mülteci karşıtlığı

Uzmanlar, siyasilerin geri dönüş söylemini gerçekçi bulmuyor ve uyarıyor: “Gerçekleşmesi mümkün gözükmeyen vaatlerle mülteci karşıtlığını beslemek yerine, gerçekçi ve kalıcı politikalar geliştirilmeli.”


29/04/2022 14:00 8 dk okuma

Bu içerik 1 yıldan daha eski tarihlidir.

İlk bölüm: Yerinden edilmiş Suriyeliler (I): Geri dönüş mümkün mü?

Dosyanın ilk bölümünde aktarılan veriler gösteriyor ki, mevcut şartlarda Suriyelilerin kitlesel olarak geri dönmesi mümkün değil. Ancak bu geri dönüş söylemlerin bir karşılığı var: Giderek büyüyen “sığınmacı karşıtlığı”.

Suriyelilerin hiç olmadığı kadar görünür olmaları, bu karşıtlığın yükselmesindeki en önemli neden. Suriyelinin büyük bölümü şehirlerde yaşıyor. Kamplarda yaşayanların sayısı 50 bin civarında

Bu nedenle “kaygılanılacak bir sorun” ve “toplumsal bir tehdit” gibi görülüyorlar. Endişeler zaman zaman, Ankara Altındağ olaylarında olduğu gibi, fiziksel saldırılara da dönüşebiliyor.

ankara altindag suriyeliler2021 yılında Ankara Altındağ’da Suriyelilerin yoğun yaşadığı Battalgazi mahallesinde bir kişinin bıçaklanması üzerine, Suriyelilere ait pek çok eve ve işyerine zarar verildi.

Aslında Suriyeliler ilk geldiklerinde görece toplumsal kabul sağlanmıştı. Bunda iktidarın “ensar” ve “misafirlik” söylemleriyle desteklediği “geçicilik” vurgusu etkiliydi. Ancak aradan 11 yıl geçti. Toplumun kaygıları cok ciddiye alınmayınca, artan sosyoekonomik sorunlar hızlıca Suriyeli mültecilere yansıtılmaya başladı. Dışlayıcı, ötekileştiren, milliyetçi söylemler arttı. Suriyeliler mevcut birçok iç sorunun temeline yerleştirildi; “günah keçisi” haline geldiler.

Mevcut araştırmalar da bu gözlemi doğrular nitelikte. Suriyeliler Barometresi araştırmasına göre toplumun yüzde 85’i Suriyelilerin geri gönderilmesini ya da izole edilmesini istiyor (sf. 138).

Çalışmada “Türk toplumu Suriyelileri nasıl tanımlıyor?” sorusuna, “bize yük olan insanlar”, “kendi ülkelerini koruyamayan insanlar”, “bize ileride çok sorun yaratacak insanlar” gibi yanıtlar öne çıkıyor. Oysa aynı araştırmanın 2017 sonuçlarında Suriyeliler “zulümden/savaştan kaçan mağdur insanlar” olarak tanımlanıyordu (sf. 93-94). 

Teyit’in ulaştığı Prof. Dr. Erdoğan da Türkiye toplumunun, 2017 sonrasında Suriyelilerin görünür olmasıyla tedirginliğin artmaya başladığına işaret ediyor:

“Topluma en başta göçü makul biçimde gözlemeyecek anlatılar sunulmadı. Aradan geçen zamanda da güvenini yitirdi. Türk toplumu artık kendisini tatmin edecek açıklamalar, hatta uygulamalar bekliyor. Vatandaşlık politikası, ekonomik kriz ve Suriyelilerin dönmeyeceğine yönelik algı, bu korkuları endişeleri yönetecek bir siyasi potansiyel ortaya çıkardı. Bu potansiyel de şimdi pek çok siyasi lider için önemli bir mecra yarattı.”

Toplum Suriyelilerin en fazla vatandaşlık almasından rahatsız. Katılımcıların yüzde 84’ü Suriyelilere hiçbir siyasal hak verilmemesi gerektiğini düşünüyor (sf. 123). Türkiye’de resmi açıklamalara göre 200 binin üzerinde Suriyeli “istisnai vatandaşlık” kapsamında vatandaş oldu. Ancak Suriyelilerin vatandaşlık alma süreçlerinin şeffaf olmaması ve şartların belirsizliği tepkiye yol açıyor. Muhalefete göre yaklaşan seçimlerle birlikte iktidar daha fazla Suriyeliyi vatandaş yapacak. 

Türk toplumunun endişe duyduğu diğer konular arasında “suç oranlarının artması”, “güvenlik sorunu” yer alıyor (sf. 123). İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Suriyelilerin suç işleme oranının yüzde 1,3 olduğunu açıklamıştı. Doç. Dr. Ayşegül Kayaoğlu’nun yürüttüğü bir araştırma da Suriyelilerin suç istatistiklerine anlamlı bir etkisi olmadığını gösteriyor

Suriyeliler Barometresi araştırmasında da, Suriyelilerden bizzat ya da ailesinden birinin zarar görmediğini belirtenlerin oranının yüzde 90’larda (sf. 126) olduğunu söylüyor. Araştırmaya katılanlar, hikayeleri çoğunlukla başkalarından duymuş

Suriyelilere yapılan harcamalar da tepki çekiyor. İktidar 40-50 milyar dolar harcandığını açıklasa da, muhalefet daha fazla harcama yapıldığını savunuyor. Ancak devletin nereye, ne kadar, ne amaçla harcama yaptığına yönelik sağlıklı bilgi elde etmek mümkün değil. 

Siyasetçilerin söylemleri de karşıtlığı besliyor

İltica ve Göç Araştırmaları Derneği (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, Türkiye toplumu nezdinde geri gönderme söyleminin hoşgörüsüzlüğü artırdığını belirtiyor. Suriyeli Aktivist Taha Elgazi benzer görüşte: “Buradaki herhangi bir mülteci aslında sorunun kaynağı değil; sorunun mağduru. Biz kendi irademizle kararımızla Türkiye’ye gelmedik. Biz savaş nedeniyle buraya geldik. Siyasetçiler bizi siyasi malzeme olarak kullanıyor.”

Doç. Dr. Başak Yavcan da siyasilerin söylemlerinin tehlikeli olduğuna işaret ediyor: “Toplumda gerçekçi olmayan bir geri gönderme beklentisi yaratmak ciddi sonuçlara yol açabilir. Bütün dilin geri gönderme söylemi üzerinden kurulması, bir arada yaşama pratiğini tehlikeye atıyor. ”

“Eleştiriler politikalara yöneltilmeli”

İktidarın uyguladığı göç politikalar da sığınmacıları hedef gösterme kolaylığına kaçmaya neden olabiliyor. Özellikle Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki anlaşmalara dayanan, dışsallaştırılan sığınmacı politikaları pek çok açıdan eleştiriliyor ve yeni politikalar geliştirilmesi gerektiğine işaret ediliyor.

Yavcan da bu süreçte insanların hedef gösterilmesi değil, politikaların eleştirilmesi gerektiğini söylüyor. 

Hukukçu Gülnihal Pezük Türkiye’de yaşanan sorunların kaynağında yasal yükümlülüklerin doğru bir şekilde sırtlanmamak olduğuna değiniyor. Ancak, doğru mülteci politikaları için hukuki zemine ve haklara vurgu yapan Murat Erdoğan’a göre eleştirilerin haklı bir zemini de var: “Bu işin tek muhatabı Türkiye değil. Mülteci hakları konusunda diğer ülkeler ne yapıyor? Medeni olarak gördüğümüz dünyanın gelişmiş ülkeleri mülteci istemiyor ve dışlayıcı, ayrımcı politikalar izliyor. Öte taraftan 2011’de 58 bin olan mülteci sayısı aniden milyonları aşıyor. Toplumun buna kayıtsız kalması, bir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi beklenemezdi. Sosyal, ekonomik, siyasi açıdan birçok sorunun yaşandığı Türkiye’de de bu kadar mülteci varken haklardan, hukuk sisteminden söz edilmesine toplum tepki gösteriyor. Bunun siyaseten yönetilmesi, toplumun kaygılarını anlayan ciddi ve güvenilir bir iletişim stratejisi uygulanması gerekirdi. Bunu yapmayınca popülist politikacılara ve ırkçı yaklaşımlara zemin oluşuyor.”

Çorabatır da siyasilerin Türkiye’deki sığınmacı sisteminin zayıflıklarının nasıl doldurulacağının cevabını vermediğini, alternatif politikalar üretilmediğini söylüyor.

Çözüm ne?

Suriyelilerin, koruma ve yardım alabileceği üçüncü ülkeye yerleştirilmesi seçeneği BM’nin vurguladığı kalıcı çözümlerden. Ancak başka ülkeye yerleştirilme oranları epey düşük. 2020 yılında 18 ülkeye 5 bin 633’ün üzerinde başvurudan, 3 bin 382’si yeniden yerleştirilme süreciyle 14 ülkeye gönderilmiş.

Uzmanlar en kalıcı çözüm olarak, Türkiye’de bulunan sığınmacılara yönelik uyum ve entegrasyon politikalarının geliştirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Birleşmiş Milletler de mültecilerin sığındıkları topluma entegre edilmelerini öneriyor. Entegrasyon, göç eden kişilerin bireysel ya da toplumsal olarak ev sahibi topluma uyum sağlamaları sürecine deniyor.

Çorabatır, sığınmacıların sosyal uyumu için, göç ve uyum stratejileri geliştirmek gerektiğini belirtiyor. Yavcan da aynı fikirde. Yavcan’a göre uyum ve entegrasyona erişebilmek için tüm dünyada haklara erişimin önündeki engellerin kaldırılması gerek: “Bir arada yaşam anlamında Türk ve Suriyeli çocukların aynı sırayı paylaşması mı daha iyi paylaşmaması mı? Burada kalanlara dil öğretmek, ülkenin tarihini, coğrafyasını mı öğretmek istiyoruz, yoksa burada marjinal gruplar oluşturmasını mı istiyoruz?”

Türkiye’de 1,5 milyonun üzerinde Suriyeli okul çağında (5-17 yaş) çocuk var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın raporunda, 730 bin Suriyeli çocuğun okula gittiği, yüzde 35’inin ise eğitim alamadığı belirtiliyor. Anadil, statü ve ekonomi gibi temel engellerden dolayı mülteci çocukların okula başlayamaması ya da okula bırakmak zorunda kalmaları, uyumu geciktiren etkenler olarak değerlendiriliyor

Yavcan, diğer konunun da istihdam piyasalarına erişim olduğu görüşünde; kayıt dışı çalıştırılanların denetlenmesi, topyekun bir çalışma hakkı verilmesi gerektiğini savunuyor. 

Suriyeliler işgücü piyasasında genellikle kayıt dışı alanda, uzun saatler ve düşük ücretlerle varlığını sürdürmeye çalışıyor.

İlginizi çekebilir: Suriyeli emeği: İşgücü piyasasını nasıl etkiliyorlar?

Yavcan entegrasyonda doğru bilgiye erişimin önemine de işaret ediyor: “Şeffaf bilginin olmadığı yerde yanlış bilgiler daha kolay yayılıyor. Karar alıcı ve uygulayıcı aktörlerin doğru bilgiyi yayma sorumluluğu var. Bu bence entegrasyon için çok önemli. Çünkü doğru bilgiye sahip olmama durumu toplumsal kabulü azaltıyor” dedi.

Suriyelilerin entegrasyonunda zorluklar neler?

Zafer Partisi ise hem demografik, hem de kültürel nedenlerle Suriyelilerin Türk toplumuna entegre olmayacağı görüşünde.

Ancak Murat Erdoğan, bir topluluğun entegrasyonunda, ırk, din, kültür gibi aidiyetlerin belirleyici olmadığını vurguluyor. Ona göre Almanya iyi ve kötü tecrübelerin olduğu bir örnek:

“1961’de gidenler için uyum politikalarını 25 sene reddeden Almanya, Türklerin dönmeyeceğini anlayınca 1980’lerin ortasında uyum çalışmalarına başladı. Ama pek çok sorunun kaynağı da bu geç kalmak oldu. Neticede sorunlar olsa da, şu an uyum konusunda önemli gelişmeler de yaşandı. Mesela şimdi 2015-2016 yıllarında ülkeye giden ve geneli Suriyelilerden oluşan, 1 milyondan fazla sığınmacı için uyum çalışmaları hemen başlatıldı. Dünyada çok farklı uyum modelleri var, Türkiye’de kendi modelini geliştirmeli. Ama unutmayalım planlanmış, seçilmiş, düzenlenmiş göçmenler için bile uyum süreçleri belirli bir sayının üzerinde zorken, mülteciler konusunda konu daha da zordur ve ciddiye almak gerekir. Örneğin Kanada yılda 350 bin göçmeni seçerek ve ihtiyacına göre planlayarak alıyor; uyum sorunu, gettolaşmanın önüne geçmek için de gelenleri bölgelere farklı ırk, din, mezhep farklılıklarına göre yerleştiriyor. Bizim böyle bir şansımız olmadı.”  

Erdoğan’a göre entegrasyonda en büyük zorluk sayısal büyüklük: “Sayı çok olunca kendi içlerine kapanma riski yüksek. Kendi içine kapanan Suriyeliler ya da hangi grup olursa olsun gettolaşır; bu gettolaşma da ayrı bir kimlik yaratır. Üstelik yerlestirme politikasi uygulanmadığı için bu kümelenme kendiliginden ve cok hizli gerceklesti. Türklerle diyaloga ihtiyaç duymadan, kendi sistemlerini kuran 4 milyonun uyum süreci -etnisiteden bağımsız- kolay olmayacak. Çünkü Türk toplumu da bu büyüklükten endişe ediyor.”

İktidar şimdilerde Suriyeliler arasında gettolaşmanın önüne geçmek için “seyrekleştirme” politikaları uyguluyor. Ancak Erdoğan’a göre bu politikalar için çok geç. Özellikle sınır illerde demografik endişeler dile getiriliyor.

Sonuç olarak Suriyelilerin geri gönderilmesi uluslararası hukuk açısından mevcut koşullarda mümkün görünmüyor. Suriye’deki şartlar da gönüllü geri dönüşe imkan tanımıyor. Geri göndermenin pratikte mümkün olmadığını gösteren örnekler de var. Uzmanlar, siyasilerin geri dönüş söylemi yerine, daha kalıcı çözümlere işaret etmesi gerektiğini dile getiriyor.

Katkıda bulunanlar
  • Prof. Dr. M. Murat Erdoğan
  • İGAM Başkanı Metin Çorabatır
  • Doç.Dr. Başak Yavcan
  • Hukukçu Gülnihal Pezük