İstanbul Sözleşmesi hakkındaki doğru ve yanlışlar

Kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesini amaçlayan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yayılan yanlış bilgileri inceledik.


13/08/2020 01:41 10 dk okuma

Bu içerik 2 yıldan daha eski tarihlidir.

11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’nin resmi adı, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Kadına yönelik şiddet ile genel olarak ev içi şiddetin önlenmesini amaçlayan sözleşme bu konuda hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğinde.

İstanbul Sözleşmesi “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapıyor ve toplumun, kişilere, cinsiyete dayalı olarak biçtiği rollerin varlığına ve kadınlara yönelik yapısal şiddete dikkati çekiyor. Sözleşme kadına yönelik psikolojik ve ekonomik şiddetin de birer insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olduğunun altını çiziyor. Taraf devletlere, eşitlik ilkesine bağlı kalarak, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önleme, bu şiddet vakalarını etkin şekilde soruşturma ve kovuşturma gibi sorumluluklar veriyor. Şiddeti eşitsizliğin bir sonucu olarak görüyor ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikaların geliştirilmesi gerektiğini hatırlatıyor. 

Sözleşme belirli periyotlarla sözleşme karşıtlarının ortaya attığı, komplo teorisine varan iddialarla gündeme geliyor. Sözleşmenin kadına şiddetin artmasına neden olduğu, aile yapısını bozduğu, dış güçler eliyle Türkiye’ye dayatıldığı bu iddialardan yalnızca birkaçı. İddialar birbirinden çok farklılık göstermese de, AK Parti’nin 5 Ağustos’ta gerçekleşmesi planlanan MYK toplantısında sözleşmeye ilişkin son kararın verileceği haberiyle birlikte, konuyla ilgili yanlış bilgiler yeniden ortaya çıktı. Birçok kadın örgütü, sivil toplum kuruluşu ve haber sitesi de konuyla ilgili bilgilendirici metinler yayınlamaya odaklandı. Ancak tartışmalar sona ermiş değil.

Sözleşmeden çekilme tartışmaları devam ederken, 2020’nin başından bu yana en az 236 kadın daha öldürüldü. Konunun sosyal medyaya yansıma biçimine ilişkin Vircon’un yayınladığı veriler ise dikkate değer. Sözleşme karşıtı gündeme dahil olan paylaşımların bot içerik oranı yüzde 27,36 iken, sözleşmenin desteklendiği paylaşımlarda bu oran yüzde 6,62. Paylaşım yapan sözleşme karşıtı ve destekçilerinin bölgesel dağılımındaki farklılık ise tanıdık ve tahmin edilebilir. Sözleşme karşıtları iddialarını aile yapısı ve toplumsal değerler gibi başlıklarla gündemde tutmaya devam ederken, sözleşme metnini incelemek yaygın bilinen yanlışların doğrularına ulaşmak için ilk adım olabilir. 

Sözleşme geleneksel aile yapısını bozuyor mu?

Sözleşmede ‘aile’nin bir tanımı yapılmadığı gibi, belli bir aile formu veya ortamını teşvik eden bir düzenleme de bulunmuyor. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önleme konusundaki girişimleri olabildiğince kapsayıcı tutmak, önlemlerden ve koruma mekanizmalarından, evli olsun ya da olmasın, şiddet gören her kadının yararlanabilmesi için, ev içinde veya kamusal alanda, kadına yönelik fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik her türlü şiddeti kapsıyor. 

Sözleşme eşcinselliği özendiriyor, LGBTİ+ evlilikleri teşvik ediyor mu?

Bu iddialar sözleşmenin dördüncü maddesinde geçen “cinsel yönelim” ifadesinden kaynaklanıyor. Bu madde ile taraf devletlere sözleşmedeki hükümleri eşitlik ilkesini gözeterek ve hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın uygulama görevi veriliyor; doğal olarak buna ev içi şiddet mağduru kişinin haklarının cinsel yönelim farkı gözetmeksizin korunması da dahil. Ancak sözleşmede “eşcinselliği özendiren” herhangi bir ibare bulunmuyor. Yanı sıra, sözleşme taraf devletlere eşcinsel evliliklerin desteklenmesi gibi bir yükümlülük de getirmiyor. Ülkemizde eşcinsel birlikteliklerin evlilik veya sivil partnerlikle tanınmasını sağlayan bir düzenleme yok.

Sözleşme imzalandığından bu yana evlilik sayıları azaldı, boşanmalar arttı mı?

TÜİK’in, sözleşmenin yürürlüğe konduğu 2014 yılını ve sonrasını da kapsayan, 2001-2019 dönemi için açıkladığı evlenme ve boşanma sayılarına ve oranlarına baktığımızda, sözleşmeden bağımsız, belirli bir örüntü olduğu görülüyor. Oranlarının değişiminde rol oynayan sosyal, ekonomik ve politik birçok neden var. Evlilik yaşının ilerlemesi, aile başına çocuk sayısının düşmesi, boşanma oranlarının artması gibi değişikliklere, belli bir sözleşme değil, ülkedeki toplumsal, ekonomik ve sosyal değişim neden oluyor. 

tuik evlenme bosanma

Sözleşme imzalandığından bu yana kadın cinayetleri arttığından, sözleşme kadınları korumakta yetersiz denebilir mi?

Salt verilere bakıldığında 2011 yılından bu yana kayıtlara geçen kadın cinayeti sayılarının arttığı söylenebilir. Ancak bu veriyi yanlı okumak, yanıltıcı sonuçlara varmaya neden oluyor. Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin ve İstanbul Sözleşmesi gibi bağlayıcı metinlerin de varlığıyla, ev içi şiddetin daha görünür olduğu, konu etrafında güçlü bir kamuoyu oluştuğu vaki. Cinayet vakalarındaki artışın ardındaki politik ve sosyolojik nedenleri de dikkate almadan, bir sözleşmenin imzalanması ile sayılardaki artış arasında nedensellik kurmak, gerçekçi bir çıkarım olmaktan uzak. Sözleşmenin ve korumayı hedeflediği değerlerin içselleştirilemediği, öngörülen mekanizmaların hayata geçirilemediği, taraf devletlere yüklenen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği bir senaryoda, kadına yönelik artan şiddetin sorumlusu olarak sözleşmeyi göstermek doğru bir yaklaşım olmaz. 

Sözleşme “dış güçler” tarafından mı hazırlanıp Türkiye’ye dayatıldı?

Sözleşmeyi imzalayıp onaylayan ilk ülke olan Türkiye, sözleşme metninin hazırlanmasında ve 11 Mayıs 2011’de imzaya açılmasında etkin rol oynadı. Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa Konseyi’nde Türkiye’den iki isim vardı. Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığını Ahmet Davutoğlu üstlenirken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına ise dönemin AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu seçildi. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığında Gülsün Bilgehan yer alırken, sözleşmeyi kaleme alan sekiz kişilik komitede de Türk akademisyen Feride Acar vardı. Sözleşme 24 Kasım 2011’de TBMM’de oybirliği ile kabul edildi ve Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni onaylayan ilk ülke oldu.

Sözleşme her durumda kadının beyanını esas alarak, erkekleri mağdur mu ediyor?

Sözleşme gereği yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a göre, kadının beyanı hüküm tesis etmek için değil, tedbir uygulamak için esas alınıyor. Yargılama esnasında masumiyet karinesi geçerliliğini sürdürüyor. “Kadının beyanı esastır” demek, şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadının, ilave delil aramaksızın koruma mekanizmalarına dahil edilmesi anlamına geliyor. Yani kadının beyanı hükme değil, korunma tedbiri alınmasına ve soruşturmanın başlatılmasına esas.

Sözleşme kadına süresiz nafaka hakkı verip erkekleri mağdur ediyor mu?

İstanbul Sözleşmesi’nde nafakaya ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmuyor. Süresiz olmasına karar verilebilen yoksulluk nafakasına ilişkin hüküm Medeni Kanun’un 175. maddesinde. Boşanma nedeniyle yoksulluğa düşen tarafın talep edebileceği yoksulluk nafakası özel olarak kadınlara tanınmış bir hak değil, erkek için de şartları sağlaması koşuluyla yoksulluk nafakasına hükmedilebilir. Ortalama yoksulluk nafakası bedeli ise 2020 itibariyle 370 TL

Toplumun geneli sözleşmeden çekilmeyi mi talep ediyor?

Konda’nın Ağustos 2020’de yayınladığı, toplumun İstanbul Sözleşmesi’ne bakışına odaklanan araştırma incelendiğinde, çoğunluğun böyle bir talebi olmadığı görülebiliyor. Rapora göre Türkiye’nin sözleşmeden çıkması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 7 iken, yüzde 36 ise sözleşmede kalınması gerektiğinden yana. Yüzde 58 ise konu hakkında fikri olmadığını belirtmiş. Sözleşmeden çıkılması gerektiğini düşünen erkeklerin oranı yüzde 10 iken, aynı gruptaki kadınların oranının yüzde 4 olduğu görülüyor. Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise katılımcıların yüzde 62’sinin sözleşmenin içeriğine dair bir bilgi sahibi olmadığını beyan etmesi. Ev kadınlarının toplamda yüzde 21’i konu hakkında bilgi sahibiyken, lise altı eğitimli ev kadınlarında bu oran yüzde 16’da kalıyor. 

Sözleşme erkekleri evden uzaklaştırıp ailelerin dağılmasına mı neden oluyor?

Sözleşme taraf devletlere kadınların, başta yaşama hakkı olmak üzere, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olması gereken temel hak ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü getiriyor. Bu hakların ihlal edilmesinin suç olduğunu ve bu suçun, aile kurumuna atfedilen önemle, toplumsal değerlerle veya namus söylemleriyle mazur görülmemesi gerektiğini, şiddetin her şeklinin her durumda engellenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Erkekler değil, şiddet uygulayan erkekler, ev içindeki diğer bireylerin güvenlikleri göz ardı edilemeyeceği için, gerekli görülmesi durumunda evden uzaklaştırılıyor.

İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı  kararıyla yürürlükten kalktı mı?

Hukukçular uluslararası bir sözleşmeden Cumhurbaşkanı kararı ile çekilmenin  mümkün olmadığı konusunda hemfikir. Bir kanun koymak, kanunu değiştirmek veya kaldırmak gibi işlemleri yapmak, aslında yasama organının, yani TBMM’nin görevi. TBMM onayıyla yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nden de usulde paralellik ilkesi gereği yine meclis kararı ile çıkılabileceği söyleniyor. İşlemin kazanılmış haklar için geçerli geriye götürülemezlik ilkesine aykırı olacağı da hatırlatılıyor. 

Taraf devletler elbette uluslararası sözleşmelerden çıkabilir. Ancak bu sözleşmenin  kararın alındığı gün yürürlükten kalkması söz konusu değil. Sözleşmenin 80. maddesi, sözleşmenin o ülke için hukuki bağlayacılığının ortadan kalkması için, çekilme  bildiriminin Avrupa Konseyi’ne ulaşmasının ardından üç ay geçmesi gerektiğini söylüyor. Yani Türkiye’nin sözleşmeden resmi olarak çekileceği tarih 1 Temmuz 2021 ve sözleşme halen yürürlükte. 

Sözleşme kapsamında atılan en temel adımlardan biri olan 6284 sayılı Ai̇leni̇n Korunması ve Kadına Karşı Şi̇ddeti̇n Önlenmesi̇ne Dai̇r Kanun da yürürlükte. Bu kanunun değişmesi için de ilgili yasa teklifinin meclisten geçmesi ve kanunlaşması gerekiyor. Kadın hakları örgütleri, hem sözleşmeden çıkılması, hem de bu kanunda yapılacak olası bir değişiklikle elde edilen haklardan olunmasının ev işi şiddeti körüklemesi konusunda endişeli.   

İmzacı 46 ülkeden hiçbiri anlaşmayı yürürlüğe sokamadı mı?

46 imzacı ülkeden 33’ünde anlaşma yürürlükte. (Türkiye 1 Temmuz itibariyle anlaşmadan çıktı, Lihtenştayn’da 1 Ekim’de yürürlüğe girecek. Linkteki sayı o yüzden 35)

Britanya, Ukrayna ve Bulgaristan’ın aralarında olduğu 11 ülkede sözleşme parlamentodan neden geçmedi? Polonya neden sözleşmeden çekiliyor?

11 ülkenin sözleşmeyi imzaladığı ancak onaylamadığı doğru. Muhafazakar hükümetler tarafından yönetilen, demokrasi, insan hakları ve eşitlik anlamında tartışmalı politikalara sahip olduğu bilinen ülkeler sözleşmeyi yürürlüğe koymadı. Britanya’da ise hükümet sözleşmenin bazı düzenlemelerinin henüz iç hukuka aktarılmadığını ve bu sürecin tamamlanmasının ardından onaylanacağını söylüyor. Polonya’da sözleşme radikal muhafazakar grupların baskıları sonrası tartışma konusu haline geldi. Çekilme kararı veren hükümetin gerekçeleri ise sözleşmenin geleneksel aile yapısını bozmayı amaçladığı ve eşcinselliği özendirdiği iddiası. 

Almanya, Yunanistan, İsveç, Fransa, Danimarka sözleşmeye neden çekince koydu?

Sözleşmeyi bazı maddelere çekince koyarak yürürlüğe koyan 21 ülke var. Ancak çekince konulan maddeleri ve çekincenin amacını incelemekte de fayda var. 

Almanya, göç ve iltica kapsamındaki mağdurların oturma izinleriyle ilgili düzenlemeyi yapan 59. maddeye iç hukukunda ayrı bir düzenleme barındırdığı gerekçesiyle; Yunanistan ve Fransa, yargı yetkisi ile ilgili 44. maddenin bazı kısımlarına; İsveç, zamanaşımını düzenleyen 58. madde ile yargı yetkisine dair 44. maddenin bazı kısımlarına çekince koydu. Danimarka, 34. maddedeki davranışlar için cezai yaptırımlar yerine cezai olmayan yaptırımlar uygulama hakkını saklı tuttuğunu ve yargı yetkisi ile ilgili 44. maddenin bazı kısımlarına çekince koyduğunu belirtti. 

Çekince gerekçesinde toplumsal cinsiyet kavramına yer veren tek ülke olan Hırvatistan, spesifik bir maddeye çekince koymaksızın sözleşme hükümlerinin, cinsiyet ideolojisini Hırvat hukuk ve eğitim sistemine sokma yükümlülüğü veya evliliğin anayasal tanımını değiştirme yükümlülüğü içermediğini düşündüğü belirtmiş. Sözleşmenin 78. maddesi çekince koyulabilecek hususları ve koşulları düzenliyor. Çekince ancak yasama yetkisi, yaptırım türleri ve yaptırım boyutları gibi konularda konulabiliyor. 

Güncelleme: 01/07/2021

İmzacı ülkeler ve çekince sebepleri hakkındaki 3 soru eklendi


Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2019 Yıllık Raporu
31/12/2019
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU
17/07/2017
, Anıtsayaç
13/08/2020
tümünü göster
teyitdosyaside