Ege Denizi’nin Seferihisar açıklarında meydana gelen 30 Ekim 2020 İzmir depreminin büyüklüğü ile ilgili ulusal ve uluslararası kurumlar farklı değerler açıkladı. Bu durum depremin büyüklüğü ile ilgili soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Özellikle Türkiye’de depremler konusunda kamuoyunu bilgilendiren iki kurumun (AFAD ile Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi) farklı veriler sunması ‘Depremin büyüklüğü gizleniyor mu?’, ‘Hangi kurum daha güvenilir?’ gibi sorulara neden oldu.
Depremle ilgili farklı büyüklükler açıklanmasının nedenlerini veriler ve uzman görüşleriyle ele alıyoruz.
Farklı büyüklük değerlerinin nedeni ne olabilir?
Deprem fay hatlarındaki enerji birikiminin açığa çıkması sonucu yerkabuğunun kırılmasıyla ortaya çıkan titreşimlerin yeryüzünü sarsmasına deniyor. Yerkabuğunda oluşan dalgalanmalar, sismometre adı verilen aygıtlarla ölçülüyor. Bu aletlerden alınan kayıtlardan da depremin büyüklüğü hesaplanıyor. Kurumlar deprem büyüklüğünü depremin ortaya çıkardığı enerjinin düzeyini, hesaplamalar sonucu elde edilen değer olarak tanımlıyor. Dolayısıyla deprem büyüklüğünü hareket sırasında ortaya çıkan enerji miktarı veriyor. Büyüklüğün hesaplanması için depremin merkezinin doğru bir şekilde belirlenmesi de önemli.
30 Ekim 2020 Ege denizinde meydana gelen depremin büyüklüğünü İçişlerine bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) 6.6, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü ise 6.9 olarak açıkladı. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmalar Kurumu, Avrupa-Akdeniz Sismoloji Merkezi, Sismoloji için Anonim Araştırma Kurumları büyüklüğü 7.0 olarak verdi.
Ege denizi depremi lokasyonu. Kaynak: USGS.
Farklı büyüklükler açıklanmasının kurumların depremin ölçümünde farklı değerleri baz almasından kaynaklandığı söyleniyor. Deprem ölçümlerinde kullanılan yöntem farklılıkları depremin büyüklüğünde farklı değerler açıklanmasına neden olabiliyor.
Kurumlar da birden fazla deprem büyüklüğü açıklanmasının, tek bir yöntemin kullanılmamasından kaynaklandığını belirtiyor. Uzaklığa ve depremin büyüklüğüne göre farklı yöntemlere başvurulmak zorunda kalınıyor. Farklı yöntemler aynı depreme uygulandığında farklı değerler elde ediliyor.
Ancak İzmir depreminde açıklanan büyüklük değerleri aynı yöntem baz alınarak hesaplanmış. AFAD, Kandilli ve diğer uluslararası kurumlar İzmir depremindeki büyüklük göstergesi olarak moment büyüklüğünü (Mw) açıklamış. Deprem büyüklüğü hesaplamada kullanılan moment büyüklüğü (Mw) depremin oluşumunun matematiksel bir modelinin yapılmasına karşılık gelen bir yöntem. Bu yöntem belli büyüklüğün üzerindeki depremler için kullanılıyor. Kandilli bu yöntemin diğerlerine göre en güvenilir yöntem olduğunu söylüyor.
Deprem büyüklüğü hesaplamasında kullanılan başka yöntemler de var. Bunlardan daha yaygın olanı Richter ölçeği. Yerel büyüklük (Ml) olarak da bilinen yöntemle ses dalgaları ölçülerek depremin büyüklüğü tespit ediliyor. 1935 yılında ABD’li mucit Charles Francis Richter tarafından depremleri ölçmek için önerilen ilk yöntem olarak biliniyor. Diğer bir yöntem süreye bağlı büyüklükte (Md) sismometre üzerinde depremin uzun süre yarattığı titreşim ölçülüyor. Yüzeyden yayılan dalgaları ölçen yüzey dalgası (Ms), derinliklerden ilerleyen dalgaları ölçmeyi sağlayan cisim dalgası büyüklüğü de kullanılan diğer yöntemler arasında.
Başka değişkenler de etkili olmuş olabilir
Teyit’in görüştüğü Doç. Dr. Bülent Özmen de İzmir depreminde tüm kurumların aynı hesaplama tekniğini kullanmasına rağmen farklı değerler açıklama nedeninin hesaplamaları yaparken baz alınan bazı kabullerden kaynaklanmış olabileceğini belirtti. Özmen, kabuk yapısının kalınlığı, deprem dalgasının hızı, sismik istasyonlarının deprem noktasına göre açısı gibi kabullerden dolayı büyüklük hesaplamalarında farklı veriler elde edilmiş olabileceğini aktardı. Özmen, Türkiye’de en çok sismik istasyona sahip kurumun AFAD olduğunu da belirtti.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD’ın deprem istasyon ağları Kandilli’ye göre daha geniş. 2019 verilerine göre Kandilli’nin 450, AFAD’ın ise binden fazla deprem istasyonu bulunuyor. Her iki kurumun da hız ölçer ve ivme ölçer gibi deprem kayıt cihazları var. Öte yandan uluslararası kurumların da dünya geneline yayılmış deprem istasyon ağlarını internet sitelerinden görmek mümkün.
AFAD deprem istasyonları haritası.
Kandilli Rasathanesi deprem istasyonları.
Görüldüğü gibi kurumların deprem istasyonları sayılarında da farklılıklar var. Ancak büyüklük verilerindeki farklılığın tek nedeni bu değil. Kurumların istasyon sayılarının yeterli olduğu söyleniyor. Farklılığı ortaya çıkaran başka değişkenler var. Deprem kayıt cihazlarının kalitesi ile deprem bilimcilerin kayıtları farklı yorumlayabilmesi bunlar arasında. Bu nedenle bazı kurumlar ilk verileri yeniden inceleyerek büyüklük bilgisini revize edebiliyor. Deprem büyüklüğü verilerinde revizyonun normal olduğu da belirtiliyor. Örneğin Kandilli, büyüklüğü önce 6.8 olarak açıkladı, ardından 6.9 olarak revize etti. AFAD ise başta açıkladığı 6.6 verisini revize etmedi.
Deprem uzmanları da farkı, kurumların farklı noktalarda, farklı sayılarda ve farklı kalitede istasyonlara sahip olmasına bağlıyor. Örneğin Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan’a göre kurumların sismik kayıt istasyonlarının depremin merkezine uzaklığı, sismik kayıt ağının yaygınlığı ve kalitesi etkili. Alan her iki kurum verilerinin de güvenilir olduğunu, ancak AFAD’ın ağlarının daha geniş olduğunu belirtmiş. ODTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü hocası Prof. Dr. Ali Koçyiğit de benzer bir görüşte.
Köklü bir kurum olan Kandilli Rasathanesi uzun yıllardır Türkiye’de depremin büyüklüğü, fayların nasıl etkilendiği, olası depremlere dair kamuoyunu bilgilendiriyor. 2004 yılında İstanbul’da toplanan Deprem Şurası’nda ülkede meydana gelen depremlerin izlenmesi, kaydedilmesi, duyurulması Ulusal Deprem İzleme Ağı sistemiyle ele alınması gerektiğine karar verildi. 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle de AFAD, Türkiye’de depremlerle ilgili her türlü çalışmayı yapmak ve yaptırmak konusunda tek resmi kuruluş oldu.
İki kurum sadece İzmir depreminde değil, son yıllarda meydana gelen depremlerde farklı büyüklük verileri açıkladı. Örneğin 24 Ocak 2020’de Elazığ depreminde de AFAD büyüklüğü 6.8, Kandilli 6.5 olarak açıkladı.
Yanlış ölçüm yapıldığı söylenebilir mi?
Uzmanların büyüklük değerlerinin farklılığını etkileyen birçok etken olduğunu belirtmesi kurumların ölçümlerinin yanlış olduğu sonucuna götürmüyor.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS) de diğer kurumlardan farklı deprem büyüklüğü açıklanmasını, metodolojik farklılıklar, veri kullanılabilirliği ve sismik verilerdeki belirsizliklerle açıklıyor. Büyüklük farklılıklarının doğal olduğunu belirten kurum, bir depremin büyüklüğünün yüzde 100 doğru ölçülmesinin mümkün olmadığının da altını çiziyor. AFAD Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Ramazan Sevinç de farklı parametrelerle ölçümleme yapıldığını, yanlış ölçüm diye bir şeyin söz konusu olmadığını açıkladı.
Teyit’e değerlendirmelerde bulunan Bülent Özmen’e göre açıklanan büyüklük değerlerinin farklılıklarına bakılıp yanlış ölçüm yapıldığını söylemek mümkün değil. Ancak Özmen, gerek ülke genelinde sismik istasyon sayıları gerekse de deprem parametreleriyle ilgili verileri resmi olarak açıklama yetkisine sahip olduğu için AFAD’ın verilerini dikkate aldığını söylüyor.
Teyit’in görüş almak için ulaştığı bir başka isim, Prof. Dr. Erçin Kasapoğlu ise her deprem sonrası benzer bir durum yaşandığını, ‘yanlış ölçüm’ gibi değerlendirme yapmanın doğru olmadığını söyledi. Kasapoğlu’na göre sağlıklı veriler en azından 600 kilometre uzaklıktaki üç ayrı merkezden alınan kayıtlardan elde edilebilir. Öte yandan Erçin Kasapoğlu, açıklanan büyüklük verilerinden 7.0’ı baz aldığını aktardı.
İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi olan Prof. Dr. Celal Şengör’e göre ise İzmir depreminde dikkate alınması gereken ölçüm Kandilli Rasathanesi’ninki. Şengör depremin büyüklüğünün 7.0 olduğunu savunuyor.
6.6 ile 7.0 arasında açığa çıkan enerji farkı var
Eski Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik de Kandilli ile AFAD’ın algoritmalarının farklı olduğunu, dünyada deprem büyüklüğü veren kurumların daha sonraki verilere göre ilk açıklamalarını revize ettiklerini belirtti. Erdik 6.6 ile 7.0 arasında 10 kat enerji farkı olduğunu, ancak bu tartışmanın anlamlı olmadığını söylüyor. Erdik’e göre depremin büyüklüğünden çok verdiği hasar önemli. Doç. Dr. Bülent Özmen de deprem büyüklükleri logaritmik olarak arttığı için 6.6 ile 6.9 arasında 30 kat fazla enerji açığa çıktığını açıkladı.
7.0 büyüklüğünde bir deprem 6.0'ya göre 10 kat daha büyük, ancak 30 kat daha fazla enerji açığa çıkarıyor. Dolayısıyla da iki büyüklük arasında depremin gücüyle ilgili de farklılıklar ortaya çıkıyor.
Erdik’in bahsettiği hasar ise depremin şiddeti. Depremin şiddeti ve büyüklüğü de iki ayrı kavram. Bunlar zaman zaman karıştırılabiliyor. AFAD ve Kandilli depremin şiddetini herhangi bir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlıyor. Depremin şiddeti yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkisinin ölçüsünü veriyor. Dolayısıyla şiddet, depremin meydana getirdiği bölgesel hasarın ve can kaybının ölçüsü ve haliyle subjektif. Depremin şiddeti depremlerin gözlenen etkilerine göre ‘şiddet cetvellerine’ göre, o bölgede oluşan etkilere bakılarak değerlendiriliyor. Şiddet cetvelinde hangi şiddet tanımına uygun olduğuna bakılarak romen rakamlarıyla belirleniyor. Bunun için Mercalli denilen bir şiddet cetveli kullanılıyor.
Şiddet ve büyüklük değerleri arasındaki dönüşümler.
Görüşüne başvurduğumuz Doç. Dr. Bülent Özmen de sahada yaptığı incelemelere dayanarak, İzmir’de yıkımın fazla olduğu bazı mahallelerin dokuz, bazılarının ise altı şiddetinde depremi hissettiğini aktardı.
Bunların yanı sıra Türkiye’deki kurumların depremin büyüklüğünü 7.0 olarak açıklamamasıyla ilgili ortaya atılan iddialar da var. Örneğin 7.0 ve üstü büyüklükte deprem olduğunda Türkiye’de OHAL ilan edilmesi gerektiği iddiası bunlardan biriydi. Ancak Teyit ele aldığı analizle bu iddianın doğru olmadığını ortaya koydu.
Sonuç olarak uzmanlar, kurumların deprem büyüklüklerini farklı açıklamalarını her deprem sonrası yaşanan bir durum olarak değerlendiriyor. Kurumlar açıkladıkları verileri daha sonra daha derinlikli araştırmalarla da revize de edebiliyor. Öte yandan uzmanlara göre büyüklük hesaplamada kurumların farklı parametrelerden faydalanması ‘yanlış ölçüm’ tezinin doğru olmadığını gösteriyor.