Kerem Karaosmanoğlu tarafından yazılan Komplo Teorileri-Disiplinlerarası Bir Giriş isimli kitapta komplo teorilerinin özellikleri sıralanıyor. Buna göre komplo kitaplarındaki referans ve alıntıların “bilimsel” bir havada (yüzlerce dipnot içermesi gibi) verildiği açıklanıyor. “Bilimsellik çizgisi” içinde kalmak isteyen çalışmaların bilimin ve akademinin metodlarını kullanmak yerine, göstermelik bir şekilde “bilimin dilini“ taklit ettiğinin de altı çiziliyor. Bunlara ek olarak çalışmalarda aksi kanıtların görmezden gelindiği ve diğer komplo teorisyenlerine sıkça göndermelerin yer aldığı da ifade ediliyor.
İlginizi çekebilir: Komplo teorileri I: Aşırı şüpheci tutum etrafımızı sardığında
İlginizi çekebilir: Komplo teorileri III: Sağlığımızı korumak için ne yapabiliriz?
Yukarıda bahsi geçen özelliklerin büyük oranda Kara Kutu-Yüzleşme Vakti kitabı için de geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yalçın katıldığı programlarda kitap için 400 ila 1000 arasında kaynaktan yararlandığını telaffuz etse de, bu sayıların fazla bir şey ifade etmediği açık. Kara Kutu’nun kaynakça bölümünü incelediğimiz yazıya göre kitapta yer alan kaynak ve dipnotların kullanımı da oldukça problemli. Dahası kitapta birçok intihal örneği de mevcut.
İlginizi çekebilir: Kara Kutu’nun yöntemi - III: 30 farklı kaynaktan yapılan intihaller
Daha önce bahsi geçen Komplo Teorileri adlı kitapta yer alan “komplonun kişiselleşmesi” başlığında, “birçok komplo teorisyeninin ortaya attığı komploların hedefi haline geldiğini öne sürdüğünden” de bahsediliyor. Yalçın da Kara Kutu’yu yayımladıktan sonra benzer iddialarda bulundu. 14 Kasım 2019’da katıldığı Teke Tek isimli programda, Sözcü Kitabevi’nin Facebook’a verdiği Kara Kutu reklamının engellenmesini, kitapta yer alan Rockefeller hakkındaki iddialardan kaynaklandığını ifade etti. Halbuki Facebook, daha Mart 2019’da aşı karşıtlığını körükleyen komplo teorileriyle mücadele kapsamında sayfalara bazı yaptırımlar uygulayacağını açıklamıştı.
Yine Yalçın, 13 Aralık 2019’da kaleme aldığı “Duvara tosladınız, hesaplaşacağız” başlıklı yazıda Kara Kutu piyasaya çıkar çıkmaz kendisine yönelik saldırılar başladığını iddia etti.
Komplo teorinizin üzerine 1 TL farkla “safsata” sosu eklemek ister misiniz?
Kara Kutu’da “üniversitede profesör olan moleküler biyologların büyük bölümü aynı zamanda biyoteknoloji şirketlerinde danışman ya da hissedardır” şeklinde, komplo teorisi olarak nitelenebilecek genelleyici ve muğlak ifadeler de yer alıyor. Yalçın’ın kitapta sadece komplo teorisi üretmekle kalmayıp, konunun üzerine bir de safsata sosu eklediğini söylemek yanlış olmayacak. Üniversitedeki moleküler biyologlar hakkında ortaya atılan bu teori, siyah beyaz (sahte ikilem) safsatasını içeriyor. Siyah beyaz safsatası ikiden fazla seçeneğin olmasına rağmen bahsi geçen bu iki seçenekten başka bir seçenek yokmuşçasına davranılması neticesinde ortaya çıkar. Safsatasının kolayca anlaşılabildiği ifadelerden biri, “ya sev ya terk et” sloganıdır. Bir üniversitenin moleküler biyoloji bölümünde olup hiçbir biyoteknoloji firması ile çalışmayan profesörler de elbette vardır. Ya da profesörler bir biyoteknoloji firmasında mutlaka danışman ya da hissedar olarak çalışmak zorunda da değildir.
Aramaya inanmak
Daha önce komplo teorisyenlerinden bahsederken her şeyde bir anlam aradıkları, argümanlarını delillendirmek yerine tüm kanıtların gizlendiğini iddia etmeleri gibi bir davranış kalıpları olduğunu belirtmiştik. Kara Kutu’da bunun da bir örneğine rastlamak mümkün.
Kitabın 253. sayfasında Yalçın, Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın Zika virüs patentinin Rockefeller Vakfı’nda olduğunu açıklayan bir yazıda verdiği “Zika virüsü kimin” başlıklı kaynağı okumak için http://www.globalresearch.ca/who-owns-the-zika-virus/ adresine girmeye çalıştığını, ancak ne hikmetse haberin silindiğini ifade ediyor.
Bahsi geçen uzantıya tıkladığımızda gerçekten “üzgünüz burada olmayan bir şey arıyorsunuz” uyarısıyla karşılaşıyoruz. Peki her şeyi bir kenara itip, kaybolan bir linkin arkasında büyük komplolar, aileler ve örgütler mi arayacağız?
Yetiş ya Ockham!
İsmini ünlü Ortaçağ filozofu Ockhamlı William’dan alan “Ockham’ın usturası” (Ockham's razor) şeklindeki düşünme yöntemi komplo teorilerinin önüne geçilmesinde kullanılacak etkili bir yol olabilir. Ockham’ın usturası basitçe, her şey eşit olduğunda daha az önerme içeren hipotezin daha akla yatkın olacağını ifade eder. Yani Ockham’ın usturası basit ve anlaşılır olanın doğruya daha yakın olduğu varsayımına dayanır. Karaosmanoğlu’nun Komplo Teorileri kitabına göre Ockham, “gerekmedikçe çokluk kullanılmamalıdır” der.
Yaşanan bir olayın sebebinin sanıldığı kadar karmaşık nedenlere dayanmadığı anlamına da gelen yaklaşıma Karaosmanoğlu, Prenses Diana’nın hayatını kaybettiği trafik kazasını örnek gösteriyor. Buna göre Prenses Diana 1997 yılında Paris’te geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde ilk olarak düşünülmesi gerekenin, bunun bir faili olduğu, her şeyin prensesi öldürmek için ayarlandığı, kazadan sonra ambulansların geciktirildiği, hatta hastanedeki kan örneklerinin değiştirildiği gibi birçok çoklu ve karmaşık düşünceler olmadığıdır. Ockham’ın usturasını devreye sokarsak, akla daha yatkın olan düşünce, uyuşturucu ve alkol etkisindeki sürücünün, yağmur ve aşırı hızdan dolayı arabanın kontrolünü kaybederek kaza yapmış olması gerektiğidir. Bu şartlar altında prenses olmanız sonucu değiştirmeyecektir.
Şimdi kitaptaki “silinen link” meselesine geri dönelim. İnternette bir linkin silinmesi, kaybolması ya da çalışmamasının birbirinden bağımsız birçok basit nedeni olabilir. Sunucular bozulmuş olabilir, belki de aradığınız şey aslında siteye hiç yüklenmemiştir. Böyle bir durumda mantıklı olan, komplo teorisi üretmek yerine, arama yöntemlerini çeşitlendirmek ya da Ockham’ın usturasını devreye sokmaktır.
Nitekim Yalçın, linkin silindiğini belirtip, lafı delillerin karartıldığı noktasına çekmeye çalışsa da Guillaume Kress tarafından yazılan “Zika virüsü kimin” isimli yazıya aynı sitenin Fransızca versiyonundan sapasağlam ulaşmak mümkün görünüyor. Kitabı uzun araştırmalar sonucunda yazdığını ifade eden Yalçın, ya gerçekten yeterince detaylı araştırma yapmadı ya da teyit yanlılığına kapılarak görüşlerini destekleyen kanıtlara inanıp düşündükleriyle çelişen kanıtları görmezden geldi. Bu sayede birçok komplo teorisyeninin yaptığı gibi her şeyi bir kenara itip, kaybolan bir linkin arkasında büyük komplolar, aileler ve örgütler aradı.
Komplo teorilerinin olmazsa olmazı: “öldürülen” bilim insanları
Yalçın, kitabının 254. sayfasında aşılar, ilaçlar ve küresel şirketlerin kanlı rekabet içinde olduğunu ifade ederek sözü her komplo teorisinin vazgeçilmez öğesi olan bilim insanlarının şüpheli ölümlerine getiriyor. Aynı sayfada yer alan 163 numaralı dipnotta şu iddialar aktarılıyor:
“Harvard Üniversitesi’nde görevli tanınmış mikrobiyolog Prof. Don Wiley, tatilini geçirmek üzere gittiği İzlanda’da katıldığı bir davetten dönerken ortadan yok oldu. Otomobili köprü üzerinde bulundu. Cesedin nehirde kaybolduğu iddiasıyla dava kapatıldı.
Rus mikrobiyolog Tanya Holzmayer evinde kurşunlanarak öldürüldü. Holzmayer’in yardımcısı çinli Dr. Guyang Mattew Huang ertesi gün ormanda ölü bulundu. Polise göre Huyang Holzmayer’i öldürüp intihar etmişti.
Mikrobiyolog Dr. David Shwartz, Virginia/Loudon County’deki evinde bıçaklanarak öldürüldü. Eve zorla girildiği emaresi olmadığı halde polis, “satanistler öldürdü” dedi.
İsrail’den kalkıp Rusya’nın mikrobiyoloji başkenti olarak bilinen Novosibirsk’e giden uçak Ukrayna’dan yanlışlıkla atılan bir füze ile düşürüldü. Uçakta 5 mikrobiyolog bulunuyordu.
Ocak ayı içerisinde dünyaca ünlü iki bilim insanı daha öldürüldü I.Glebov, St.Petersburg’da saldırıya uğrayarak, A. Brunshlinski ise Moskova’da bıçaklanarak. Bu tesadüf olamaz.”
Mikrobiyoloji savaşlarının ayrı bir kitabın konusu olacağı ifade edilerek sonlanan bu dipnotun Yeni Şafak gazetesinin 7 Mart 2002 tarihli bir haberine oldukça benzediğini söylemek mümkün. “Taha Kıvanç” isimli bir yazar tarafından “Neyse ki, mikrobiyolog değilim” cümleleriyle başlayan yazı, Yalçın’ın kaynak göstermeden kullandığı ifadelerle son derece yakın. Kıvanç’ın yazısında bahsi geçen iddialar sırasıyla şu şekilde:
“-Prof. Don Wiley Harvard Üniversitesi'nde görevli ünlü bir mikrobiyologtu. Tatilini geçirmek üzere İzlanda'ya giden ailesiyle buluşması beklenirken katıldığı bir dâvetten dönüşte ortadan yokoluverdi. Otomobili köprü üzerinde bulundu; cesedinin nehirde bulunması için ise aradan bir ay geçmesi gerekti. Polis, "Kaza" deyip dosyayı kapattı.”
- Rusya doğumlu Dr. Tanya Holzmayer, kapısına dayanan pizzacıya "Siparişim yok" bile diyemeden, Guyang Matthew Huang adlı Çin doğumlu bir başka mikrobiyolog tarafından kurşunla delik deşik edildi. Karısını arıyan Huang, "Eski patronumu öldürdüm, şimdi de kendimi öldüreceğim" dedi. Mikrobiyolog Holzmayer'i öldüren mikrobiyolog Huang'ın cesedi, ertesi gün, ormanda koşanlar tarafından bulundu.
- Dr. David Shwartz, Virginia/Loudon County'deki evinde bıçaklanarak öldürüldü; eve zorla girildiği emaresi olmadığı halde, polis, "Satanistler öldürdü" kanaatinde.
-İsrail'den kalkıp Sibirya'ya giden bir uçak, 'yanlışlıkla' atılan bir Ukrayna füzesiyle düşürülmüştü; o uçağın yolcularından dört veya beşi mikrobiyoloji alanında çalışan bilimadamlarıydı.
-Rus Devlet Tıp Üniversitesi mikrobiyoloji bölümü başkanı V. Korshunov şubat ayı başlarında öldürüldü ve cesedi evinin girişinde bulundu. Bu bilgiyi edindiğim Pravda gazetesi, "Ocak ayı içerisinde dünyaca ünlü iki bilimadamı daha öldürüldü. I. Glebov St Petersburg'ta saldırıya uğrayarak, A. Brunshlinski ise Moskova'da bıçaklanarak... Bu bir tesadüf olamaz" diyor ve ekliyor: "Rus bilimi ölüyor; akademik unvan, unvan sahipleri için tehlikeli hale geldi."