Tohum dosyasının dördüncü ve son bölümü, Türkiye’de yerel tohum kullanımının zorlaştırıldığı, hatta hapisle cezalandırıldığına ilişkin iddiaları inceliyor. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren ülkede izlenen tartışmalı tarım politikalarının ardından gelen ‘sertifikalı tohum’ tutumunun üzerine gidiyor; belki de tohumda yerel bir marka yaratabilme adına iyi bir girişim olabilecek bu çalışmanın, tartışmalı yöntemlerle ne tür kargaşalara yol açtığına bakıyor.
Türkiye’de ithal tohum kullanımına dair en büyük tepki doğuran sanrı, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’na göre yerli tohum üretmenin ve satmanın yasak olduğu, kanuna uymayanların ise hapis cezası alabileceği . Örneğin, Twitter’da paylaşılan bu iddia, 2 bin 500 kişi tarafından retweet edilmiş.
Ancak, 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu herhangi bir hapis cezası öngörmediği gibi, herhangi yerli bir tohumun kullanılmasını da yasaklamıyor. Kanuna göre, ticareti yapılacak tohumların öncelikle bakanlık tarafından tescillenmesi ve kayıt altına alınması gerekiyor. Zaten 5553 sayılı kanun da esasen ‘sertifikalı’ tohumların ticaretini düzenlemeye yönelik. Buna göre, kütüğe kaydedilmeyen, sertifikasyonu yapılmayan tohumların ticaretini yapanlara 10 bin liradan başlayan idari para cezaları, suçun tekrarı halinde cezanın artırılması ve faaliyetten men ile yasadışı faaliyet sırasında kullanılan tohumlukların imhası öngörülüyor.
Buğday Derneği’nden Mehmet Gürmen, sertifikasız yani ‘atalık’ ya da ‘köy popülasyonu’ olarak tanımlanan tohumların satışının tamamen yasaklandığını teyit ediyor ve bu tohumların satışının sadece Tarım Bakanlığı’na bağlı enstitülerce tescil ettirilip satışının mümkün kılındığını belirtiyor. Daha net bir ifadeyle: Sertifikasız tohumların satışı yasak, fakat sertifikasız tohumdan üretilen ürünün satışı serbest.
Peki, bir tohum nasıl sertifikalı olabiliyor? 2006 yılında çıkan 5553 sayılı kanunun dördüncü maddesinde bitki çeşitlerinin tescili, üretim izni ve standart tohumluk çeşit kaydı ile genetik kaynakların kütüğe kaydedilmesi işlemlerinin bakanlık tarafından yapıldığı bilgisi yer alıyor. İlgili kanunun beşinci maddesinde “Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumların üretimine izin verilir.”, yedinci maddesinde ise “Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumların ticaretine izin verilir” ifadeleri yer alıyor.
Buna göre, yerel bir tohumun, bakanlık tarafından kayıt altına alındığı sürece iç ticaretinde sakınca yok. Kafa karışıklığı yaratan noktalara değinmeden önce, kanundaki “tescil, durulmuşluk ve farklılık” tanımlarına bakmak gerekiyor:
Yerelde yetiştirilen tohumlar mutlaka farklı, durulmuş ve yeknesak olmak zorunda değil. Köy popülasyonunda yetişmiş bir tohum farklı genetik varyasyonlara sahip; yani, yukarıda belirtilen kıstaslara sahip değil. Yeknesak olmayan bu tip yerel tohumların ticaretinin, bakanlık tescili yapılamayacağı için yasak olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak 5553 sayılı kanun herhangi bir hapis cezasını veya yerel tohumların satışına getirilen bir yasağı öngörmüyor fakat çiftçilerin kendi ürettikleri yerel ürünlerden tohum ayrıştırarak başka çiftçilere satmasına yaptırımlar getiriyor. Buğday Derneği’nden Mehmet Gürmen, “Pratikte birkaç cezai işlem ve denetleme olduğunu basından öğrendiysek de şikayet olmadığı sürece belediye zabıtalarının pazarlarda bu tür tohumların satışına halen karışıp yaptırım uygulamadıklarını görüyoruz. Yani kanun var ama şimdilik göz yumuluyor” diyor.
Sertifikalı tohum, yerel tohum, ithal tohum derken Türk çiftçisinin son yıllarda artan geçim sıkıntılarının nedenlerini anlamaya çalışmak da tohum sektörünün çıkmazlarını anlamak için aydınlatıcı olabilir.
Erciyes Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Dr. Aziz Şatana, çiftçilerin yaşadığı geçim sıkıntısındaki kırılma noktası olarak 2001 krizini işaret ediyor. 2001 krizinden önce Türkiye’deki tarım fiyatlarının “siyasilerin çiftçinin gönlünü kazanmak istemesi” amacıyla dünya fiyatlarının çok üzerinde belirlendiğini söylüyor: “Tütüne gerek olmadığı halde üretiyorduk, dış piyasada daha ucuz olduğu için de satamıyorduk, sonra yakıyorduk, hatırlayalım. O krizi atlatmak için IMF’e başvurulduğunda IMF’in Türkiye’ye yardım etmek için saydığı koşullardan biri tarım politikalarında revizyona gidilmesiydi. Böylece Şeker Kanunu ve Tütün Kanunu getirilerek bu ürünlerin üretimi kısıtlandı. Sonuç olarak artık Türkiye’de tarım fiyatları dünya fiyatlarına yakın belirleniyor. Bu da tabii geçmiş dönemdeki büyük kârları azaltmış durumda.” Aradan geçen yaklaşık 20 yıla rağmen çiftçilerin hâlâ geçim sıkıntısı çekmesi konusunda ise Şatana Türkiye’de orta ve uzun vadeli tarım politikaları planlamasının olmayışına işaret ediyor ve “Arz talep dengesi planlanmadığı için bazı yıllar bazı yıllar bazı ürünler ya çok üretiliyor ya az üretiliyor ve fiyatlar çok hızlı iniş çıkış gösterebiliyor” diyor.
Şatana, Tarım Bakanlığı makamındaki istikrarsızlığın da tarımdaki ekonomik sorunların çözülemeyişinde önemli bir detay olduğunu düşünüyor: “Şu an 45. Tarım Bakanı görev yapıyor. Bu da demek oluyor ki Türkiye’de iki yılda bir tarım bakanı değişmiş. Bir bakan gelip sektörün sorunlarını anlayıp paydaşlarla bir araya gelene kadar bir yıl geçiyor. Bir proje geliştiriyor, hayata geçiremeden bir başka bakan geliyor.”
İthal tohum kullanmayana devlet desteği yok! (mu?)
İthal tohuma ilişkin üzerine en çok argüman üretilen iddialardan biri de ithal tohum kullanmayan çiftçilere devlet desteği verilmeyeceği. 29 Temmuz 2018’de paylaşılan 2500 kez retweet edilen tweet, üretilen onca argümandan sadece biri.
Buradaki yanılgı da sertifikalı tohumun sadece ithal tohum olduğu sanrısına dayanıyor. Yani, ithal tohum kullanmayan çiftçiye devlet desteği verilmediğini ve verilmeyeceğini söylemek mümkün değil. Devlet desteği verilecek çiftçiler için tohum özelinde tek kıstas, kullanılan tohumların sertifikalı olması. Bu da sadece ithal tohumlara sertifika verildiğine dair bir düzenlemenin olmadığı anlamına geliyor. Yerli tohumlar da sertifika alabildikleri için ‘sertifikalı’ yerli tohum kullanan çiftçilerin devlet desteğinden faydalanmaları mümkün.
2018 yılı için çiftçiye yapılan devlet destekleri 27 Mart 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanan Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Bitkisel Üretimde Devlet Desteği Yapılmasına Dair Tebliği ile düzenlenmiş. Bu tebliğde yem bitkilerinden iyi tarım uygulamalarına kadar birçok konuda 2018 içerisinde üreticiye verilecek destekler için aranan şartlar sıralanıyor. Tohum konusunu da tebliğin 16. ve 17. maddeleri düzenliyor. 16. maddede “yurtiçi sertifikalı tohumun kullanımı”, 17. maddede ise “yurtiçi sertifikalı tohumun üretimi” ifadeleri yer alıyor.
16. maddede çiftçinin kullandığı tohumu “Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliği” hükümlerine göre tohum üreticilerinden veya tohumluk bayilerinden almak zorunda oldukları ibaresi geçiyor. Resmi Gazete’de 15 Mayıs 2009 tarihinde yayınlanan yönetmelik ise yerli tohum ve tohumluk üreticisinin sahip olması gereken yükümlülükleri sayıyor. Bu yönetmeliğin sekizinci maddesine göre üreticinin tohumlara ait numuneleri bir yıl süre ile muhafaza etmesi gerekiyor. Madde 24’te ise tohumluk satabilecek bayilerin sadece “kayıt altına alınmış çeşitlere ait sertifikalandırılmış ve etiketlenmiş veya standart tohumlukların” satılabileceği kuralı yer alıyor.
Bu tebliğ ve yönetmeliğin dayanağı olan hukuksal düzenlemeler, daha önce yukarıda anlatılan 5553 sayılı kanun ve 2004’te çıkan 5042 sayılı “Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun”.
5042 sayılı kanunun üçüncü maddesinde yeni bitki çeşitlerinin üretiminde kullanılacak türlerin korunmasında ilk şart olarak “yeni, farklı, durulmuş ve yeknesak” olması gerektiği ifade ediliyor. Aynı kanun aslında 5553 sayılı kanunu önceliyor. Ayrıca 5042 sayılı kanun ıslah edilecek türler için ilk defa bir “isim hakkı” uygulamasını yürürlüğe koyuyor. Dokuzuncu maddeye göre üretilen yeni bir çeşidin isim hakkının alınması gerekiyor. İsim hakkı alınan türün kullanımı sadece bu yeni türü üreten kişiye ait. Yani bir tür “patent” uygulaması söz konusu. İsim patentinin süresi ağaç, asma ve patates için 30 diğer ürünler için 25 yıl. Son olarak 5042 sayılı kanuna göre bir türün “yeni” kabul edilmesi için geriye dönük olarak bir yıldan daha yakın bir zamanda ticarete sunulmuş olması gerekiyor. Yani köylü bir üreticinin yıllardır aynı tohumdan ürettiği tür, bu kapsamda koruma altına alınamıyor.
2004’teki 5042 sayılı kanuna göre çiftçinin yeniden üretebileceği tohumların isim listesi.
Kaynak: Tarım ve Orman Bakanlığı
Sertifikalı tohum olgusunun ithal tohum tartışmalarıyla çakıştığı bir diğer nokta da yerel tohum üretiminin sonunun geldiği iddiası. Oysa, 19 Ekim 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”te “Türkiye’deki tarla bitkileri, bağ bahçe bitkileri ve diğer bitki türlerine ait yerel çeşitlerin genetik erozyonlarını engellemek amacıyla; tohumluklarının çoğaltımı, pazarlanması, yerinde idamesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili kurallar getirerek ticareti yapılacak yerel çeşitlerin kayıt altına alınması, tohumluk üretimi ve tohumlukların piyasaya arzı” düzenleniyor. Buğday Derneği’nin açıklamalarına göre bu düzenleme 5553 sayılı kanunun kısıtladığı yerel tohumlukların üretimini ve satışını belirli kurallar, miktar ve menşe bölge sınırları dahilinde mümkün kılıyor.
Yeni düzenlemeye göre tohumluk üretimi yapılacak yerel çeşit “yerel çeşit kayıt komitesi” tarafından kayıt altına alınıyor. Fakat Ekoloji Kolektifi’nden Avukat Fevzi Özlüer’in Evrensel’deki açıklamalarına göre bu komitede üretici köylü ve temsilcileri veya tarım kooperatifleri bulunmuyor. Yönetmeliğe göre komitede Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı müdürlükler ve Tohumcular Birliği var.
Yerel Çeşit Kayıt Listesine başvurulabilecek yerler sayılırken herhangi bir ticari şirket ya da benzeri bir ifadesi bulunmuyor. Kayıt listelerine meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, kamu araştırma kuruluşları, yerel idareler ve üniversitelerin başvuru hakları var. Ayrıca düzenlemeye göre bir araya gelen çiftçiler de yerli çeşidin patentini alabiliyorlar. Ama söz konusu yönetmeliğe göre daha önce 5042 sayılı kanun gereği koruma altına alınan çeşitler için başvuru yapılamıyor. Fevzi Özlüer’in açıklamalarına göre de küçük üreticinin pazarda tohum üreticisi büyük şirketlerle rekabeti olup olamayacağı şimdilik belirsiz.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın resmi internet sitesinden bu tip yerel tohumların yer aldığı milli çeşit ve sebze kayıt listelerine ulaşılabilir. Bu listelere göre tescilli çeşitler listesinde 3 bin 180 tür görünürken, üretim izinli ürünler listesi 586 türden oluşuyor. Ayrıca 2019 yılında sertifikalı yerel tohum üretimlerine dair haberler de medyada yer almaya başladı.
Yine de yeni düzenlemede yerli tohum üretimini sıkıntıya sokacak bir nokta mevcut. Yönetmelikte, kayıt listesine başvuran türün istenirse çeşitli testlere tabi tutulacağı belirtiliyor ve bu testlerde yeni çeşitlerin yüzde 90 homojen (dış tozlanmaya açık olmaması) olması gerektiği ifade ediliyor. Buğday Derneği’nin açıklamalarına göre köylünün ürettiği çeşitlerde bu pek mümkün görünmüyor.
Eski Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör de sertifikalı tohum uygulamasının yerel türler için tehdit olabileceğini düşünüyor. Sertifikalı tohumların çeşit saflığı, yüksek çimlenme kabiliyeti, bazı çeşitlerde verim artışı, bakım işlerinin ve hasat kolaylığı olduğunu ifade eden Güngör, avantajları kadar dezavantajlarına da dikkat çekiyor: “Çiftçiye yeni tohumlar üretme, biyolojik çeşitliliği geliştirme imkânları sağlanarak buna katkıda bulunmak her zaman mümkün. Sertifikalı tohum kullanımının desteklenip, sertifikasız tohum kullanmayanların desteklenmeyeceğine ilişkin bir yaklaşım ülkemiz şartları düşünüldüğünde çok doğru değil. (...) Sertifikalı tohuma verilen destek gibi, küçük işletmelerde üretimi yapılan yerel çeşitlerde mutlaka özel bir destek kapsamına alınmalı. Üreticinin elinde çoğaltılan tohumlar izlenmeli, toplanmalı ve çoğaltılması bakanlıkça üstlenilmeli. Küçük aile çiftçiliğini sekteye uğratacak politikalardan kaçınmalı. Doğaya saygılı ve sürdürülebilir üretim biçimleri teşvik edilmeli; ülkemizin bu yöndeki avantajlı durumu değerlendirilerek, yerel tohum için gerekli tüm düzenlemeler yapılmalı. Biyoçeşitlilik korunmalı.”
2017 yılında Türkiye’nin en büyük market zincirlerinden biri olan CarrefourSA, Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri ile imzaladığı işbirliği çerçevesinde "Yerli Tohum-Taze Mahsul" projesini Bursa'da başlattı. Küçük üreticilerin desteklenmesi amacıyla yola çıkan projeye göre, CarrefourSA’nın Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri desteği kapsamında yüzde 100 sertifikalı yerli tohumla yetiştirilecek ürünleri sözleşmeli çiftçilerden satın alması ve yerli tohumlardan yetiştirilmiş ürünleri tüketiciyle buluşturması öngörülüyordu. Bu proje kapsamında 50 çeşit yaş meyve ve sebzenin ülke genelinde “Üretici Örgütü Belgesi” sahibi 344 kooperatif vasıtasıyla alınması planlanıyordu. Projeye ilişkin yapılan duyuruda CarrefourSA Genel Müdürü Hakan Ergin’in şu sözleri dikkat çekici: “Tüm paydaşların avantajına olacak bu projeyle beraber herkes kazanç sağlayacak. En uygun koşullarda reyonlarımıza taşınacak ürünlerde ürün kaybını da minimuma indireceğiz ve yaklaşık yüzde 40'ı bulan atıkların önüne geçeceğiz. Üreticiden tüketiciye olan süreçte yapılan iyileştirmeler ve düzenlemeler ile reyon satış fiyatlarımıza serbest piyasa koşulları elverdiği sürece en az yüzde 20 oranında bir indirim yansımasını hedefliyoruz."
25 Nisan 2020 tarihli habere göre ise Tarım ve Orman Bakanlığı’nın izniyle, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü'nden (TAGEM) patentli, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne (TİGEM) ait yerli tohumları üreticilere ulaştırdı. Bu sayede yüzde yüz yerli ve milli ürünler, üretici desteği ile büyüyüp hasat edilerek CarrefourSA reyonlarına geldi.
Olası bir kafa karışıklığına karşın, yukarıda iki farklı tarihe ait haberde adı geçen Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri’nin 1985 yılında çıkarılan 3223 sayılı kanun ile Tarım Bakanlığı’na bağlandığı notunu da düşelim.
Balıkesir Bölgesi Tohum Üreticileri’nin internet sitesinde de yerli bir tohumun sertifika alabilmesi için yapılması gerekenler yer alıyor. Buna göre, sertifikalı yerli tohum üretimi yapmak isteyen çiftçilerin “tohum yetiştirici belgesi” almaları gerekiyor. Herhangi bir çeşit için sertifikasyon işlemi öncesi üretim izninin de alınması gerekiyor. Üretim izni alan çeşitler geçici izin ile çoğaltılarak yurtiçinde de satılabiliyor. Çeşitlerin kayıt altına alınması sonucu “milli çeşit ve sebze kayıt listesi” oluşuyor. Milli çeşit listesinde, ‘standart çeşit’ olarak nitelenen, devlet üretiminde bulunan çeşitler ile tescil işlemleri tamamlanan hibrit çeşitler yer alıyor. Ayrıca açıkta, etiketsiz ve sertifikasız tohumluk satışının yasak olduğu bilgisi de burada yineleniyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tüm bu tartışmaların ışığında yayımladığı “tohumda doğru bilinen yanlışlar” isimli bir de liste bulunuyor. Bu listede bakanlık tarafından çiftçilere 2005’ten beri sertifikalı tohumluk kullanım desteği, tohum üreticilerine ise 2008’den beri sertifikalı tohum üretim desteği verildiği bilgisi yer alıyor.
Bakanlığın internet sitesinden güncel olarak çiftçilere verilen bu destekler takip edilebiliyor.
Ata tohumu projesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın girişimiyle hayata geçen “Ata Tohumu” projesi Türkiye’de yerel tohum satışının ve ekiminin teşvik edilmesini hedefliyor. Buna göre yurt genelinde toplanan tohumlar, sertifikalandırılıyor ve üreticiye ulaştırılıyor.
2019’un Mayıs ayında Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Ayşe Ayşin Işıkgece, Anadolu Ajansı’na verdiği röportajda, pek çok kurum ve kuruluşun işbirliğiyle yürütülen "Ata Tohumu" projesi kapsamında binden fazla tohum toplandığını söylüyor. Tohumların Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği tarafından sözleşmeli üretim modeliyle çiftçilere verildiğini dile getirerek, marul, salatalık, patlıcan, domates gibi pek çok çeşit üzerinde çalıştıklarını aktarıyor.
Ata Tohumu Projesi, 2019’un Eylül ayında duyuruldu. Toplantıda konuşan Emine Erdoğan, proje kapsamında toplanan tohumların TİGEM aracılığı ile kayıt altına alındığını ve gen bankalarında muhafaza edildiğini, bakanlığın bu tohumları gen bankasında çoğalttığını ve fide haline getirip toprakla buluşturduğunu söyledi.
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri’nin haberinde ise bu ürünlerin “Ata Tohum” markasıyla Migros mağazalarında tüketiciyle buluştuğu ve satışına başlanan 11 ürün içinde Kandıra’nın sivri biberinden Samsun’un köy salatalığına, Çorum’un 10 dilim kavunundan Ayaş’ın domatesine kadar birçok ürün bulunduğundan bahsediliyor. Fakat tanıtımın üzerinden aylar geçmesine rağmen henüz Migros’un herhangi bir reyonunda “Ata Tohum” markasıyla satılan bir ürün yok.
Tüm bu girişimlerin sonunda Türkiye’deki tohum tartışmalarını aslında bir parantez olarak tanımlamak mümkün: Parantezin açılış noktasını ithal tohum çıkmazı oluştururken kapanış, yerli tohuma ilişkin tartışmalarla yapılabilir. Bu parantezin içi ise tarımsal üretimdeki diğer sorunlarla doluyor. Türkiye’deki tohum tartışmaları, elbette sadece dört başlığa indirgenemeyecek kadar çok. Bu anlamda Tohum Dosyası sadece tohum tartışmalarına ilişkin en fazla dile getirilen iddialara değiniyor ve tohuma ilişkin en güncel ve en hayati iki noktaya yakından bakmaya çalışıyor: Covid-19 pandemisinin Türkiye’deki tarımsal üretimi nasıl etkilediği ve tarımsal üretimde kullanılan ilaçlar.
Özetle, Türkiye’nin ‘istikrarsız’ olarak tanımlanabilecek tarım politikaları nedeniyle ithal tohuma hatırı sayılır düzeyde bağlı olduğu, kabul edilmesi gereken bir gerçek olarak karşımızda dikiliyor. Üreticiye gereken güvenin aşılanamamasıyla beraber, bakanlığın yapıcı girişimleri de sorunlu algılanıyor. Uygulamalardaki aksaklığın ve tutarsız yaklaşımların Türkiye’deki tarıma ilişkin tartışmaları kısır bir döngüye soktuğunu söylemek mümkün. Öyle ki tüm dünya için bir felaket senaryosu çizen pandeminin yerel hariç tüm kaynakların kapısını kapatmış olması, Türkiye tarımı için bir umut olarak görülebiliyor. Türkiye’de yerel tohumla üretim için hâlâ hatırı sayılır bir potansiyel olmasına rağmen bu cevher, kontrolsüzce kullanılan tarım ilaçları ile bir silaha dönüştürülüyor. Ancak denetimsizlik ve uygulayıcı bilinçsizliğine ilişkin gerçekler, ne yazık ki ithal tohuma ilişkin iddialar kadar gündemde yer bulmuyor.