2020’nin ilk yarısına damga vuran karantina döneminin çevreye etkilerinden bazıları son derece belirgin: Fabrikaların durmasıyla bir süreliğine de olsa sanayi faaliyetlerinin yarattığı kirlilik azaldı, otoyollardaki araba yığınları büyük oranda ortadan kayboldu ve hava kalitesinde gözle görülür bir iyileşme var.
Hava kirliliği üzerine bilgilendirme çalışmaları yapan IQAir bünyesindeki araştırmacılara göre dünya kentlerinde sokağa çıkma yasakları süresince hava kirliliği yüzde 60’lara varan orandaazaldı. Koronavirüsün ilk tespit edildiği Çin’in Wuhan kentinde 26 Şubat’tan 18 Mart’a kadarki sürede hava kirliliği yaratan PM2.5 partiküllerinin oranı bir önceki yıla göre yüzde 44 düştü.
Araştırmacılara göre iklim değişikliğinin başrolündeki karbon salımı verilerinde de 2020 yılı ciddi bir düşüşe sahne olabilir. Fosil yakıt endüstrisinden kaynaklanan karbon salınımının bu yıl yüzde 5’lik düşüşle 2.5 milyar ton azalması bekleniyor.
Dünyayı ve atmosferi kirletmeye verdiğimiz kısa molanın bu kadar hızlı etkiler göstereceğini belki de kimse beklemiyordu. Ancak bu molanın kısa süreceğini de akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Tıp dünyası, sağlık otoriteleri ve çeşitli dallardan uzmanlar, hem rekabet hem de işbirliği içinde bu salgının bitmesi için çalışıyor. Daha çok insanın ölmemesi için büyük bir mücadele veriliyor. Salgın sonrası yaşam, gittikçe yakınlaşıyor.
Karantinadan daha fazlası gerek
Karantina koşullarının bitmesi ise salgının ortadan kalkmasından daha erken olacak gibi görünüyor. Ekonomik zorunluluklar ve ‘çarkların dönmesi’ ihtiyacı, hükümetleri bir an önce önlemleri gevşetmeye sevk ediyor. Toplumlar da eski rutinlerine dönmek için sabırsızlanıyor. ‘Normalleşme’ ve ‘eskiye dönmek’, salgından yorulanların umutla sarıldıkları kavramlar haline geldi.
Söz konusu çevre ve iklim krizi olunca normalleşme ve ‘eskiye dönmek’ pek de olumlu bir anlam taşımayabilir. Salgına karşı verilen mücadelenin, çevre kirliliği ve iklim krizinin öncelikleriyle eşgüdüm halinde yürütülmesi bu nedenle büyük önem taşıyor.
Hindistan merkezli çevre örgütlerinden Care For Air’in kurucusu Jyoti Pande Lavakare, “Ekonomiyi bu ölçüde yavaşlatmak elbette ki hava kirliliğini azaltmanın en uygun yolu değildi, ancak en azından istediğimizde neler yapabileceğimizi kanıtlıyor” diyor.
Karantina koşullarının çevreyi korumak adına sürdürülebilir bir model olmadığı açık. Ülkelerin, salgın nedeniyle alınan zorunlu önlemlerden daha fazlasını yapması gerekiyor. Bunun için hükümetlerin ve karar alıcıların önünde iki safhalı bir ‘yapılması gerekenler’ listesi olduğunu söyleyebiliriz:
Birincisi, salgın süresince ortaya çıkan ve plastikle ilgili boyutunu incelediğimiz yeni tehlikelerin bertaraf edilmesi için atılması gereken öncelikli adımlar. İkincisi ise salgın sonrası ‘normalleşme’ planlarında çevreye ilişkin uzun vadeli proje ve hedeflere yer verilmesi.
Koruyucu ekipmanları ne yapmalı?
Türkiye’de koruyucu ekipmanlar aylardır yoğun talep görüyor. Maske üretimi, ilk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinde yurt içinde günlük 500 bin adetti. Aradan geçen zamanda bu sayı günlük 12 milyona ulaştı. Türk Eczacıları Birliği’ne (TEB) göre maske dağıtımının ücretsiz olduğu zaman aralığında 40 milyon maske eczaneler tarafından vatandaşlara dağıtıldı. Eczanelerden 8 milyon kişi ücretsiz maske aldı. 4 Mayıs’tan itibaren ise maske satışına yeniden izin verildi.
Fotoğraf: Engin Karaman
Bu sayılar, olağanüstü miktarda koruyucu ekipmanın çöplere, sokaklara atılacağı ve nihayetinde denizlere karışacağı anlamına geliyor.
Türkiye’deki deniz canlılarında mikroplastik kirliliğine ilişkin Greenpeace araştırması, eğer tıbbi koruyucu malzemelerin denizlere karışması engellenmezse ne gibi sorunlar yaşayacağımız hakkında fikir verebilir. Araştırmaya göre Türkiye denizlerindeki tüm balıkların yüzde 44,3’ünde mikroplastik var. Bulunan mikroplastikler arasında, polipropilen (pp) isimli polimer yüzde 26,3 ile başı çekiyor. Polipropilen, tıbbi koruyucu ekipmanlarda da kullanılan ve belki de salgın sonrası denizlere en çok karışacak olan plastik türü.
Şimdiden yollarda, kanalizasyonlarda ve deniz kıyılarında bol miktarda görülmeye başlanan eldiven ve maske atıklarını engellemek için özel önlemler alınmalı.
Dünya Sağlık Örgütü, “düzenli el yıkamanın eldivenden daha koruyucu bir seçenek olduğunu” söyleyerek ihtiyaç duyulandan fazla eldiven tüketmeyi frenleyecek bir yönlendirmeyi tercih ediyor.
Hükümetlerin ve özel olarak ülkelerdeki sağlık sistemi yetkililerinin de insanların panik kaynaklı olarak ihtiyaçtan fazla koruyucu ekipman edinmesini engelleyecek yayınlar yapması ve gerekli yönlendirmeleri sağlaması gerekiyor. Hangi durumlarda maske kullanılması gerektiği, siperlikleri hangi iş kollarındaki hangi görevlilerin tercih etmesi gerektiği, eldiven kullanmanın ne zaman işlevli olduğu gibi konuların netleştirilmesi zorunluluk. Aksi takdirde, İstanbul sokaklarında Nisan ayından bu yana gördüğümüz gibi işportacıların siperlik sattıkları, marketlerin promosyon amaçlı maske verdikleri örnekler, koruyucu ekipmanların kontrolsüz kullanımını beraberinde getiriyor.
Bir diğer çözüm ise koruyucu ekipmanların birden çok kez kullanılmasıyla ilgili araştırma geliştirme çalışmalarının hızlandırılması ya da mevcut girişimlerin teşvik edilmesi.
ABD’de dev otomobil üreticisi Ford, hava yastığı materyalleri kullanılarak 50’den fazla kez yıkanabilen tıbbi önlük üretimi yapıyor. Nebraska Üniversitesi de ultraviyole ışınları kullanarak tıbbi malzemeleri bulaşıcı maddelerden arındırmayı test ediyor. Yakın gelecekte koruyucu ekipman çöpünü azaltacak gelişmeler görebiliriz ancak bir süre daha tıbbi malzemeler tek kullanımda çöpe gönderilecek gibi duruyor.
Atık yönetimi
Plastik bazlı koruyucu ekipmanların doğaya karışmasını önlemek üzere atılması gereken adımlardan birisi, kullanılan malzemelerin denizlere karışmadan önce uygun yollarla toplanmasını sağlamak.
Uluslararası Katı Atık Birliği (ISWA - International Solid Waste Association), koronavirüs salgını süresince atık yönetimine ilişkin yayınladığı tavsiyelerde, “Tüm ülkeler, eyaletler ve yerel yönetimler, tüm tıbbi atıkların güvenli bir şekilde toplanmasını, işlenmesini ve imha edilmesini sağlamalı ve artan tıbbi atık miktarların yerel kapasiteyi karşılamaması durumunda özel ekstra önlemler almalıdır” diyor.
Tüm dünyada tıbbi atıkların ve koruyucu ekipman çöplerinin ciddi bir yükseliş göstermesi bekleniyor. Henüz sınırlı bölgelerden gelen veriler bunu doğruluyor. Virüsün ilk tespit edildiği Çin’in Wuhan kentinde salgının tepe noktasına ulaştığı dönemde hastaneler günde 240 ton tıbbi atıküretti. Bu sayı normalde günlük 40 tondu. Avrupa’da en çok vakanın görüldüğü İspanya’da ise Katalonya bölgesel yönetimindeki tıbbi atık oranı yüzde 350 artış gösterdi.
Fotoğraf: Engin Karaman
Wuhan’da yerel yönetim, tıbbi atıkları toplamak için 15 gün içerisinde yeni bir tesis inşa etmek zorunda kaldı. Fransa’da da bir atık toplama tesisi günün 24 saati çalışıyor.
Türkiye’de ilk vakanın çıktığı 11 Mart’tan 8 Nisan’a kadar koruyucu ekipman atıklarının yönetimine ilişkin özel bir yönerge yoktu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 8 Nisan’da tek kullanımlık maske, eldiven gibi hijyen malzeme atıklarının yönetimine ilişkin genelge yayımlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, "Maske ve eldiven atıkları, kurum ve işletmelerin giriş çıkışları ile ortak kullanım alanlarında biriktirilecek. Ev ve işyerlerinde maske ve eldiven atıkları en az 72 saat bekletildikten sonra evsel atık olarak belediyeye teslim edilecek. Sağlık kuruluşlarının karantina bölümlerindeki atıklar 'tıbbi atık' olarak yönetilecek ve diğer atıklar ile karıştırılmaması sağlanacak" açıklamasını yaptı.
Bakanlığın maske ve eldiven atıklarına ilişkin yol göstermesi olumlu olsa da genelgenin odak noktası, atıkların bulaşı riski oluşturmaması ve 72 saat beklenerek belediyeye teslim edilmesi. Genelgeyi, bu dönemde atıkların artışa geçmesine yönelik özel bir önlem olarak görmek mümkün görünmüyor. Diğer ülkelerde olduğu gibi atık toplama ve dönüştürme süreçlerinin kapasitesinin artırılmasına yönelik bir projenin varlığından da henüz haberdar değiliz.
ISWA tavsiyelerinde hastane atıkları arasında bulaşıcı olanların bulaşıcı olmayanlardan ayrıştırılması da önemli bir yer tutuyor: “Bir salgın sırasında, hastanelerin çoğunun eğilimi tüm atıklarını tehlikeli atık olarak yönetmektir. Bu, hastanenin tıbbi atık kapasitesinde aşırı yüke sebep olabilir ve dolayısıyla uygun toplama, bertaraf ve işleme için gerekli kapasitedeki ani bir artışla ilişkili bir acil durum yaratabilir. Bu, koronavirüse aşırı reaksiyon göstermenin istenmeyen bir yan etkisidir. Bulaşıcı olmayan atıkları bulaşıcı olanlardan kaynağında ayırmaya devam etmek hastaları, sağlık uzmanlarını ve atık sistemini korur.”
Türkiye ve dünyada bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan atıkların kaynağında ayrılmasına ilişkin yeterli yönlendirmeler yapılmış değil. Uluslararası Katı Atık Birliği, gelişmekte olan birçok ülkenin tıbbi atıklarını ve diğer bulaşıcı ve tehlikeli atıkları işlemek için hala altyapı eksikliği olduğunu vurguluyor.
Birliğin tavsiyelerinde, tüm bu süreçlerin izlenebilirliği önemli bir rol oynuyor: “Atıkların nerede ve nasıl muamele ve bertaraf edileceğini bilmek gerekir. Tüm bunların kayıt altına alınabilmesi ve yeterli varış yerinin sağlanabilmesi için izlenebilirlik önlemleri alınması önemlidir.”
Atıkların veri temelli izlenebilir olması tam da burada devreye girebilecek çözümlerden birisi olabilir. Akıllı atık toplama ve şehir temizleme işlemleri için dijital hizmetler sunan Evreka şirketinin kurucu ortağı ve CEO’su Umutcan Duman’a göre, atıkların toplanması sırasında yaşanan problemler ve yetersizlikleri çözmek için ‘kapasiteyi artırmak’ yeterli olmayabiliyor: “Plastik kullanımının artması ve bunun atık krizine dönüşmesinin birçok boyutu oluyor kontrol ve yönetim aşamasında. Bölgelerde kapasiteyi artırmak (konteyner, araç, ekip) evet bir çözüm olabilir fakat toplama kısmında oluşan problemin ve yetersizliğin veri temelli çalışan bir sistemle çözülebildiğini görüyoruz hep. Atık toplama sürecinde çalışan şirket ve belediyelerin de daha verimli ve güncel veri kullanan dijital ve raporlama yapabilen bir sistem kullanması konusunda teşvik edici uygulamalar yapılabilir. Yani bu sürecin manuelden ziyade veri temelli bir sistemle yönetilmesi zaten sorunun atık toplama süreci kısmını çözüyor. Atık miktarının artma senaryosunda zaten dijital bir çözüm, verimli yönetme noktasında elzem.”
Duman’a göre gündemimizdeki atık krizinin karşısında tüketicilerin de sürece katılması, atık konusundaki farkındalığın artmasını getirebilir: “Vatandaşın da bu sürece katkıda bulunması ve aktif vatandaşlık yapması değiştirici faktörlerden olabilir. Aktif vatandaşın sürece çeşitli yöntemlerle dahil edilmesi tüketim alışkanlıklarını şekillendirme aşamasında fark yaratabilir. Bir vatandaş farklı tipteki atıklarını kolay bir şekilde ayrıştırarak atabilmeli veya bu konuda çeşitli kanallar yoluyla talepte bulunabilmeli.”
Normalleşme neleri kapsayabilir?
IQAir temsilcisi Kelsey Duska, “Salgın sonrasında bir başka görünmez katilden, hava kirliliğinden korunmamız için temiz çevreyi muhafaza etmemiz önemli. Umuyoruz ki küresel salgınla mücadelenin önceliği, hava kirliliği sorunuyla birlikte ele alınır” diyor.
IQAir araştırmacıları fabrikaları kapatmanın ve arabaların sokaklardan çekilmesinin iklim değişikliği için sürdürülebilir çözümler olmadığının altını çiziyor. Araştırmacılara göre sağlıklı hava koşullarını uzun erimli korumanın yolları mevcut.
Bunlar arasında, hükümetlerin teşvik paketlerinde çevreci bir strateji belirlemesi, elektrik üretiminde sürdürülebilir enerji kaynaklarını öne çıkarması, kişisel tüketime sınırlamalar getirilmesi ve ulaşımda çevreci seçeneklere yönelmesibulunuyor.
Columbia Üniversitesi’nden çevre hukuku uzmanı Michael Gerrard, ülkelerin salgın sonrası vereceği ilk tepkilerin çevreyle ilgili dünyayı bekleyen krizi şekillendireceğini savunuyor: “Yeşil bir toparlanma yaşayacak mıyız? Yenilenebilir enerji sektöründe ya da kıyıların iklim değişikliğine daha dayanıklı olması için yeni iş alanları yaratacak mıyız? Temel sorular bunlar. ABD Başkanı’nın bu konuları ele alma eğilimi yok.”
ABD yönetimi bu eğiliminde yalnız değil. Şimdiye kadar çeşitli ülkeler tarafından açıklanan ‘normalleşme’ planlarında, iklim krizinin hesaba katıldığını gösteren sinyaller oldukça zayıf.
Covid-19 sürecinden iklim krizini merkeze alan bir normalleşme planıyla çıkmaya dönük girişimler de mevcut. Britanya'da hükümete sunulan ‘yeşil toparlanma’ planı olumlu bir örnek olarak ele alınmayı hak ediyor.
Milletvekilleri, iş dünyası ve sendika temsilcileri, iklim aktivistleri ve Kamu Politikaları Araştırma Enstitüsü üyeleri tarafından hükümete 96 sayfalık bir ‘yeşil toparlanma’ planı sunuldu. Plana göre Birleşik Krallık’ta ekonomiyi iklim kriziyle mücadele hedeflerine uygun şekilde harekete geçirmek için yılda 30 milyar sterlinlik ek yatırım gerekiyor. İklim Adaleti Komisyonu tarafından açıklanan ve “Daha hızlı, daha ileri, daha adil” başlığına sahip planda, 2030 yılı için karbon salımı hedefleri belirleniyor ve ilk defa ithal malların içerdiği karbon da ayrıca hesaplanıyor. Bunun yerli üreticilerin rekabet gücünü artıracağı öngörülüyor.
Raporda koronavirüs salgınından çıkışı hızlandırmayı ve ülkeyi daha sağlıklı bir çevreci yönelime sokmayı hedefleyen politika önerileri var:
- Enerji üretiminde ‘sıfır karbon’ seçeneklere yönelmek
- Sanayide karbon salımını azaltmak için finansal teşvikler
- Özellikle havayolları gibi sektörlerde şirketler için finansal kurtarma paketlerinin düşük karbon salımı kriterine bağlı olması
- Sürdürülebilir teknolojiler için araştırma yatırımı
- Toplu taşıma gibi altyapılarda düşük ya da sıfır karbon salımı yapan seçeneklere yatırım yapmak
- İklim dostu tarımın teşvik edilmesi, ağaçlandırma çalışmaları, yeşil alanların artırılması
- Elektrikli araçlara yönelişin teşvik edilmesi, hızlı şarj altyapısının geliştirilmesi, yeni bisiklet yolları, elektrikli bisikletler için yolların uygun hale getirilmesi
- Yeni yapılan evler için karbon standartlarının yüksek tutulması, eski evlerde izolasyon kurulumuna finansal destek verilmesi.
Dünya kentlerinde normalleşme planlarına karbon salımını düşürecek adımları dahil eden belediye yönetimleri az da olsa mevcut.
Paris’te koronavirüs sonrası yaşanabilecek kalabalığı bertaraf etmek ve karbon salımındaki mevcut düşüşü korumak üzere 650 kilometrelik bisiklet yolu projesi hız kazandı.
Milano’da araba yollarının bir kısmını bisikletlere ve yayalara ayırmayı, yeni ve geniş kaldırımlar inşa etmeyi, yeni bisiklet yolları ve arabalar için daha düşük hız sınırlarını içeren geniş çaplı bir plan vadediliyor. Berlin, Budapeşte gibi Avrupa kentlerinin yanı sıra Kolombiya’nın başkenti Bogota’da da hızla çoğalan bisiklet yolu projeleri göze çarpıyor. Arabalara dayanan yaşama verilen arayı avantaja çevirmek üzere belediye yönetimlerinde gözle görünür bir çaba var.
Dünya rekortmeni bisikletçi ve tutkulu bir çevreci olan Chris Boardman, yaşananların “yeni bir normal tarif etmek için” bir şans olduğunu düşünüyor: “Binlerce kişi yaşamını yitirirken ‘fırsat’ kelimesini kullanmaktan imtina ediyorum ancak çevremizde görmekten memnun olduğumuz ve yeni normal haline gelmesini isteyeceğimiz değişimi görmezden gelirsek çılgınlık etmiş oluruz.”
Alternatif ulaşım yollarını özendirmek, kentlerde karbon salımını azaltacak bir planlamaya geçmek ya da atık sorununun üstesinden gelecek önlemler almak, iklim krizini hafifletmek adına önemli sonuçlar doğurabilir.
Hükümetler salgın nedeniyle çevre kirliliğini dizginleyen bazı önlemleri muhafaza etmezse, her şeyin eski düzenine dönmesi kaçınılmaz.
Salgının ilk ortaya çıktığı Wuhan’da, karantinanın ortadan kalkmasıyla araba satışlarının patlaması ibret verici. Wuhan sakinlerinin sıkışık toplu taşıma yerine kişisel arabayı tercih etmelerinde ‘alternatife sahip olmamaları’ etkili.
Dünya ölümcül koronavirüs salgınıyla mücadele ederken, karar alıcılar ‘normalleşme’ ve eski günlere dönüş konusunda iki kez düşünmeli. Şimdilik dünyadan gelen ‘normalleşme’ projelerinde çevrenin yeri çok sınırlı ancak tehlike sanıldığından daha yakın. Evde kaldığımız günlerde havanın, toprağın ve suyun verdiği olumlu sinyaller “eskiye dönmemeliyiz” mesajı olarak okunmalı ve iklim kriziyle ilgili önlemler salgın sonrası rutinimizin kırmızı çizgileri olarak benimsenmeli.
Özetle, salgın süresince plastik kullanımında yaşanan artışı karşılayabilecek önlemler Türkiye’de ve dünyada henüz tam anlamıyla organize edilmiş değil.
Ülkelerin ‘salgın sonrası’ için yaptığı normalleşme planlarında da çevrenin ve iklimin öncelikli olduğu örnekler bir hayli az.
Kaynaklar
CNN, Air pollution falls by unprecedented levels in major global cities during coronavirus lockdowns, 23 Nisan 2020
The Guardian, Carbon emissions from fossil fuels could fall by 2.5bn tonnes in 2020, 12 Nisan 2020
Bloomberg, World’s Dirtiest Air Gets Cleaner After India’s Lockdown, 8 Nisan 2020
Anadolu Ajansı, Eczaneler 40 milyon ücretsiz maske dağıttı, 1 Mayıs 2020
Greenpeace, Türkiye’deki deniz canlılarında mikroplastik kirliliği, Ekim 2019
DW, Coronavirus plastic waste polluting the environment, 23 Nisan 2020
South China Morning Post, Coronavirus leaves China with mountains of medical waste, 12 Mart 2020
ACR+, Municipal waste management and COVID-19, 12 Mayıs 2020
France24, Hazardous material: Dealing with the vast medical waste of the Covid-19 pandemic, 29 Nisan 2020
Anadolu Ajansı, Maske ve eldiven atıklarının bertarafı için yeni tedbirler alındı, 8 Nisan 2020
The Guardian, Pandemic side-effects offer glimpse of alternative future on Earth Day 2020, 22 Nisan 2020
The Guardian, UK MPs call for extra £30bn to aid green recovery from Covid-19, 27 Mayıs 2020
Environmental Justice Commission, Faster, Further, Fairer, Mayıs 2020
The Independent, Green Revolution? UK cities have only ‘weeks’ to design life after lockdown, warns Chris Boardman, 28 Nisan 2020
Bloomberg, Car Boom in Wuhan Holds Out Hope for Post-Lockdown Recovery, 9 Nisan 2020
International Solid Waste Association, Waste Management During the COVID-19 Pandemic, 8 Nisan 2020