Pandemi bir buçuk yılını doldururken, laboratuvar kaçkınlığı senaryosu yeniden gündemde. Bu defa elde bir ipucu da var. Ama “somut kanıt” ile “ipucu”nun ayrımını yapamamak, temelsiz kaygılara savrulmamıza neden olabilir.
Senaryo şöyle yeniden aktüalite kazandı: Amerikan Wall Street Journal gazetesi, 2019 yılının Kasım ayında kamuoyunca Wuhan Laboratuvarı olarak bilinen Wuhan Viroloji Enstitüsü’nde çalışan birkaç kişinin, grip benzeri belirtilerle hastaneye başvurduğunu gösteren bir istihbarat raporu yayınladı.
Rapor, salgının başından beri bir şekilde akıllarda yer eden “laboratuvar sızıntısı” senaryosunun olanaklılığından bahsedenler için mühim bir delil niteliğinde idi.
Peki bu senaryo neden ve nasıl oluştu? Bilimsel senaryolar ile komplo teorilerini nasıl ayıracağız?
Şüpheler SARS salgınına kadar gidiyor
2003 yılının Şubat ayında Çin’de yeni bir virüsün yol açtığı bir solunum hastalığı keşfedildi. Sonraları “şiddetli akut solunum yolu sendromu” (SARS) olarak adlandırılacak hastalığa neden olan virüs, o güne kadar yol açtığı yalnız hafif nezlelerle bilinen koronavirüs ailesindendi. Ancak bu hastalık yüzde 10 gibi yüksek bir öldürücülük oranına sahipti ve semptomları çok şiddetliydi. Hastalığın ağır seyri, mevcut vakaların hızlıca tespit ve izole edilmesine olanak sağladı. SARS, yalnız dört ülkede 8 bin 400 kadar insanı enfekte edebildi. Kısa zamanda kontrol altına alındı.
Bu 21. yüzyılın ilk yakın pandemi tehdidi idi, ancak son olmayabilirdi. Nitekim sonrasında koronavirüs ailesinden virüslerin yol açtığı bir hastalık daha gördü dünya; MERS.
Bir virüs konağı olarak yarasaları incelemek Çin için öncelik halini almıştı. Çünkü koronavirüslerin kaynağı onlardı. Amaç gelecek olası pandemileri tahmin ve kontrol etmeye yarayacak bilimsel bilgiyi üretmekti. Wuhan Viroloji Enstitüsü bünyesindeki P4 laboratuvarı, 2015 yılında tamamlandı.
Sırasıyla kaynaklar için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu çalışmaları gerekli kılan, yani bir pandemiyi olası kılacak şartlar oradaydı ve yakın zamanda değişecek gibi gözükmüyordu: Doğanın insan eliyle hızla tahribi, vahşi hayvanlarla içli dışlılık, artan nüfus ve nüfus yoğunluğu, çılgınca katlanan uluslararası hareketlilik…
Derken 2019 sonunda Covid-19 salgını patladı. Hemen ardından da virüsün kaynağı sorgulanmaya başladı. Çin’in mevcut siyasi düzeni nedeniyle laboratuvar çalışmaları iki olasılık hakkında batının içine kurt düşürüyordu:
- Biyolojik silah ihtimali: Soğuk savaştan kalma hafıza ile mevcut siyasi konjonktür, Çin ve Rusya’yı batı medeniyetini çökertmek için her daim hazır ve nazır gibi kodluyor. Nükleer silahlanma kadar iri bir tehdit gibi anlaşılmasa da, olası bir biyolojik silah üretimi, batılı istihbarat örgütlerinin her zaman gündeminde. Çin’in denetime yanaşmayan yapısı da şüpheleri besliyor. Ama konuyla ilgili iddialar bu örgütler değil, çoğunlukla komplo teorisyenleri tarafından yayılıyor.
- Sızıntı ihtimali: İlki kadar “Dr. Strangelove” ruh halini taşımıyor; gerçekçi temelleri var. Çin otoriter, baskıcı ve kapalı bir rejime sahip. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve demokratik yönetişimin noksan olduğu yerlerde, yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet ve denetimsizlik de yaygın oluyor. Laboratuvar Dünya Sağlık Örgütü’nün P4 laboratuvarları ile ilgili standartlarını karşılıyor gibi görünse de, içeride bir kucak ihmal ve kural dışılık yaşanmış olabilir.
Bu iki farklı zihniyet, konu hakkında yaygın iki bilgi türünün de özeti gibi. Çin ne yaparsa yapsın kategorik olarak şüphelenenler, ellerinde kanıt olmamasına rağmen ilk günden beri biyolojik silah iddiasını sürdürüyor.
Nitekim salgının başından beri Teyit'in konuyla ilgili yayınladığı analizlerde çürüttüğü komplo teorileri, bu ilk ihtimalden besleniyordu.
Sızıntı ihtimalinden bahsedenler ise daha “makul bir şüphe” dairesinde kalıyor. Laboratuvar ve çevresinde şeffaf, tarafsız ve derinlemesine bir araştırma talep ediyorlar. Buradaki temel dayanaklardan biri, bizatihi Çin askeri istihbaratının, ilk tespit edilen 41 vakadan yüzde 33’ünün ilkin virüsün kaynağı olduğu düşünülen vahşi hayvan pazarıyla hiçbir bağının olmadığını bulması. Dahası 2004 yılında da Çin’de bir laboratuvarsa SARS üzerine çalışan biri enfekte olmuş, yani virüs laboratuvardan kaçmış, dokuz kişiyi hasta etmiş, birini de öldürmüştü.
Soruşturma bugüne nasıl geldi?
Şimdi salgının başlarına geri dönelim. 2020 Şubat ayında 27 uzman Lancet’a komplo teorilerini kınayan bir mektup yazmış, koronavirüsün kaynağının vahşi yaşam olduğunu söylemişti. Ancak seçimler yaklaşırken konu Beyaz Saray’ın diline düştü. DSÖ virüsün hayvanlardan insanlara bulaştığını yinelese de, Nisan ayında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo virüsün kaynağı ile ilgili bir soruşturma başlatıldığını duyurdu. Başkan Trump, virüsün kaynağının Wuhan’daki P4 laboratuvarı olduğuna dair “güçlü kanıtlar” gördüğünü öne sürdü. Bunları hiçbir zaman açıklamadı. Başkan virüsün insan eliyle yaratıldığını ima etse de, yanıldığı bir yer vardı: Soruşturma, virüsün laboratuvardan bir insan hatası sonucu kaçmış olabilme ihtimalini sorguluyordu, biyosilah olasılığını değil. Yapılan genetik çalışmalar, virüsün genomunun “mühendislik” içermediğini gösteriyordu.
Wuhan’daki Huanan deniz ürünleri pazarı
Wuhan’daki P4 Laboratuvarı'nın direktörü Yuan Zhiming, bir kaza ihtimalinin de olmadığını söyledi. Amerikan istihbaratı 30 Nisan’da virüsün insan yapımı olmadığı konusundaki yaygın kanıyı paylaştığını açıkladı. Pompeo zamanla ifadelerini yumuşattı ve geri adım attı.
Çin’de bağımsız bir araştırmaya öncülük etmek isteyen DSÖ’nün epidemiyolojisti Maria Van Kerkhove, “Virüsün kaynağını bilmeden, aynı şeyin bir daha yaşanmasına mani olamayız” dedi. Ardından birçok ülke, Dünya Sağlık Buluşması’nda sunulmak üzere, bağımsız bir soruşturma için çağrı oluşturdu. Çağrıya 119 ülke imza attı. Çin Sağlık Bakanlığı sözcüsü Zhao Lijian, dünya henüz salgını kontrol etmeye çalışırken soruşturma meselesini açmanın yersiz olduğunu söyledi. Çin, Pompeo’nun, Pekin'in erken virüs örneklerini paylaşmayı reddettiği iddiasına da yanıt verdi ve laboratuvarlarda tutulan ilk SARS-CoV-2 örneklerini yok ettiklerini doğruladı. Gerekçe biyogüvenlik ve “tanımlanamayan patojenlerin neden olabileceği ikinci bir felaketi önlemek” idi.
Ülkeler anlaşınca, DSÖ’nün oluşturduğu Peter Ben Embarek liderliğinde bir ekip, nihayet Şubat ayında Wuhan’a gidebildi. Ekip günlerce izole halde otelde bekletildi. Sonrasında “bağımsız bir denetim” demenin zor olduğu kısıtlı bir araştırma yürüttüler. Virüsün laboratuvardan kaçtığına dair açık bir kanıt olmadığını anlatan raporun açıklandığı toplantıda, “Tüm ihtimallerin halen masada olduğu” ve daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu da söylendi. Denetim sızıntı ihtimalinden bahsedenlerin içini soğutmamıştı. Yeni bir soruşturma talep edildi.
DSÖ ekibinin ziyareti sırasında Wuhan Viroloji Enstitüsü
Yaşananların ardından ise bu kez yeni başkan Joe Biden, virüsün kökenlerini anlamaya dönük çabaların katlanacağını duyurdu.
Yine de şurası net: ABD de, DSÖ de virüsün laboratuvarda insan eliyle üretildiği ihtimalini değil, laboratuvarlarda yeterli güvenlik tedbirleri alınmadığından, hayvanlardan insanlara bulaşma olup olmadığını anlamaya çalışıyor. WSJ haberiyle gündeme oturan istihbarat raporu da bu soruşturmadan.
Enstitüye yöneltilen iddialar
Viroloji laboratuvarları, virüslerin mekanizmalarını öğrenmek ve aşı geliştirmek tehlikeli pek çok virüs üzerinde çalışıyor. Vahşi hayvanların yaşam alanlarından bu virüslerin toplanması da, çalışmaların bir parçası. Wuhan Disease Control Center’dan bir ekibin, yarasalardan bu yüksek riskli örnekleri toplamak için mağaralara keşifler yaptığı biliniyor.
Yarasalar yüzlerce farklı koronavirüse ev sahipliği yapıyor. Bu virüslerin yarasalardan insana doğrudan geçme olasılığının düşük olduğu sanılıyordu. Ancak yeni çalışmalar, koronavirüslerin ara konağa ihtiyaç duymadan insanlara geçebileceğini gösterdi. Bu, yarasalar üzerinde çalışmanın sanıldığından daha riskli olduğunu gösteriyordu.
ABD’de 2014’te CDC laboratuvarlarında güvenlik açığı tartışmaları gündeme geldi ve ülke içindeki laboratuvarların fonlanması yasaklandı. Bunun üzerine ABD’nin, bugün Covid-19 salgınından sorumlu tutulan Wuhan’daki laboratuvarı fonlamaya başladığı, yani tehlikeli viroloji çalışmalarını taşere ettiği öne sürüldü.
Laboratuvar hakkındaki iddiaların ortaya atılmasında 2017 yılında Nature dergisinde yayınlanan ve uyarı niteliğindeki bir makalenin de rolü var. Makalede laboratuvarda yapılan çalışmalar sırasında ölümcül bir virüsün dışarı kaçabileceği uyarısı yapılmış.
Şubat 2020’de ise Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı tüm bu laboratuvarlarda güvenlik seviyesinin artırılması için yeni düzenlemeler getirdi. Bu da öncesindeki güvenlik önlemlerinin yetersiz olduğu iddialarını güçlendirdi.
The Washington Post, Nisan 2020’de yayınlanan bir haberle 2018’de Wuhan’daki enstitüye ABD’li yetkililerin gittiğini ve laboratuvarlarda güvenlik açığı olduğuyla ilgili rapor tutulduğunu öne sürdüğü bir araştırma yayınladı. Ayrıntıları bilinmeyen bu raporu görmek için talepte bulunan Washington Post’un talebi reddedildi. Wuhan Viroloji Enstitüsü ise, güvenlik önlemlerini büyük bir titizlikle uyguladıklarını söyleyerek, bir açığın söz konusu olmadığını savunmuştu.
DSÖ’nün 2017 verilerine göre dünyada 54 P3 ve P4 laboratuvarı var. Bunların 31’i çalışır durumdaki en üst seviye P4 laboratuvarları, 12’si de yapım aşamasında. Ancak bu laboratuvarları regüle eden ulusüstü bir sözleşme yok.
İstihbarat belgesi ne diyor, ne demiyor?
Her şeyden önce istihbarat belgesi, virüsün laboratuvar kaynaklı olduğu gibi bir çıkarımda bulunmuyor. Belgenin söylediği, 2019 yılının Kasım ayında hastaneye başvuran laboratuvar çalışanlarının, Covid-19 geçirmiş olabilecekleri. Burada birden fazla olasılık mümkün:
- Virüs gerçekten de gerekli önlemler alınmadığından, laboratuvar çalışmaları için toplanan virüs örneklerinin insana atlamasıyla ortaya çıkmış olabilir.
- Salgın daha erken bir zamanda başlamış ve çalışanlar da virüsü dışarıdan kapmış olabilir.
- Bu kişiler basitçe grip geçirmiş olabilir.
Nitekim belge de herhangi bir sonuca varmıyor; bir bilgiyi paylaşıyor. Bu bilgilerin, halihazırdaki bir senaryoyu yoklamak için toplandığını da akılda tutmak gerek. Normal şartlarda olağan olan her bir bilgi, böyle bir soruşturma kapsamında “ipucu” olabiliyor.
Peki bu ipucunun “kanıta” dönüşmesi için ne gerekir?
Her şeyden önce hastaneye başvuran kişilerin o sırada geçirdiği hastalığın Covid-19 olduğunun, aradan geçen zamanda zor olsa da, kanıtlanması gerek. Ancak bu da yeterli değil. Enfeksiyon zincirinin izleyip, ilk vakaların bulunması ve bu vakaların her birinin virüsü yaratacak hangi işlemlerle meşgul olduklarının ortaya dökülmesi de gerekiyor. Dahası tüm bu çalışmalar sırasında maruz kalınan erken örneklerin bulunması ve genomlarının tespiti de gerek. Araştırmaya geriye doğru giden her bir adım başlangıç senaryosunu doğrularsa, o zaman varsayımın kanıtlandığından söz etmek mümkün olur.
Ancak Çin devletinin araştırmalar karşısındaki şüpheci tavrı ve inkarcılığı, konunun siyasallaşması ve aradan geçen zaman, virüsün kaynağına inebilmeyi zorlaştırıyor. Virüsün insanları nasıl olup da enfekte etmeye başladığının bilimsel olarak tespit edilememesi, belki de hiç edilemeyecek olması, gelecek pandemiler için hazırlık yapabilmeyi sekteye uğratmakla da kalmıyor. Bulanık sular, komplo teorisyenlerine dayanaksız tezlerini savurabilmeleri için zemin yaratıyor.