Büyüteç: Hukuki bir metin kadın cinayetlerinin seyrini nasıl etkileyebilir?

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı aldığı Mart 2021’de 49 kadın öldürüldü, bu aylık bazda rekor idi. İçişleri Bakanı Soylu, 19 Mart - 22 Nisan arasına odaklanırken, bu rekoru ıskalamış görünüyor.


30/04/2021 11:18 14 dk okuma

Bu içerik 2 yıldan daha eski tarihlidir.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 22 Nisan 2021 tarihli Twitter paylaşımında İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğu 13 Şubat - 19 Mart tarihleri arasında 34 kadının, sözleşme yürürlükten kaldırıldıktan sonraki 19 Mart ila 22 Nisan tarihlerinde ise 25 kadının öldürüldüğünü belirtti. 

Soylu bu verileri kullanarak, sözleşmenin yürürlükten kalkmasının, kadın cinayetlerini yüzde 26 azalttığını söylüyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü de aynı istatistikleri benzer bir paylaşımla duyurdu.

soylu tweet

İstatistiki veriler kimi zaman yanıltıcı olabiliyor. Soylu’nun kadın cinayetlerine ilişkin daha önce yaptığı bir diğer karşılaştırmada doğrulama yanlılığının yanı sıra, veri okuryazarlığı eksikliğinin nasıl bir soruna neden olduğunu paylaşmıştık. Bu vakada da benzer bir sorun ortaya çıkmış olabilir mi? İnceleyelim.

Bakanlık verilerine alternatif: Anıt Sayaç

Öncelikle Soylu’nun belirttiği istatistiklere açık kaynaklardan erişmenin mümkün olmadığını belirtmek gerek. Ancak toplumsal cinsiyet kaynaklı kadına yönelik şiddet sonucunda öldürülen isimleri kayıt altına alan Anıt Sayaç, bakanlık verilerine güçlü bir alternatif olarak değerlendirilebilir. 

Kadın cinayetleri farkındalığı yaratmak amacıyla geliştirilen Anıt Sayaç, 2013 yılından bu yana Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile birlikte çalışıyor. Platform kayıtları medyada yer alan haberleri tarayarak derliyor. Yani platform açık kaynaklara dayanıyor.

Bu bir dezavantaj da. Medyaya yansımayan birçok cinayet sayaçta yer bulamıyor. Ancak Anıt Sayaç’taki istatistiklerin en azından, belirli bir zaman diliminde işlenen minimum kadın cinayeti sayısını anlattığını varsayabiliriz. 

İçişleri Bakanlığı verileri de şüphesiz medyaya yansımayan bazı vakaları içeriyor olabilir. Ancak verilerin neyi içerdiğini veya toplumsal cinsiyet temelli kadın cinayetlerinin kayıtları tutulurken nasıl bir tanımın baz alındığını açık kaynaklardan tespit edemiyoruz. Bu bakımdan “Soylu’nun sunduğu verilerin birebir karşılığı Anıt Sayaç’ta bulunur” diyemeyiz. Ancak Soylu’nun istatistikleri sunarken benimsediği tezi sorgulamak için Anıt Sayaç verilerinden yararlanmak makul bir yaklaşım olacaktır. 

Ana tez, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasının ardından kadın cinayetlerinin düştüğü. Bu tez ise beraberinde şu soruları getiriyor:

  • Temelde sözleşmeden çekilme kararının bir ay öncesi ile bir ay sonrasını baz alan böylesi bir karşılaştırmadan herhangi bir çıkarım yapabilmek için sunulan veri yeterli mi?
  • Sözleşmeden çekilme kararı kadın cinayetlerini nasıl düşürmüş olabilir? Sözleşme ile cinayetlerdeki sayısal düşüş arasında nasıl bir nedensellik kurulabilir?
  • Bir sözleşmenin varlığı veya yokluğu cinayet işleme motivasyonunu ne ölçüde etkileyebilir?

Kadın cinayetlerinde nasıl bir eğilim söz konusu?

Anıt Sayaç, kadın cinayetlerine ilişkin bir dizi veri sunuyor olsa da, platform üzerinden bu verileri bütüncül olarak çekmek mümkün değil. Bu nedenle sitedeki verilerin scrape edilmesi, yani Python yardımıyla veya Octoparse, Grespr ya da WebScraper.io gibi bir araç aracılığıyla verilerin bir Excel veya CSV dosyasına alınması, düzenlenmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. Bu işlemin detaylarına bu yazıda girmeyeceğiz.

Verileri bir araya getirdiğimizde Tableau marifetiyle şöyle bir tablo çıkıyor:

soylu buyutec grafik1

Anıt Sayaç verilerine göre Ocak 2008’den bu yana 22 Nisan 2021 itibariyle toplam 3474 kadın, toplumsal cinsiyet temelli şiddet sonucu yaşamını yitirmiş. Verilere baktığımızda sisteme eklenen son kaydın 13 Nisan 2021’den olduğunu görüyoruz. 

Bu iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya Anıt Sayaç verileri belirli periyotlarla güncelleniyor ve 13-22 Nisan arası verileri henüz sisteme girilmedi ya da 13-22 Nisan arasında herhangi bir kadın cinayeti medyada yer almadı. İlk seçeneğin daha muhtemel olduğunu düşünüyoruz.

2008’den bu yana ay bazında toplam kadın cinayetlerinde yıl içinde dalgalanma olduğu görülüyor olsa da, genel eğilimin olumsuz olduğu, kadın cinayetlerinin bütüncül olarak arttığı grafikten anlaşılabiliyor. 

Şöyle bir tez öne sürmek de mümkün: Kadın cinayetlerini önlemek için 2008 yılından bu yana artan sivil çabalar, medyanın bu cinayetleri daha fazla görmeye başlamalarına neden olmuş olabilir. Yani eldeki verilere bakarak, “geçmişte kadın cinayetleri azdı, bugün şu kadar arttı” demek de doğru olmayabilir.

Öte yandan elimizdeki veri yıl içindeki değişimler veya kısa periyotlarda yaşanan artış ve azalışlara ilişkin bir raporda daha sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilir. Misal 2010 ila 2020 yıllarında bir karşılaştırmada, medyanın kadın cinayetlerine ilişkin reflekslerindeki değişim epey önemli etken olabilir. Ama Ocak 2020 ile Mart 2020 verileri arasındaki bir karşılaştırmada, bu etki ortadan kalkabilir. Haber reflekslerindeki farklılaşmalar genellikle anlık veya kısa dönemde gelişen değişimler değillerdir.

Verileri kısa dönemli okumak

Verileri kısa periyotlara ayırarak okumak aslında şu demek: 2008’den bu yana her yılı kendi içinde değerlendirmek. Veriler bu şekilde değerlendirildiğinde aydan aya farklılaşan, zaman zaman artan, zaman zamansa azalan bir eğilim gözlemliyoruz. Bu neredeyse her yıl için geçerli. Sabit bir eğilim, sürekli bir artış veya azalışın gözlemlendiği herhangi bir yıl yok.

soylu buyutec grafik2

Cinayetlerin işlendiği aylara baktığımızda da net bir eğilim göremiyoruz. 2008’den bu yana işlenen 3 bin 474 kadın cinayetinin 343’ü Eylül aylarında işlenmiş. Öte yandan bu bir tesadüf de olabilir. Peki bir istatistikteki artış veya azalışın tesadüf olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? 

Soylu’nun dile getirdiği iddiaya odaklanabilmek için ilgili zaman dilimine biraz daha yakından bakalım.

soylu buyutec grafik3

Ocak 2020’den Anıt Sayaç’a kaydedilen son verinin tarihi olan 13 Nisan’a değin kadın cinayetlerinde de dalgalanma göze çarpıyor. Nisan 2021 verisinin henüz tamamlanmadığını anımsayarak, grafik bize ne söylüyor olabilir? Mart 2020’den Haziran 2020’ye kademeli olarak yükselen, ardındaki birkaç ay boyunca inişe geçen ve zaman içinde Mart 2021’de zirveyi gören bu eğilimin, her bir anının nedenine dair genelleyici bir çıkarım yapılabilir mi? Cinayet gibi farklı motivasyonlarla gerçekleştirilen ve radikal bir eylem, kişinin kendi motivasyonu dışında gelişen olgularla ne denli bağlantılı olabilir? Bu sorular için salt veriden fazlasına ihtiyaç olsa da, biz veri ile yapabileceklerimize odaklanalım.

soylu buyutec grafik4Bakan Soylu’nun iddiasına dönersek öncelikli olarak söylenebilecek şey şu: 

Bir değişimin etkilerinin gözlemlenebilmesi için uzun döneme yayılmış veriye ihtiyaç var. Yani İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yalnız bir ay öncesi ve sonrasını baz alan bir mukayese ile varılacak sonuç anlamlı olmayacaktır. 

Sözleşmenin net etkisini ortaya koyabilmek için çekilme kararının etkileri izlenmeli ve en önemlisi sözleşmenin nasıl bir etkisi olabileceğine dair bir nedensellik hikayesi aktarılmalı. Yani önümüzdeki aylarda kadın cinayetleri sayısında anlamlı bir düşüş görülürse, hemen ardından sormamız gereken soru şu: Sözleşmeden çekilme kararı kadın cinayetlerini neden ve nasıl düşürmüş olabilir? Buradaki bağlantıya dair makul ve akla yatkın bir açıklama, güçlü bir teori kurulabilir mi?

Sözleşmeden çekilme kararı, kadın cinayetleri motivasyonlarını farklı şekillerde etkilemiş olabilir. Burada üç farklı senaryoya bakacağız. Üçünün de yaşamda karşılığı olabileceği gibi, birinin diğerinden daha olası olması da mümkün. Mühim olan şunu fark edebilmek: Sosyal bir olguya dair hukuki bir değişimin pratiğe yansımaları, her zaman beklenen şekilde olamaz, gerçek hayat çoğu zaman çok daha karmaşık şartlar altında gelişir; bir cinayet için de birden fazla şart bir araya gelmiş olmalı. 

Senaryo 1: Kadın haklarındaki gelişme kadın cinayetlerinde artışa sebep olabilir mi?

Sosyal değişim, bireylerin hak ve özgürlüklerinin bilincine varmasıyla atbaşı gelişiyor. Kadının özgürleşmesi ve hak taleplerinin genişlemesi hukuki düzlemde İstanbul Sözleşmesi gibi metinlerin kaleme alınmasıyla pekişiyor.

Bu ortamda hane içinde sürekli şiddete maruz kalan, aşağılanan bir kadını düşünün. Haklarının farkına varan, sesi daha gür çıkan kadının kötü bir evliliği bitirmek istemesi hayli olası. Kadın cinayetlerinin önemli bir kısmı hak talep eden kadınların eşleri veya başka aile bireyleri tarafından katledilmeleri sonucu gelişen vakalar. 

Anıt Sayaç tarafından sunulan veriler arasında kadın cinayetine giden süreçte yaşananlara dair bazı bilgiler de bulunuyor. Vakaların üçte birine yakınında cinayetin işlenme nedeni tespit edilememiş olsa da tespit edilebilenler arasında ilk beşte şunlar yer alıyor:

  1. Tartışma
  2. Kıskançlık
  3. Boşanma talebi
  4. Reddedilme
  5. Boşanma

“Boşanma talebi” ve “boşanma” nedenleri bir araya getirildiğindeyse boşanma ile bağlantılı kadın cinayetleri, kadın cinayetlerine giden süreçte “tartışma”dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Kaldı ki kadının eşiyle “tartışabilmesinin” de görece yeni bir fenomen olduğu öne sürülebilir. 

İstanbul Sözleşmesi şüphesiz bir farkındalık yaratıyor, kadınların kendi haklarının bilincine varmalarına giden yolda bir adım oluyordu. Yani bir hipotez olarak kadın haklarındaki gelişmenin kadınların güçlenmesine sebep olduğu, bunun yerleşik düzeni tehdit eden yanının şiddeti körüklediğini düşünmek mümkün.

Bu tezde karar vericilerin sorması gereken kritik soru şu: Toplumsal gelişmeden azade yaşayıp kadının baskılanmasına, kadının kendi haklarının farkında olmadan yaşamasına göz mü yummalı? Yoksa hak ve özgürlüklerde en ileri adımları atıp, onu partner şiddetinden koruyacak bir düzen mi inşa etmeli?

Senaryo 2: Sözleşmeden çekilme tartışmaları veya alınan karar şiddete oksijen taşıyor olabilir mi?

Erkek egemen bir dünyada yaşadığımız bir gerçek. Dünyayı toplumsal cinsiyet açısından daha eşitlikçi, daha adil bir yer haline getirmek için uluslararası alanda birçok aktör tarafından sarf edilen onlarca pratik var. İstanbul Sözleşmesi de bu eşitsizliği hukuk ve adalet alanında kırmak, toplumsal cinsiyet temelli kadın cinayetlerinin önüne geçmek için atılmış somut bir adımdı. Sözleşme sembolik bir anlam da taşıyor, kadın cinayetlerinin önüne geçmek için devletlerin bir irade ortaya koyduğunu söylüyordu. 

Anıt Sayaç verilerine göre Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı aldığı Mart 2021’de 49 kadın öldürüldü. Bu, platform tarafından aylık bazda kaydedilen tüm zamanların en yüksek kadın cinayeti sayısı. Soylu’nun bu çalışmaya konu olan gönderisinde 13 Şubat - 19 Mart tarihleri arasında 34, 19 Mart - 22 Nisan tarihleri arasında 25 kadının öldürüldüğü belirtilmişti. Ancak Anıt Sayaç verilerinden anlaşılan o ki Soylu daha önceki zaman dilimlerini görmezden gelmiş. 

Anıt Sayaç verilerine göre ise 13 Şubat - 19 Mart tarihleri arasında 49, 20 Mart - 13 Nisan arasında ise 34 kadın cinayeti işlenmiş. 13 - 22 Nisan tarihleri arası için ise Anıt Sayaç’ta henüz herhangi bir kayıt bulunmadığını belirtmiştik. Tahminimiz henüz Anıt Sayaç’ın bu tarihler için güncellememiş olduğuysa da diyelim ki o tarihler arasında hiç cinayet işlenmemiş olsun. Önceki döneme nazaran yaşanan bu kısıtlı azalmayı sadece birer aylık dönemlere odaklanarak anlamlandırmak makul gözükmüyor. Onun yerine tabloya yukarıdan baktığımızda sözleşmenin tartışma konusu olduğu Mart 2021’in Anıt Sayaç’ta bir zirveye işaret etmesi tedirginlik verici.

2020 yılı içinde de İstanbul Sözleşmesi sıklıkla tartışmalara konu olmuştu. Sözleşme özellikle 2020 yazında çok tartışılmış ve Teyit’in de sıklıkla gündemine gelmişti. Anıt Sayaç verilerine baktığımızda 2020 yazının kadın cinayetleri açısından tüm zamanların en kanlı mevsimi olduğu görülüyor.

soylu buyutec grafik5

Hal böyleyken sözleşmeden çekilme tartışmaları toplumsal cinsiyet temelli kadına yönelik şiddete dolaylı yoldan alan açmış olabilir mi? Devletin kadını koruma ve haklarını güvence altına alma yolunda attığı bir adımdan çekilme yönünde izlediği retoriğin cinayet faillerini yüreklendirmesi, şiddete oksijen taşıması olası mı? Yasal yükümlülüklerin azalabileceğine dair bir emarenin veya buna dair bir sinyalin cinayete teşebbüs etme noktasında erkeğe ek bir motivasyon sağlamış olması mümkün mü? 

İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye kamuoyu için hukuki bir takım cümlelerin bir araya geldiği bir metin olmaktan daha fazlası olduğunu, ardında kadına yönelik şiddete dair bir dizi sembol barındırdığını ve bunun dolaylı yollardan cinayete teşebbüs etme potansiyeli taşıyan bir bireyin motivasyonunu etkileyebileceğini düşünmek çok da sıradışı sayılmaz. Ama yine de bir senaryoyu daha ele almak mümkün.

Senaryo 3: Bir hukuksal metnin cinayetleri artırıp azaltmakta nasıl bir gücü olabilir?

Sözleşme dediğimiz şey kağıda yazılı cümleler bütünü, entelektüel bir efor sonrası elde edilen bir ürün. Onu anlamlandıran, ona güç atfedense bizleriz. Şiddet ve cinayet fenomenleri ise bir ürün değil, bu fenomenler çağlardır bizimle. Türkiye’deki yerleşik ataerkil sistem ve namus kültürü de maalesef çok uzun zamandır aramızda. Bu sistemin bir hukuksal metin ile kökten bir değişikliğe gitmesi mümkün değil. Düşünsel dünyamızda bir reform, eğitim sistemimizde çok köklü bir dönüşüm yaşanmadıkça kadın cinayetlerinde gözle görülür, anlamlı bir azalma yaşanmasını beklemek bir hayli naif olur.

Hukuki metinler, ulusların kaderini etkileyen bildirgeler, büyük hedefler taşıyan sözleşmeler kültürel bir dönüşüm yaşanmadıkça hayatı keskin bir biçimde dönüştürecek nitelikler taşıyamaz. Ancak zamana yayılan adımlar ve toplumlar tarafından benimsenen normların zaman içinde değişimi bir sistem değişimine işaret edebilir. İstanbul Sözleşmesi hiç şüphesiz bir paradigma değişimine dair küçük bir adımdı. Bu adımın bir anda hayatın olağan akışında kültüre içkin hale gelmiş pratiklerin önüne geçeceğini veya aksi yönde bu pratikleri nicel olarak artıracağını beklemek anlamlı değildi. İstanbul Sözleşmesi ve benzeri adımlarla belki de çok uzun dönemde ataerkil yapının kırılmasını ve kadına yönelik şiddetin gözle görülür bir biçimde azalmasını bekleyebiliriz. Kısa dönemde bu sözleşmenin varlığı veya yokluğuna bir anlam yüklemenin kendisi bizi umutsuzluğa sürükleyebilir.

soylu buyutec grafik6

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanmasında öncü bir rol üstlenmişti; imzalayan ve onaylayan ilk ülkeydi. Bunu da büyük bir gururla şu şekilde duyurmuştu: 

soylu buyutec disisleri

Tarihler Ağustos 2014’ü gösterdiğinde sözleşme 10 ülke tarafından onaylanmış ve ardından yürürlüğe girmişti. Ne Kasım 2011 sonrası ne de Ağustos 2014 sonrası birkaç aylık süreçte kadın cinayetlerinde keskin bir artış veya azalış görülüyor. Grafikte bir dalgalanma söz konusu. Bu normal, çünkü bu denli yerleşik bir pratiğin kısa bir zamanda çözülebileceği veya sözleşme kaldırıldığında da bir anda keskin bir değişimin gözlemleneceği beklenemez. 

Bugün Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik bir dizi adım atılsa bu adımların olumlu yansımaları, uzun vadede analiz edilebilecek. Toplumsal dönüşümlerin dünden bugüne yaşanabileceğini beklememek gerek.

Özetle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun iddia ettiği sayılara baktığımızda verileri kaynağa gidip kontrol edemiyoruz ama bakanlık verilerine güçlü bir alternatif olan Anıt Sayaç verileriyle farklı bir yaklaşım ortaya koyabiliyoruz. Bakan Soylu, sözleşmeden çekilme kararının olumlu olduğunu düşündüğü yönlerine dair istatistikler sunadursun, öne sürdüğü iddiaların muhteviyatına baktığımızda bir sosyal bilimci perspektifinin gerekli olduğu görülüyor. Bu perspektiften yoksun açıklamalar kamuoyunu yanıltıcı nitelikte olabiliyor. 

Bu sırada her ne kadar Bakan Soylu İstanbul Sözleşmesinin feshedildiğini belirtiyor olsa da hukuki açıdan durum böyle değil. Fesih kararı ile sözleşmenin feshi arasında bir zaman dilimi bulunuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin 80. maddesinde imzacı ülkelerin fesih kararlarına ilişkin şu ibareler bulunuyor: 

soylu buyutec sozlesme

Avrupa Konseyi’nden insan hakları hukuku Profesörü Jörg Polakiewicz’in de belirttiği gibi sözleşme 1 Temmuz 2021 itibariyle feshedilmiş olacak. Öte yandan Türkiye’de hukuki kaideler ile hayatın akışında izlenen pratikler arasında ciddi farklar olabileceği sıklıkla rastlanılan gelişmeler arasında.

Not: Anıt Sayaç verilerinden derlediğimiz Excel dosyasını sizlerle paylaşmadık. Eğer araştırmanız kapsamında bir araya getirilmiş böylesi bir verisetine ihtiyacınız var ve veri kazıma araçlarına aşina değilseniz Anıt Sayaç’a e-posta gönderip talebinizi iletebilir ve Teyit’in derlediği dosyayı edinmek için [email protected] adresini de CC’ye ekleyebilirsiniz. Anıt Sayaç ekibinin onayının ardından verileri sizlerle paylaşabiliriz. Veri kazıma pratiğinin etik bazı kaygıları beraberinde getirdiğinin bilincindeyiz. Kamu yararının ön planda olduğu bu vakada Anıt Sayaç’ın açık kaynaklardan faydalanarak yaptığı çalışmaları çok değerli bulduğumuzu belirtmeliyiz. Ancak kendilerinin izni olmadıkça derlenmiş verileri kamuoyuna açık bir biçimde direkt olarak sunmanın doğru olmadığı kanısına vardık. İlginiz için teşekkürler!