Pandemi ve savaşın etkisiyle gıda fiyatlarında ve bağlantılı olarak gıdaya erişimde kısa ve uzun vadeli farklı küresel etkilerin önemi yadsınamaz.
Fakat Türkiye’deki bugünkü olumsuz neticenin özellikle AK Parti hükümetiyle birlikte daha dışa bağımlı ve makro ekonomideki politikanın sonucu olduğu söyleniyor. İktidarın karşı argümanı ise bugün yaşananların tamamen küresel etkilerden kaynaklandığı.
Bu bölümde önce market sepetlerindeki bir yıllık değişim üzerinden Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışı anlamaya çalışacak, ardından Türkiye’nin tarım ve gıdada yaşadığı tarihsel dönüşümü izleyerek dışa bağımlılık söyleminin temellerini yoklamayı deneyeceğiz.
Market sepetinin bir yıllık serüveni
Teyit, fiyat artışlarını anlamlandırmak için, 12 Ocak 2021’den bu yana güncellemeye devam ettiği bir market listesi tutuyor. Bu listede iki sanal markete ait fiyatlar var. Bu fiyat listesi, bir yıl içindeki değişimi görmek için önemli.
2021 yılının başından Haziran ayına kadar marketteki gıda fiyatlarının seyri stabildi. Bir kilogramlık çayın fiyatı Ocak 2021’de 33 lira 50 kuruştan, Haziran 2021’de 34 lira 90 kuruşa yükselmişti. Ancak 2022 yılının başından bu yana bazı gıdalarda yüzde 100’ü geçen artışlar gördük. Son olarak 16 Mayıs 2022’de Çaykur, çaya yüzde 43,7 zam yaptığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fiyat artışlarını frenleyebilmek için temel gıdada KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e indireceklerini açıklamıştı. 13 Şubat 2022’de Resmi Gazete’de yayınlanan karar, 14 Şubat’ta uygulanmaya başlamıştı.
Teyit’in derlediği market fiyatları listesine göre, süt ve ayçiçek yağının KDV indiriminin açıklamasından bir gün sonra fiyatı düşmüş. Ancak Mart ayından sonra KDV indiriminden önceki fiyatların bile üstüne çıkmış. Bu durum diğer temel gıda ürünlerinde de benzer.
Tabloda un, çay, süt, yoğurt gibi temel gıda ürünleri var. Bu marketteki sepette artış oranı en fazla olan ürün yüzde 161,74'le süt. Sütü, yoğurt, kıyma ve çay takip ediyor. Bir litre süt, 2 Haziran 2021’de 7,45 TL iken, 2 Haziran 2022’de 19,50’den satılıyor. Yumurta ve un gibi gıdalardaki artış da yüzde 100'e yakın.
Benzer bir market sepetini Şok Market’in internet sitesinden de hazırladık. Bu sepette artış oranı en fazla olan ürünse yüzde 182,58’le un. Unu, kıyma, yoğurt ve yumurta takip ediyor.
Fiyatlara dair ayrıntılı kayıtlara linkten ulaşabilirsiniz.
Britanya'da da makarna fiyatları bir yılda yüzde 50'ye yakın, kıyma ise yüzde 16 artmış. Fakat bu rakamlar, hala Türkiye'deki artışlarla kıyaslanabilir seviyede değil.
Fiyat artışlarına etki edenler: Artan döviz kuruyla şişen maliyetler
Market sepetini doldurduğumuz bu ürünlerin fiyatları, üretimdeki maliyetlerden doğrudan etkileniyor. Maliyetler de kurdan. Döviz kuru gıda ithalatının da seyrini değiştirip arzı daraltıyor. İklim kaynaklı kuraklık da cabası.
Teyit’in ulaştığı Antalya’da çiftçilik yapan Ali Emsem, maliyetlerinde geçen yıla göre yüzde 300’e yakın artış olduğunu söylüyor. Emsem’e göre gübre, tarım ilacı, mazot, işçi maliyeti derken artık geçimini salt tarımdan sağlayan biri için hayatta kalmak artık çok zor.
Hayvancılık maliyetlerinin yüzde 60’ından fazlasını oluşturan yem fiyatları, üretimi en fazla etkileyen kalemlerden biri. Türkiye’de hayvancılıkta yıllık 26,5 milyon ton karma yem üretiliyor ve bu üretimin yüzde 50’sinden fazlası ithal hammaddeye dayalı. 3 Haziran 2021’de dolar kuru 8,63 seviyesindeydi. 3 Haziran 2022’ye geldiğimizde dolar 16,49 seviyesinde. Bu, yüzde 91,07’lik bir artış anlamına geliyor. Haliyle yaşanan kur farkından dolayı yem fiyatları sürekli artıyor.
Hayvancılık maliyetleri, haliyle et ve süt ürünlerinin fiyatlarını etkiliyor. Süt üreticileri ürününden zarar ettiği için, zaman zaman dişi büyükbaş hayvanlarını kesmek zorunda kalıyor.
Hayvancılıkla geçimini sağlayan Ali Ç. ve oğlu Eylül 2021’den beri yem, mazot ve gübre fiyatlarının çok arttığını, Tarım Kredi Kooperatifi’nden aldıkları yemin çuvalının 300 liraya vardığını, üstelik 100 koyun 15 sığıra aldıkları yemin iki gün yettiğini söylüyor. Ali Ç.’ye göre aldığı pahalı, sattığı ucuz.
Tahıl, sebze meyve, et ve süt ürünlerinin tamamı için çiftçinin en çok etkilendiği maliyetlerden bir diğeri mazot. Son bir yılda çiftçinin tarlada kullandığı mazotun litresi 6 liradan, 26 liraya kadar çıktı. Çiftçilere mazotta ÖTV indirimi uygulansa da, çiftçi ekim yapamadığını söylüyor.
Çiftçi Emsem, mazot fiyatlarına bakamadıklarını söylüyor. 50 litrelik bir traktör deposu, bin liradan aşağı dolmuyor. Zorlu bir işte depo, yedi sekiz saat sonra boşalıyor.
Ekim için kullanılan bir başka maliyet kalemi, gübre. Tarım ve Orman Bakanlığı bir süredir ülkenin yıllık gübre üretimi, tüketimi, fiyatları ve ithalat oranını paylaşmıyor. Ancak TÜİK verileri çiftçinin yaşadığı zorluğu gösteriyor. Şubat 2022’ye ait verilere göre, tarımsal girdi fiyat endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 80,99 artmış. Yıllık artışın en yüksek olduğu grup yüzde 138,11’le gübre ve toprak geliştiriciler. Ardından yüzde 121,77’yle enerji ve yağlar yer alıyor. Hayvan yemi ve tarımsal ilaçlar da yüzde 80’in üzerinde artmış.
Çiftçilere göre bu artış gerçekte daha fazla. Ali Emsem, geçen yıl 200 liraya aldığı bir çuval gübrenin fiyatının bu yıl 700 liraya kadar çıktığını söylüyor.
Nitekim TÜİK’in Nisan ayı verilerine göre, tarım ürünleri üretici fiyat endeksi yıllık yüzde 118,53 arttı. En fazla artışlardan biri yüzde 135,01’le tahıl ve yağlı tohumlarda yaşandı.
Yani gıda ve tarımda Türkiye’nin son dönemini etkileyen en önemli mesele girdi maliyetleri. Hem çiftçilik hem hayvancılık yapanlar için dertler ortak. Döviz arttıkça, mazot, yem, gübre ve tarım ilaçlarının fiyatları bir bir artıyor.
2002’den 2022’ye tarım ve gıdada dışa bağımlılıkta neler değişti?
Görüldüğü gibi maliyetlerin yükselmesinde Türk Lirası’nın dolar karşısındaki değer kaybı belirleyici gibi duruyor. Peki AK Parti iktidarıyla birlikte tarım ve gıdada dışa bağımlılıkta neler değişti?
19. yüzyıla gelene dek, Osmanlı Batıdan farklı olarak bazı ürünlere ya ihracat yasağı getirmiş ya da yüksek gümrük vergileri uygulamıştı. İthalat serbestti. 1878-1913 yılları arasında Osmanlı her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştı. Ancak Osmanlı batıda tarımsal ihracat da yapıyordu.
I. Dünya Savaşı’na kadar ithalatın ihracattan hızlı artması dış ticaret açığının büyümesine sebep oldu. 1920’li yıllara gelindiğinde Osmanlı ekonomisi, Avrupa’ya göre geri kalmıştı. Bu dönemde tarım, Osmanlı’nın dış ticaret gelirlerinin yüzde 83’ünü oluşturuyordu. (sf. 6)
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da Türkiye dışa bağımlı bir ekonomik yapıya sahipti. (sf. 61) Türkiye 1914’te 3 milyon 788 bin ton buğday üretirken bu miktar 1922’de 2 milyon 42 bin tona gerilemiş. Bu gerilemede yaşanan savaşların, zarar gören toprakların ve nüfus kaybının etkisi büyüktü. Türkiye’nin buğday ithalatçısı durumu 1930’lu yıllara kadar sürdü.
Sonrasında tarımda makineleşme, demiryolu ağının genişlemesi, çiftçi kredilerindeki artışlar ve iklim şartlarının da uygunluğuyla buğday üretimi nüfusun ihtiyacını karşılar hale geldi. 1930-1931 yıllarında, bir önceki döneme kıyasla yaklaşık 500 bin ton üretim artışıyla, buğdayda ilk kez arz fazlası oluştu. (sf. 21)
II. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle 1945 yılında tarımsal üretim, 1939 seviyesinin yüzde 60’ı kadar düştü. (sf. 7) 1950’li yıllarda buğday, arpa, mısır gibi ürünlerin üretimi artsa da, sonraki yıllar içinde tarımın GSYİH’deki payı ve tarımsal istihdamın payı giderek geriledi.
2002’ye gelindiğinde tarımın GSYİH’deki payı 13,8’e kadar inmişti. Tarımsal istihdamın payı da azaldı. Tarımda makineleşmenin artması ile hizmet ve sanayi sektörlerinin daha hızlı büyümesi, bu oranın gerilemesine neden olmuş.
Yani Türkiye’nin dönem dönem ve kısmen gıdada dışa bağımlı olduğu söylenebilir.
Teyit'in ulaştığı tarım ve gıda yazarı Ali Ekber Yıldırım, çiftçinin yaşadığı zorluklarla gıda fiyatlarının döviz kuruna karşı duyarlılığının ardında AK Parti iktidarından çok öncesine dayanan yapısal bir değişimin yattığını söylüyor.
Genel tabloyu anlayabilmek için önce toplam tarım alanlarına bakalım. AK Parti iktidarına atfedilen iddialardan biri, ekim alanların azaldığı, tarım alanlarının inşaat ve madene terk edildiği konusu. TÜİK verilerine göre, 2001’den 2022’ye toplam tarım alanı gerçekten de yüzde 7 düşmüş. Ekilen alandaki düşüş ise yüzde 10 seviyelerinde. Nüfus ise bu yıllar arasında 20 milyondan fazla artmış. 2002 yılında Türkiye’nin nüfusu 65 milyondan fazlaydı. 2021’e gelindiğinde nüfus 85 milyona yaklaştı.
Ancak tarım alanlarının azalması, ille tarımsal üretimin azalması anlamına gelmek zorunda değil. Verim nüfus artışını da karşılayacak şekilde artıyorsa, bir arz sorunu oluşmayabilir.
Bazı örneklere bakalım. Türkiye’de özellikle arpa, mısır, buğday gibi tarım ürünlerinde üretim son 20 yılda nüfusa oranla sabit kalmış.
Aynı dönemde buğday, arpa, mısır ve ayçiçeği için üretim stabile yakın kalsa da, verim artmış.
Yani verimdeki ve toplam üretimdeki artış, nüfus artışını tam anlamıyla karşılamamış denebilir. Bu da ithalatı kaçınılmaz hale getiriyor.
Diğer yandan tarımsal arzı, dış ticaret dengesi de belirliyor. 2000 yılından bu yana buğday ithalat ve ihracatı bir süre benzer hızla artsa da, 2019-2020 döneminde buğday ithalatında gözle görülür bir artış var. Buğday ihracatı ise stabil ilerliyor.
İthal edilen her bin ton buğday da, döviz artışından etkileniyor. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye 2002’de buğdaya 150 milyon dolar öderken, 2019’da buğdaya ödenen miktar 2,4 milyar doları buldu.
Türkiye’nin tarihsel olarak dönem dönem dışa bağımlı olduğu bir gerçek. Fakat son yıllarda yaşanan en önemli sorun, küresel etkilerin Türkiye’de daha şiddetli hissedilmesi. Enflasyon tüm ülkelerde yükseliyor, fakat Türkiye’de diğer ülkelerle kıyaslanamayacak düzeyde. Girdi maliyetlerindeki her kalemin bir bir artması, dövizdeki değişkenlik, tarımın salt bir geçim kaynağı olmasından çıkıyor. Haliyle de market sepeti eskisi kadar kolay dolmuyor.
Gıdayla sınanmak…
Türkiye ve dünya nüfusu her geçen gün artıyor. Artan nüfus tüketilen gıdanın artması demek. Fakat iklim değişikliği, sürdürülebilirlikten uzak tarım politikaları, yani konvansiyonel tarımın neden olduğu ekolojik yıkım, küreselleşmeye bağlılık ve üste de sıcak çatışmalar nedeniyle ciddi bir gıda güvensizliği ya da gıda adaletsizliği sorunu yaşanıyor.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, gıda güvensizliği orta ve şiddetli düzeydeyken endişe verici. Orta derecede gıda güvencesi olmayan kişilerin gıdaya erişimleri belirsizken, şiddetli gıda güvencesi açlıkla karşı karşıya kalmak demek. Bu grupta yer alan kişiler, en kolay bulunabilen ve en ucuz ürünleri tercih etmek zorunda kalabiliyor, bu da besleyeciliğin düştüğü anlamına geliyor. Aslında obezite ve diğer yetersiz beslenme biçimlerindeki artış, kısmen tüm bu sorunların bir sonucu.
Avrupa Obezite Raporu’na göre, Türkiye, Avrupa bölgesinde aşırı kilo sorununun en yaygın olduğu ülke. Rapora göre Türkiye'de yetişkin nüfusun yüzde 66,8'i aşırı kilolu. Obez olarak nitelendirilenlerin oranı ise yüzde 32,1.
Gıda güvensizliği ve gıdaya erişememe halinden en fazla etkilenenler arasında çocuklar yer alıyor. UNICEF raporuna göre, dünyada yaklaşık 385 milyon çocuk, yani tüm çocukların yüzde 19,5'i aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Bu durum günde, 1,90 dolardan daha az gelirle yaşadıkları anlamına geliyor. Rapora göre, Ermenistan, Romanya, Sırbistan ve Türkiye aşırı çocuk yoksulluğunun yaşandığı yerler arasında.
UNICEF’e göre, şiddetli israf (severe wasting) olarak bilinen kavram, çocukların hayatta kalmasına yönelik en büyük tehditlerden biri. Beş yaşın altındaki çocuklar arasında yaklaşık beş ölümden biri gıda eksikliğinden ve çocuğun bağışıklığını tehlikeye atan hastalıklardan kaynaklanıyor. Bu hastalıkların tekrarı da gıda eksikliğine bağlı ilerliyor.
Yani artan gıda fiyatları, tek başına enflasyon, makro ekonomik bozukluklar ya da çatışmalar gibi kısa vadeli etkilerle açıklanabilir durumda değil. Gıda ve tarımda uzun zamandır biriken ve giderek büyüyen bir sürdürülebilirlik ve adalet sorunu da var.
Bu nedenle uzun vadede, dünyada ve Türkiye’de fazlaca bir kesim açlıkla ya da niteliksiz beslenmeyle sınanıyor. Yalnız fiyatlarla değil.