Safsatalar II: Hatalı akıl yürütmenin kitabı

Soner Yalçın tarafından kaleme alınan Kara Kutu isimli kitapta yer alan “safsataları” listelemeye bu yazıda da devam ediyoruz.


17/02/2020 09:25 12 dk okuma

Bu içerik 3 yıldan daha eski tarihlidir.

Kara Kutu: Yüzleşme Vakti’nde geçen ve Yalçın’ın kitabını tanıtmak için çıktığı bazı televizyon kanallarındaki konuşmalarından tespit ettiğimiz “safsataları” listelemeye bu yazıda devam ediyoruz.

Bilimin yetersizliği safsatası

Daha önce Kara Kutu’da üçüncü kişilerin aktarımlarına da yer verildiğini söylemiştik. Bu aktarımlardan biri de “benzer benzerini iyileştirir” fikrine dayanan homeopatinin kurucusu olarak belirtilen Alman hekim Hahnemann’ın söyledikleri. Buna göre Hahnemann, frengi kapan bir kişiye penisilin verilmesi durumunda çıbanların kaybolacağını, ancak bunun bir iyileşme değil bir baskılama olduğunu söylüyor. Daha sonra hastalığın yeniden ortaya çıkacağını belirten Hahnemann insanların bu şekilde deliliğe kadar gideceğini iddia ediyor. Yalçın da benzer bir akıl yürütmeyle, ünlü ressamlar Van Gogh ve Goya’nın hayatında benzer izler olduğu çıkarımına varıyor. 

kara kutu safsatalar soner

Yalçın’ın Hahnemann’dan aktardığı argümanın, bilimin yetersizliği safsatasına girdiğini söylemek mümkün. Tevfik Uyar’a göre “Neden bilime güvenelim ki? Hala kanserin çaresini bulamadı” ya da “iyi de bilim her şeyi açıklayamıyor” gibi argümanlarla desteklenen bu safsata, bilimin işleyişindeki bilgi eksikliğinden kaynaklı. Yani bilimin “sözde” yetersizliği alakasız bir argümanı doğrulamak için kullanılır. Bilim, deney ve gözlem yoluyla elde ettiği verilere bakarak olguları açıklar ya da sonuçlandırır. Bu safsataya birkaç farklı formda rastlayabiliriz:

  1. Bilim X konusunu açıklayamamıştır.
  2. O halde X doğrudur.
  3. Bilim X konusunu açıklayamamıştır.
  4. O halde Y doğrudur.
  5. Bilim her şeyi açıklayamaz.
  6. O halde X doğrudur.

Öte yandan ressamlar Van Gogh ve Goya’nın frengi tedavisinde uygulanan penisilin yüzünden akıllarını kaçırdığı iddiasını destekleyecek kanıt bulmak bir hayli güç. Penisilin, Alexander Fleming tarafından 1928’de keşfedildi ve insanlar üzerinde kullanılması 1940’ları buldu. Van Gogh 1890’da, Goya ise 1828’de hayatını kaybetti. Ressamlar gerçekten akıllarını kaçırdılarsa bile bunun penisilin yüzünden olmadığı kesin. 

safsata tevfik uyar

Tevfik Uyar da 26 Kasım 2019’da Twitter’dan yaptığı bir paylaşımda, ilgili bölümün bilimin yetersizliği safsatasına girdiğini belirtmiş ve “frenginin başka çözümü var mı?” diye sormuş.

Gelenekselliğe başvurma safsatası 

İngilizcede appeal to tradition olarak bilinen gelenekselliğe başvurma safsatası, eskiden beri uygulanagelen kadim geleneklerin iyi ve doğru olduğu ön kabulüne dayanıyor. Biçimsel aşağıdaki gibi gösterilebilir. ,  

  1. X gelenekseldir. 
  2. O halde X doğrudur.

Oysa bir şeyin eski ya da kadim olması o şeyi doğru yapmaz. Örneğin, cadı ya da şeytanların hastalıklara yol açtığı teorisi, mikroorganizmaların hastalıklara yol açtığı teorisinden daha eskidir. O halde sırf daha eski bir yargı olduğu için “hastalıklara cadı ve şeytanlar” yol açar diyebilir miyiz? Yine Safsatalar kitabında, astroloji ve bazı alternatif tıp uygulamalarının Antik Çin ve Mısır’dan miras olduğu, bu uygulamalara “kadim” kelimesinin pozitif bir anlam yükleyecek şekilde yakıştırıldığı da ifade ediliyor.

Soner Yalçın kitabını tanıtmak üzere katıldığı televizyon programlarında düzenli olarak “kadim” bilgilerin unutturulduğunun ve eski tıbbın yok edildiğinin altını çiziyor. Kitabın ilk bölümünü de homeopati bağlamında “kadim” bilgilerin unutulması hikayesine ayırıyor. Bir bilgi ya da uygulamayı bilimsel çalışmalara dayanmaksızın geleneksel veya kadim etiketiyle benimsetmeye çalışmanın, bir safsataya işaret ettiğini belirtmek gerek.

Galileo safsatası

Kara Kutu’da tespit edilebilen bir diğer safsata ise Galileo safsatası veya Galileo özentisi (İngilizce Galileo wannabe) olarak isimlendiriliyor. Bir fikrin yasaklanmasının, fikrin yargının konusu haline gelmesinin veya fikirle dalga geçilmesinin, bu fikrin doğru ve güvenilir olduğu anlamına geleceği önermelerini dile getirenlerin aslında Galileo’ya “özendiklerini” söylemek mümkün.  

Bu safsata ismini, dünyanın güneş etrafında döndüğünü tespit ederek yaşadığı dönemde hakim dünya merkezli evren görüşüne karşı çıkan ve bu nedenle Katolik Kilisesi tarafından hedef alınan Galileo Galilei’den alıyor. Elbette Galileo haklıydı. Ancak buradan yola çıkarak dalga geçilen veya hedef alınan her fikrin doğru olduğu çıkarımını yapmanın mantıksal bir hata olduğu, herkesin Galileo olmadığı söylenebilir. Bu safsata şu formda karşımıza çıkıyor:

  1. X iddiası dile getirilmiştir.
  2. X iddiası hedef alınır.
  3. O halde X doğrudur.

Yalçın, kitabın “Rockefeller’in Kozmik Odasındaki Türkler” isimli ilk bölümünde homeopati, osteopati, naturopati gibi uygulamaların okul müfredatlarından kaldırıldığını anlatıyor. Bu uygulamaları savunan doktorların hedef alındığını söylüyor ve ardından yaşananları da “cadı avı” olarak nitelendiriyor (sf. 40). İlgili bölümün devamında ise homeopatiyi olumlayan bir dilin yanı sıra bu uygulamanın bir “toplumcu tıp” anlayışı olduğunu ima eden ve hatta homeopatinin kadınların ve siyahların özgürleşmesiyle özdeşleştiğini bile belirten bir anlatı sunuluyor (sf. 46). Yani Yalçın’a göre oldukça “değerli” bir pratik müfredatlardan dahi kaldırılarak “cadı avı”na maruz kalmış. Yalçın’ın izlediği bu mantığın ardında, düştüğü Galileo safsatasının izlerini görmek mümkün.

Meçhul bir bilen safsatası

Kara Kutu’nun bir kaynakçası olduğu ve çeşitli kitapların yanı sıra raporlar, dergiler, belgeseller ve internet sitelerinin bu kaynakçada belirtildiği doğru. Ancak tekil iddiaların doğruluğunu araştırmak istediğimizde hangi iddianın hangi kaynakta yer aldığını bulabilmek kimi zaman oldukça zor. Nitekim bu konuya ilişkin hazırladığımız ayrı bir çalışma da bulunuyor.

Bu durum İngilizcede appeal to anonymous authority olarak bilinen ve Türkçeye ‘meçhul bir bilen safsatası’ olarak çevrilebilecek safsatayı kitapta tespit edebilmemize olanak tanıyor. Bu safsata şöyle formüle edilebilir:

  1. A kişisi bir yerden X’in doğru olduğunu duymuştur.
  2. O halde X doğrudur.

Bu safsata türü, belirtilmemiş bir kaynağın iddiaya kanıt olarak sunulmasıyla ortaya çıkıyor. “Çalışmalar gösteriyor ki” veya “bilim insanlarının belirttiğine göre” kalıplarıyla başlayıp daha sonrasında herhangi bir kaynağa işaret etmeyen argümanların arkasında meçhul bir bilen safsatasını bulmak işten değil.

Mesela kitabın ilk bölümünde yer alan “İstatistiklere göre, homeopatik hastanelerde ölüm oranı ‘modern hastanelerdeki’ oranın sekizde biri kadar azdı” (s.46) ibaresi... “İstatistiklere göre” kalıbının hangi istatistikleri kastettiği, bu istatistiklerin kaynağının neresi olduğu söylenmemiş. Böylesi bir karşılaştırma yapmanın anlamlı olup olmadığı ise bambaşka bir mesele.

Bir bilen safsatası

Kara Kutu’da dile getirilen iddiaların dayanağı olan isimlerin oldukça net belirtildiği yerler de var. Ancak bu örneklerde de göz kamaştırıcı bir safsataya karşı uyanık olmak gerek: İngilizcede appeal to authority olarak bilinen “bir bilen safsatası”. 

Bir iddianın doğru olduğunu, yalnızca dile getirenin uzmanlığı ile açıklayan ve bunun dışında herhangi bir kanıt öne sürmeyen argümanlar, bir bilen safsatası olarak sınıflandırılıyor. Biçimsel olarak bir bilen safsatasını aşağıdaki gibi formüle etmek mümkün.

  1. X konusunda uzman olan A kişisine göre X doğrudur.
  2. O halde X doğrudur.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta bir iddiayı doğru yapan şeyin özünde onu dile getiren kişiden bağımsız oluşu. Örneğin Richard Dawkins, alanında uzman bir evrimsel biyolog. Ancak evrim, Dawkins “doğrudur” dediği için doğru olan bir gerçeklik değil. Herhangi bir fenomeni doğru kılan şey, uzmanın söyleminden bağımsız bir olgular bütünü. Bu bütüne dair açıklama yapılmaksızın yalnızca uzman dediği için doğru olduğu varsayılan iddialar birer safsata örneği teşkil ediyor.

Kara Kutu’daki dikkat çekici örneklerden biri Hipokrat’a yapılan bir atıf. Yalçın şöyle demiş:

Kimse ‘Acaba?’ sorusunu sormuyor; Israrla ‘endüstriyel tıbbın tabularıyla’ hareket ediyor; ‘bilim’ yaptığını düşünüyor... Hipokrat bile ne dedi: ‘Ana hedef vücudumuza, kendi kendine tedavi edebilme yeteneğini tekrar kazandırmaktır.’

Hipokrat, elbette tıp tarihi açısından mühim bir isim. Kendisinin bu sözü gerçekten söyleyip söylemediğinden ziyade, Yalçın’ın kendi argümanını desteklemek için Hipokrat’a atıfta bulunması ve “Hipokrat bile ne dedi” diyerek kendi argümanını okuyucuya benimsetmeye çalışması bir bilen safsatası olarak değerlendirilebilir. Burada şunu tekrar hatırlatmalı: Hipokrat’a atfedilen söz bir gerçekliğe işaret ediyor olabilir, ama o gerçekliğin doğruluğu onu Hipokrat’ın ifade etmesinden kaynaklanmıyor. Tabii bir diğer yandan “endüstriyel tıbbın tabuları”na karşı milattan önce 370 yılında yaşamını yitirmiş olan Hipokrat’ın bir sözüne referans vermek de biraz ironik olsa gerek.

Bu safsatanın bir alt türü ise, otorite olma vasfının yanlış kişiye yöneltilmesi ile ortaya çıkıyor. İngilizcesi appeal to false authority olan bu safsata türüne de kitaptan çeşitli örnekler göstermek mümkün. Öncelikle bu safsatanın nasıl bir forma büründüğüne bakalım:

  1. X konusunda bilgisi bulunmayan veya sınırlı bilgiye sahip A kişisine göre X doğrudur.
  2. O halde X doğrudur.

Yalçın, kitabında Mark Twain’in 1890 yılında Harpers Magazine’de homeopatiyi öven bir makale yazdığını, homeopati uygulayıcıları arasında İngiliz Başbakan Benjamin Disraeli ve ABD Dışişleri Bakanı Daniel Webster gibi isimlerin bulunduğunu (sf. 45) ve köleliğin kaldırılmasına öncülük eden isimlerin homeopatik olduğunu (sf. 46) iddia ediyor. Bu iddiaların doğruluğu veya yanlışlığı bir yana, anlaşılması gereken bu isimlerin hiçbirinin birer sağlık otoritesi olmadığı. Bu isimler üzerinden yapılan homeopati olumlaması, bir safsata olarak görülebilir. 

Yalansavar’da yayımlanan bir makalede bu safsata türünün kendini “Babam öyle dedi o zaman doğrusu bu şeklinde gösterdiği ifade edilmiş.

Yalçın’ın bir bilen safsatası örnekleri kitabın dışında da gözlemlenebiliyor. Nitekim Akit TV’de kendisiyle gerçekleştirilen bir programda Yalçın, sağlık işletmesi okuduğunu ve sağlık muhabirliği yaptığını belirtiyor. Sağlık işletmeciliği bölümünün, bir sağlık kurumunun organizasyonunun nasıl olması gerektiğine odaklandığı, izlenen müfredatın da tıp müfredatıyla ilgili olmadığı açıkça görülebiliyor. Yalçın eğitim aldığı bir bölümü ve muhabirlik kariyerinden bir kesiti vurgulayarak, izleyici nezdinde tıbbi konularda görüş beyan etmeye yetkisi elde etme gayreti gösteriyor. Gerçeklerse bundan biraz uzak.

Sümen altı safsatası

Benimsenen görüşü destekler nitelikteki bulguların ön plana çıkarıldığı, fakat görüşün aksini iddia eden kuvvetli çalışmaların göz ardı edildiği argümanlarda, neyin “sümen altı” edildiğini tespit etmek kolay olmayabiliyor. İngilizcede cherry picking tabiriyle bilinen bu safsatanın nasıl bir formda gün yüzüne çıktığını şu şekilde özetleyebiliriz: 

  1. Bir konuyla ilgili A’nın yanı sıra B bulgusu bulunmaktadır.
  2. A bulgusu X kişisinin iddialarını desteklemektedir.
  3. B bulgusu ise X kişisinin iddialarını zayıflatmaktadır.
  4. O halde X kişisi yalnızca A bulgusunu sunar.

Kitabın üçüncü bölümünde Aseem Malhotra tarafından yapılan bir çalışmadan söz ediliyor ve bu çalışmada doymuş yağlarla kalp krizi arasında bir ilişki olduğunu kanıtlayan herhangi bir araştırma olmadığının ortaya konduğu belirtiliyor (sf. 153). Konuyla ilgili literatürün çeşitliliğine hakim olmayan bir okuyucu için çarpıcı bir iddia. Öte yandan doymuş yağ tüketimini kesmenin kalp krizi riskini yüzde 17’e kadar azalttığını ortaya koyan, 15 farklı çalışmadan 59 binin üzerinde katılımcıyla edinilen veriler üzerinden gerçekleştirilmiş bir çalışma var. Meselenin hangi iddianın doğru olup hangisinin doğru olmadığından ziyade, benimsenen görüşün aksini iddia eden ve bilimsel anlamda kuvvetli çalışmaların yok sayılması olduğunu tekrar anımsatmak gerek. 

Korkuya başvurma safsatası

Bir fikri benimsetmek için kanıt sunmak yerine, karşıdakinde korku uyandırmaya çalışanlara günlük yaşamımızda rastlamışızdır. İngilizcede appeal to fear olarak bilinen bu safsata, şu formda sahneye çıkar:

  1. X’i kabul etmezseniz başınıza kötü bir şey gelecektir.
  2. O halde X doğrudur.

Kara Kutu örneğinde korkuya başvurma safsatası, kitabın reklamlarında oldukça belirgin bir biçimde karşımıza çıkıyor. “Tansiyon ilaçlarının ölümcül yan etkileri” başlıkları, “Ölüme hızla sürüklenen sizlersiniz” vurguları ve daha niceleri… Reklam amaçlı sarf edilen bu cümleleri safsata olarak nitelendirmek tam olarak doğru olmasa da, kitabın korku duygularımıza hitap etmeyi amaçladığını söylemek yanlış olmaz.

Kitabın içerisinde ise bu safsataya örnek olabilecek belki de en çarpıcı örnek kitabın beşinci bölümündeki “Aşı olan bebekler aşı olmayan bebeklere oranla daha fazla hasta olup ‘bebek ölümlerine’ maruz kalıyor” iddiası (sf. 279). National Library of Medicine’de yayımlandığını iddia ettiği bir rapora dayandırdığı bu iddiasında Yalçın, aşı olan bebeklerin ölüm riskinin aşı olmayanlara nazaran daha yüksek olduğunu ifade ediyor; klasik aşı karşıtı bir argüman öne sürüyor. Burda argümanını okuyucuya benimsetmek için metindeki “bebek ölümleri” söz öbeğini tırnak içine almasının kendisi bile, bu argümanının safsata olabileceğinin sinyalini veriyor.

safsata asi bebekler

Yalçın güvenilir, bilimsel bir çalışmadan elde edilen bir bulguyu yorumsuz bir biçimde sunmuş olsaydı bunun bir safsata örneği sergilemeyeceğini söyleyebilirdik. Öte yandan yaptığı vurgunun da ötesinde ortada çok ciddi bir problem var. Yalçın kitabında bu iddianın kaynağının National Library of Medicine olduğunu söylese de bu kurumun internet sitesinden ulaşılabilen binlerce çalışmadan hangisi olduğunu belirtmiyor. Uzun arayışlar sonucu ilgili çalışmayı bulduğumuzda ise durumun hiç de Yalçın’ın iddia ettiği gibi olmadığını görüyoruz. İddia ile ilgili analizimize ise buradan ulaşabilirsiniz.

salgin var