Okyanuslar 2048’de tükenmiş olmayacak ve sadece et yemeyi bırakarak dünyayı kurtaramayız: Seaspiracy

Seaspiracy'de ortaya atılan bazı iddialar doğru değil. Uzmanlar spekülatif rakamlara dayalı felaket senaryoları yerine, gerçekçi ve bütüncül politikaların gündeme gelmesinden yana.


27/07/2021 12:10 13 dk okuma

Bu içerik 1 yıldan daha eski tarihlidir.

Gezegen için vegan ya da vejetaryen olmaya karar verir misiniz? Ya da kendi sağlığınız için? Peki sağlıklı olmak için bu yeterli mi dersiniz? Dosyanın kapağını bu şüpheyle açalım. Mart 2021’de Netflix’te yayınlanan Seaspiracy (Deniz Komplosu) belgeseli, iddialı ve kesin yargılar taşıyan dili nedeniyle tartışma yarattı. İranlı genç yönetmenler Ali ve Lucy Tebrizi’nin yönettiği belgesel film, dünya denizlerindeki aşırı avlanma ve ticari balıkçılığın yıkıcı etkisini merkeze alarak, izleyenleri balık yemeye son vermeye ve bitki temelli beslenmeye çağırıyor. 

Film ekibi günlük hayatta da aktivist; sitelerini ziyaret ettiğinizde sizi “harekete katılmaya” davet ediyor. Bu hareketin somut bir talebi de var: Hükümetlerin 2030’a kadar okyanusların yüzde 30’unun endüstriyel avcılıktan kurtarılması için adım atması. Kampanya için öngörülen 63 bin sterlinin 45 bini toplanmış bile. Şu an okyanuslarda korunan alan yüzde 7’den daha az. Korunma alanı talebinin nedeni ekosistemin kendisini toplamasına fırsat verilmesinin sağlanması. 

Kampanyaya dayanak gösterilen bazı veriler şöyle: Balıkçılık dünyadaki balıkların yüzde 90’ını yok etti, balık endüstrisine küresel bazda yıllık 35 milyar dolarlık destek veriliyor, bu desteğin 20 milyar doları aşırı avlanmaya katkı sağlıyor, yılda yaklaşık 300 bin balina ve yunus öldürülüyor, balıkçılık her saat 30 bin köpekbalığını yok ediyor

Belgeselin bu kadar çok ilgi çekmesinin bir nedeni, Netflix gibi bir medyumda yayınlanmış olması, yoksa bu çekilen ilk deniz belgeseli değil. 1953 yapımı ve Oscar ödüllü The Sea Around Us, 2007 yapımı olan ve tüm balıkların nereye gittiğini sorgulayan End Of The Line, köpekbalığı avcılığıyla mücadele eden ve gelirini topladığı bağışlarla elde eden Game over fishing gibi belgesellere ulaşmak mümkün. Ancak Seaspiracy, 250 milyondan fazla filmin yer aldığı ve kullanıcı oylamalarıyla belirlenen IMDB sıralamasında 3 bin 184. sırada. Şu ana kadar kaç kişiye ulaştığı ise bilinmiyor; Netflix de izleyici rakamlarını Teyit ile paylaşmayı reddetti. 

Yer yer “vurucu araştırmacı gazeteciliğin ucuz bir imitasyonu” olmakla itham edilen ve “retorik” bulunan belgesel, bazı sivil toplum kuruluşları ve medya organlarınca gerçekleri çarpıtmakla da eleştiriliyor. 

Tebrizi çifti röportajlarında, evvelden okyanusların onları büyülediğini ve ilham veren bir yer olduğunu, ancak çekimlere başladıklarında bu romantizmin yıkıldığını anlatıyor. Bu his, filmin geneline de sinmiş. Sorularımızı ve kendilerine yöneltilen eleştirileri iletmek için e-posta ile ulaşmayı denediğimiz Tebrizi’lerden yanıt alamadık. Ancak bu yazıda, belgeselde dile getirilen ve bazıları doğrulanan iddialar da dahil olmak üzere, somut iddialara odaklanıp, bu iddialar üzerine düşüneceğiz. 

Teyit edilen iddialar: Okyanusların 2048'de boşalacağı

Belgeselde dile getirilen ve BBC’nin de incelediği iddialardan biri, okyanusların 2048’de boşalacağı oldu. 2006 tarihli bir araştırmaya dayanan iddianın bizatihi sahibi, bu öngörünün eski tarihli olması nedeniyle kuşkulu olduğunu söyledi, çünkü hesap aradan geçen zamanda balık nüfusunun korunması için atılan somut adımların etkisini içermiyor. 

Çalışmada insan faaliyetlerinin neden olduğu biyoçeşitlilik kaybı sebebiyle denizdeki canlı nüfusunun azaldığı söyleniyor. Belgeselin 2021 Mart ayında vizyona girdiğini düşündüğümüzde, en yakın güncel çalışmaları 2018-2019 yılları aralığında aradık. Dünya Doğal Kaynakları Koruma Birliği’ne göre deniz ekosistemindeki canlıların yüzde 25’i yok olma tehlikesi altında. 2021 tarihli araştırma, bu oranın son yıllardaki iyileşmeye rağmen düşmediğini de not ediyor ve koruma çabalarının sürmesi gerektiğini vurguluyor. Bir başka çalışma ise 2050’ye kadar bazı bölgelerdeki deniz ürünü avının yüzde 40 azalacağını hatırlatıyor. Ancak mevcut gidişatla okyanusların tamamında 2048’de canlı yaşamının sona ereceğini destekler nitelikte bir bilimsel tahmin yok, bu nedenle iddia yanlış.

"Okyanustaki plastiğin neredeyse yarısını balık ağları oluşturuyor"

Tartışılan bir diğer iddia ise büyük okyanustaki plastiğin neredeyse yarısını balık ağlarının oluşturduğu. Belgeselde görüşüne yer verilen araştırmacı yazar Goerge Monbiot balık ağlarının büyük bir kirlilik etkeni olduğunu belirtiyor. Hollanda merkezli kâr amacı gütmeyen ve okyanuslardaki plastikleri toplamaya gönüllü kuruluş The Ocean Cleanup'ın kurucusu Boyan Slot'ın desteklediği akademik ekibin 2018’de yayınladığı bir makalede Büyük Pasifik Okyanusundaki çöplüğün yüzde 46’sını balık ağlarının oluşturduğu anlatılıyor. Bunun sadece Büyük Pasifik için geçerli olduğunun altını çizmekte yarar var. Our World In Data'nın tüm okyanuslar üzerinde yaptığı ve bu yıl Mayıs ayında yayınlanan araştırmanın verileri plastiklerin yüzde 70 ila 80’inin okyanuslara kıyı şeridi ve nehirler yoluyla girdiğini, yüzde 20 ila 30'unun ise balıkçılık malzemeleri ile ilişkili olduğunu belirtiyor. Araştırmanın detaylarında kirliliğin bulunduğu suları incelediğimizde yüzde 80'le rekorun Asya'da olduğunu görüyoruz. İkinci sırada Afrika, üçüncü sırada Güney Amerika ve dördüncü sırada Kuzey Amerika var. Bunların Afrika dışında kalanları Büyük Okyanus kıyısında.

Dolayısıyla okyanustaki plastiğin neredeyse yarısını balık ağlarının oluşturduğu iddiası, ancak incelemenin yürütüldüğü evren olan Pasifik'e genellenebilir. Belgeselin bu iddiası bu nedenle yanlış.

seaspiracc great pacific


"Pipetler okyanustaki kirliliğin yalnız yüzde 0,03'ünü oluşturuyor"

Tebrizi’ler belgeselde pipet kullanımına son verilmesi kampanyalarının etkisiz olduğunu söylüyor. Peki belgeselin aktardığı gibi, plastik pipetler okyanustaki kirliliğin yalnız yüzde 0,03’ünü mü oluşturuyor? Bloomberg'de yayınlanan bir çalışmada da aynı rakama yer verilmiş. Diğer taraftan Vox'ta yayınlanan ve bazı şirketlerin neden plastik pipetleri yasakladığına dair görüşler içeren bir yazı da, plastik pipetlere karşı tavrın büyük resmi değiştirmediğini, ama örnek olabileceğini anlatmış. Plastik pipetlere odaklanan Avustralyalı iki akademisyen de rakam vermenin zor olduğunu, ancak denizlere her yıl akan 9 milyon ton plastiğin 2 bin tonunun pipetlerden oluştuğunu söylemiş. Bu hesap bir pipetin ağırlığını yaklaşık 0,42 gram almış ve sularda 437 milyon ila 8,3 milyar pipet olabileceğini bulmuş. Böyle hesapladığımızda pipetlerin oranının takribi yüzde 0,02 olacağını buluyoruz. Seaspiracy ekibi de bu sonuca benzer bir yolla ulaşmış olabilir. Her ne kadar elde kesin bir ölçüm olmasa da ve hesaplar varsayımlara dayansa da, iddianın isabetli bir tahmine yaslandığını söyleyebiliyoruz.

"Denizlerdeki mikroorganizmalar Amazon'dan dört kat daha çok karbon emiyor"

“Denizlerdeki mikroorganizmalar Amazon’dan dört kat daha çok karbon emiyor” da belgeselde yer verilen ve BBC tarafından ele alınmış iddialardan bir diğeri. BBC’ye göre bu rakam az bile. Okyanusların karbonun emilimi konusunda oynadığı rol biliniyor, karbonun üçte birini emiyorlar. Son araştırmalar karbon emilimi yaptığı bilinen fitoplanktonların karbon konusunda bilinenden daha yüksek emilimli olabileceğini ortaya koyuyor. Bu rakam bazı araştırmalara göre yüzde 25. Yani okyanuslar en etkili karbon emilim faktörü. NASA’ya göre de, okyanuslar karbon dengesini tutma aracı. Yani bu iddia doğru. 

Bunlar en yaygın, başka medya kurumlarınca üzerinde çalışılmış iddialardı. Şimdi okuyacaklarınızı ise belgesel içinde herhangi bir kaynak belirtilmeyen sahneler ve çarpıcı ifadelerle aktarılan en az 30 iddia arasından seçtik. 

“Okyanusların dünyada korunduğu alan yüzde 1”

Belgeselde dile getirilen iddialardan biri de dünyada korunan okyanus alanının yüzde 1 olduğu. Bilimsel kaynaklara göre ise bu rakam ekibin bulgusundan çok uzak olmasa da daha iyimser; yüzde 2,7. Global Marine Fishing Project’e göre dünyada 16 bin 521 tam korunan, yarı korunan, korunması önerilen/belirlenmiş alandan bin 13 bölge tam koruma altında. Marine Protection Atlas, koruma alanının 2030 yılına kadar yüzde 30’a kadar genişletilmesini öneriyor. Korunan alanlar Birleşmiş Milletler’e göre yüzde 2,07 oranında. 

BM 2020 sonuna kadar okyanusların yüzde 10’unun koruma altına alınması kararı alsa da, üyeler bu hedefin gerisinde kaldı bile. Bu nedenle Seaspiracy ekibinin de aralarında olduğu savunucular, korunan alanın 2030’a kadar yüzde 30’a çıkmasını savunuyor. Yani iddia yanlış.

“Balık stoklarının çalınmasıyla Ebola’nın ortaya çıkışı ilişkili” 

Belgeseldeki iddialardan bir başkası da Ebola’nın ortaya çıkışı ile balık stoklarının çalınmasının ilintili olduğu. Bu iddianın güncel bir yanı da var: Vahşi yaşamın tahrip edilmesiyle salgınlar arasındaki dolaylı ilişki. 

Vahşi yaşamla insan hayatının iç içe geçmesi, habitat ve biyoçeşitliliğin kaybolmasına yol açıyor. Nitekim Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü de Covid-19 pandemisinde doğanın tahrip edilmesinin payı olduğunu belirtiyor. Ele aldığımız iddia da, bu bilgiyle ilgili. 

Güney Afrika’da yayılan Ebola virüsünün dünyaya etkileri üzerine çalışan bir ekip, virüsün ortaya çıkışıyla ilgili şunu anlatmıştı: Sübvansiyonlu Çin ve Avrupa gemileri Güney Afrika sularında aşırı avlanmış, balık nüfusu azalmış, yerel balıkçı topluluklar da vahşi yaşam avcılığına yönelmişti. Ebola ilk kez 1976 yılında, ardından 2014’te orta ve batı Afrika ülkelerinde yerel salgınlar halinde görüldü. Hastalığın kesin bir tedavisi olmamakla birlikte, 2019 yılında onay almış bir aşısı var. Koruma süresi henüz bilinmese dahi, aşı olan kişilerin Ebola'ya yakalanmadığı görüldü. Semptomları ağır ve çok öldürücü bir hastalık olduğundan Covid-19 kadar yayılmıyor; ancak yayıldığı bölgelerde yıkıcı bir etkisi var. 

Güney Afrika’da milyonların geçiminin küçük ölçekli balıkçılığa dayalı olduğu, 1970’lerde yayılmaya başlayan endüstriyelleşmenin sonucu olan aşırı avlanmanın batı Afrika balık stokunu, dolayısıyla bu gelir grubunu tehlikeye soktuğu biliniyor. 

Yani belgeselde de genişçe yer verilen Batı Afrika balık stoklarının yok edilmesi ile Ebola’nın ilişkili olduğu doğru. Ancak bu dolaylı bir ilişki. “Aşırı avlanma olmasa Ebola ortaya çıkmazdı” diyebilecek ölçüde bir doğrudan bağ söz konusu değil.

İlginizi çekebilir: Kongo’da yayılan sahte haberler zorlu Ebola mücadelesini sekteye uğratıyor 

Gözlerimizi hangi gerçeklere açıyoruz? 

Belgesel kamuoyunda yankı uyandırdıktan sonra Türkiye’de de tartışıldı. 6 Mayıs 2021 tarihinde Çukurova Üniversitesi’nden deniz biyoloğu Sedat Gündoğdu’nun moderatörlüğünde düzenlenen ve Zoom üzerinden yapılan tartışmaya, Slow Food Türkiye Hareketi’nden, Fikir Sahibi Damaklar’ın kurucusu Defne Koryürek, deniz biyoloğu ve belgesel yönetmeni Mert Gökalp, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Saadet Karakulak ve Çukurova Üniversitesi’nden Prof. Dr. Orhan Tufan Eroldoğan katıldı. 

Gündoğdu, belgeseli manipulatif ancak açık tavırlı bulanlardan. Koryürek bitki temelli beslenmeye başlamayı öneren belgesel ve etrafında şekillenen eleştiriler üzerine ahlaki bir tartışmanın kapısını araladı: “Denizler beş yıl içinde mi 50 yıl içinde mi tükenecek tartışması utanç verici. Buradaki mesele etik olarak insanlığın aşırı faaliyetlerine nerede yeter diyeceği. Bir kilo hamsinin fiyatı ne kadar olduğunda tartışabiliriz bunları? Para nasıl ölçü? "Bedel"i sahiden hesaplayabiliyor muyuz? Aslında bilimin söylediklerine kulak vermek yanıtlara ulaşmak için yeterli." 

Prof. Karakulak da belgeselin güncel sorunlara değinmesi ve farkındalık sağlaması nedeniyle önemli olduğu kanaatinde. Çözüm önerisi sürdürülebilir balıkçılığın küçük ölçekli balıkçılıkla desteklenmesi olabilir, zira artan dünya nüfusunun proteine ihtiyaç duyduğu görüşünde. Karakulak’a göre bir diğer önemli sorun Türkiye’de bilimsel verinin olmaması. 

Gökalp ise İstanbul'un simgesi olan balıklardan Lüfer belgeselinin yönetmeni. Konuşmasına bir soruyla başlıyor: “Ben Tebrizi’nin rakibiyim, onu nasıl savunur hale gelmiş olabilirim ki?” Ona göre belgeselcilikte bir nebze abartma payı, yönetmenin hakkı ve gerçekleri yüzümüze vurduğu için bu belgesel de tartışma yarattı. 

Prof. Eroldoğan’ın alanı ve uzmanlığı balık yetiştiriciliği. Eleştirisi ise balık yemeyi bırakmanın sorunu çözme önerisi olarak sunulması. Ona göre bu çözüm bizi tıkanıklığa götürüyor. Karakulak’ın tersi bir yerden anlatıyor: "Endüstriyel balıkçılık bizi sürdürülebilirliğe yaklaştırmayacak. Bu nedenle açlık ya da adaletsiz dağılıma çözüm bulmak adil ağlar kurmakla sağlanacak. Düşük proteinle beslenen insanlar için balık önemli bir kaynak." Belgeselde dile getirilen bir kilo somon üretimi için 12 kilo balık avlandığı iddiasının da doğru olmadığı kanaatinde, ona göre doğru rakam 1,1 kilo civarı. Bu rakam belgeselde abartılmış.

Ortak görüş, belgeselin bu alanlarda tartışmanın fitilini ateşlediği, ancak tek başına veganizmin çözüm olamayacağı, ancak yırtıcı endüstriyel balıkçılıkla da devam edemeyeceğimiz yönünde. Yani belgeselin bizi getirdiği yer çözümden ziyade, sorundan faydalanarak bir tartışma başlatmak. 

Söz konusu gezegen olduğunda, gözümüzü hangi gerçeklere açtığımız konusunda Marmara’daki müsilaj güncel bir örnek: Yıllardır kötü durumda olduğu uyarıları yapılan Marmara’nın halini, belki de ancak şimdi konuşmaya başladık. 

İlginizi çekebilir: Bir sonuç olarak müsilaj: İklim değişikliği eylem planı için fırsat olabilir mi?

Okyanusların 2048 yılında tamamen boşalmayacağı iddiasının yanlış olması sevindirici, dünya okyanuslarında korunan alanın yüzde 1 olmaması da. Ancak Ebola’nın ortaya çıkışının Güney Afrika’nın çalınan balık stoklarıyla ilişkili olması gibi bir iddianın dolaylı da olsa doğru olmasının yarattığı yakıcı uyarıyı yok saymak da mümkün görünmüyor.

Kapsamlı sorunlar, kapsamlı çözümler istiyor

Aslında BM 2010 yılında hem dünyadaki açlıkla baş edebilmek hem de iklim değişikliğinin etkilerinden korunabilmek için bitki ağırlıklı diyete geçilmesi gerektiği tavsiyesi verdi, bu okyanuslarımızı da koruyacak. Ancak Seaspiracy yani Deniz Komplosu’nun eleştirilmesinin temel nedenlerinden biri, karmaşık bir “denizlerimizi kurtarma” sorusuna, bitkisel beslenme gibi tekil bir çözümle karşılık veriyor olması. 

Our World In Data’nın kapsamlı araştırmasına göre dünya bitki temelli beslenmeye adapte olsaydı, küresel tarım arazisi kullanımı 4 milyar hektardan 1 milyar hektara düşerdi. Bitki bazlı beslenmenin hem gezegen hem de insan sağlığı için hayırlı olduğunu gösteren çalışmalar var ve bazı hükümetlerin vatandaşlarını buna yönlendirdiği doğru. Ancak gezegenin geleceğinin vatandaşların diyetine indirgenmesi hakkaniyetsiz bulunuyor. Belgesel belki tam da bu yüzden tartışmalı. 

Duş süresini kısaltmak, daha az tüketmek, muslukları ve elektriği tasarruflu kullanmak, araba sürmek yerine yürümek gibi önerilere karşı çıkılmıyor. Ancak hükümetlerin kirli yatırımları desteklemekten vazgeçmesi, ormansızlaştırmayla mücadele, okyanusların korunması için sivil toplumun dahli, kâr yerine sosyal faydayı önceleme gibi bireysel çabaların çok ötesine geçmeyi gerektiren adımlar var. Bunlar gezegenin ekolojik dengesinin yok olma sınırlarında dolaşmasının asıl nedenleri. Bütüncül sorunların, hem karmaşık hem de herkesin çözümün bir parçası olmayı göze aldığı önerileri hak ettiği söyleniyor.

Hayır, okyanuslar 2048’de tükenmiş olmayacak ve evet, sadece et yemeyi bırakarak dünyayı kurtaramayız.

Resmi İnternet Sitesi, Seaspiracy
06/07/2021
İMDB, Seaspiracy
06/07/2021
Game Over Fishing, Nakawe Project & Our Mission
06/07/2021
İMDB, The Sea Around Us
06/07/2021
Google Scholar, Makaleler
06/07/2021
Marine Protection Atlas, Global Marine Fishing Protection
06/07/2021
Protected Planet, Official MPA Map
06/07/2021
WHO, Ebola virus disease
06/07/2021
tümünü göster
iklim