Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanmasının ardından başlayan gerginliğin, bilgi ekosisteminde de bir karşılığı var.
Üniversitenin “kime ait” olduğundan, rektörlerin nasıl seçildiği ya da atandığına, Bulu’nun tezinin orijinalitesinden, göstericilere müdahale eden polisin tavrının orantısızlığına, hemen her gelişme, hakikati üretme yarışında bir başlık. Kim haklı?
Hakikat sonrası çağın genel bir niteliği olarak, doğrunun üretilebilir ve yeterince vurgulanırsa kabul ettirilebilir bir niteliğe bürünmüş olması, bu çabaların ön kabulü. Ancak bir konuyla ilgili hakikati, geçmişi, bugünü, oyuncularının niteliği, içinde bulunduğu bağlam ve güç ilişkileri iyice tartılarak keşfetmek yine de mümkün olabilir.
Protesto gösterilerindeki 159 kişinin gözaltına alındığı 1 Şubat gecesinden bu yana, Teyit’e incelenmesi için pek çok bildirim ulaştı. Bunların bir özetini yukarıdaki görselde görebilirsiniz. Bu bildirimleri hakkıyla ve yayın ilkelerimize sadık kalarak yanıtlayabilmek için, olayların akışı ve bağlamını da sorgulamamız gerektiğinden, biraz geri giderek başlayalım.
Akademik özerklik Boğaziçi Üniversitesi’nde bir gelenek
Boğaziçi Üniversitesi 1863 yılında Amerikalı Mr. Christopher Rheinlander Robert tarafından kuruldu. Eleştirel düşünce ve akademik özerkliğin merkeze alındığı okul, daha kurulurken şu ilkeleri dikkate almıştı: “Din gözetilmeksizin önyargısızca ve ayrım yapılmadan tüm öğrencilere açık olmak, hiçbir koşulda herhangi bir politik eğilim göstermemek, hiçbir politik düşünceye dahil olmamak.”
Uzun zaman Robert Koleji olarak yoluna devam etti, 1971 yılında devlet üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi ile Robert Koleji olarak ikiye bölündü. O günden beri üniversitede 10 rektör görev yaptı. Bunların hepsi seçimle gelmese de, ikisi hariç tamamı okul bileşenlerinin fikri ve uzlaşısı gözetilerek rektör oldu. Hatta 1992 yılında üniversitelerde rektörlerin seçilmesini sağlayan reformlara da, Boğaziçi öncülük etmişti. Bulu’dan hemen önce atanan Prof. Dr. Mehmed Özkan da ihtilafa sebebiyet vermiş, ancak okulun hocalarından biri olduğundan büyük çatışmalar çıkmamıştı.
İlginizi çekebilir: Çoğu ülkede rektörlerin siyasi otoritelerce atandığı iddiası
Prof. Dr. Aptullah Kuran (1971-1979): Seçildi
Prof. Dr. Semih Tezcan (1979-1982): Seçildi
Prof. Dr. Ergün Toğrol (1982-1992): Sıkıyönetimce atandı
Prof. Dr. Üstün Ergüder (1992-2000): Seçildi
Prof. Dr. Sabih Tansal (2000- 2004): Seçildi
Prof. Dr. Ayşe Soysal (2004- 2008): Seçildi
Prof. Dr. Kadri Özçaldıran (2008- 2012): Seçildi
Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu (2012- 2016): Seçildi
Prof. Dr. Mehmed Özkan (2016-2021): Atandı
Prof. Dr. Melih Bulu (2021-): Atandı
Yani protestoların yine rektörü tepeden atanan herhangi bir okul değil, Boğaziçi’nde görülmesinin, tarihsel bir öyküsü var.
Cumhurbaşkanı bu atamayı, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 13. maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne dayanarak yapıyor. Yani atama kanuni. Ancak iddia edildiği gibi, kanunların değişmesini sağlamanın yegane yolu mecliste çoğunluğu ele geçirmek değil. Siyasete katılım için anayasaca tanımlanmış demokratik yöntemlerden biri de, gösteri ve protesto hakkını kullanmak. Yani göstericiler, anayasaya ya da demokratik teamüllere aykırı davranmıyor.
İlginizi çekebilir: Çoğu ülkede rektörlerin siyasi otoritelerce atandığı iddiası
Türkiye eşcinselliğe hoşgörülü değil
Gösteriler devam ederken, İslam mabedi Kabe ve gökkuşağı bayrağının birlikte resmedildiği anonim bir sanat eseri üzerinden tartışma çıktı. Antidemokratikliği ve üniversite özerkliğine ket vurmasıyla eleştirilen rektörlük seçimleriyle ilgili taleplerler de, cinsiyet kimlikleri ile geleneksel dini değerler arasındaki çatışmaymış gibi yansıtılmaya başlandı.
Bu, kutuplaşmadan yararlanmak isteyenler için kolay bir hamle. Çünkü iddia edilenin aksine, Zeki Müren ya da Bülent Ersoy’un varlığı, Türkiye’yi eşcinselliğe hoşgörülü ülkeler arasında zirveye yerleştirmiyor. Türkiye bölgesindeki 49 ülke içinde LGBTİ bireylere hoşgörüde Azerbaycan'ın peşi sıra sondan ikinci sırada. Türkiye’de yedi kişiden altısı eşcinsel bir komşusu olsun istemiyor.
Sanat eseri gerginliğiyle birlikte sergi organizasyonunda yer alan öğrenciler gözaltına alındı, ikisi de tutuklandı. Başta dini değerlere hakaret olan gözaltı gerekçesi, savcılıkta tutuklamanın da mümkün olduğu “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama”ya döndü.
Ardından LGBTİ hakları alanındaki öğrenci kulüpleri ve STK’ların terör örgütü oldukları iddiaları da yayıldı. Türkiye’nin “terör örgütü” olarak tanıdığı örgütler arasında bu alanda çalışan bir STK olmadığı gibi, dünyada da önceliği LGBTİ hakları olan silahlı bir örgüt yok.
Okulda LGBTİ bireyler ile kendini dindar olarak tanımlayanlar arasında çıkan bu gerginliğin peşine, dindar ya da anti-LGBTİ öğrencilerin fişlemeye maruz kaldığı da iddia edildi.
İddiayı ortaya atan grup BİSAK (Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü). Teyit iddiaları doğrulamak için kulüple iletişime geçti, ancak henüz yanıt alamadı. Bazı haberlerde iddiaya sebep olan paylaşımların Boğaziçi BUDDY isimli kapalı Facebook grubunda yayıldığı belirtilmişti. Grup moderatörlerinden Bahadır Van, ilk paylaşımların Twitter’da yapıldığını, tweetin hemen silindiğini ancak görselin yayıldığını belirtti. Ancak Van’a göre listenin BUDDY grubuyla ilgisi yok, kimin ve hangi amaçla yapıldığı da bilinmiyor. Ancak yanlışlıkla paylaşılmış olma ihtimali de söz konusu. Dokümanın linki paylaşılan klasör de şu anda silinmiş gözüküyor. Bu arada BİSAK, Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasını doğru bulmadığını ve desteklemediğini belirtmişti. Böyle bakınca, rektör atamasına karşı çıkan grupların bu kulübü hedef alan bir liste yapmış olmaları makul görünmese de, bu kutuplaşmanın varabileceği yeri gösteren tersi bir örnek de olabilir.
Üniversitenin geneli atamaya karşı
Protesto gösterileri ile ilgili iddialardan biri de, gösterilere katılanların öğrenci olmadıkları, Boğaziçi öğrencilerinin “muhafazakar ve edepli” öğrenciler oldukları.
1 Şubat günü okulda gerçekleşen gösterilere katılanların büyük bir kısmının okul dışından olması pek mümkün değil, çünkü okula kimliksiz girilemiyor. Ancak üniversitenin 16 binden fazla öğrencisinin tümünün gösterilere bilfiil katıldığı da söylenemez. Okul mevcudunun siyasi oryantasyonunu gösteren güncel bir araştırmaya da ulaşılamıyor. Gösterilere katılmamakla eşleştirilen “edepli” gibi epey subjektif bir sıfatı ölçmekse mümkün değil. Ancak öğrencilerin gösterilerin esas sebebi olan rektör atamasına karşı tutumunu gösteren bir araştırma var.
Ankete katılan çeşitli yaş grupları, bölüm ve enstitüden bin 131 katılımcıdan rektörün Cumhurbaşkanı tarafından atamasını doğru bulanların oranı, ancak yüzde 0,4. YÖK atamasını doğru bulan yüzde 0,4’ü de alırsak, yine de ankete katılanların neredeyse tamamının atama metoduna karşı olduğunu söyleyebiliriz.
“Aşağı bak” “aşağıdan” tartışması
Üniversitede devam eden rektör ataması protestolarında gündemi belirleyen asıl iddia ise, bir polis memuru ve protestoya katılanlardan biri arasında geçen diyalog oldu: “Aşağı bak” ya da “aşağıdan” tartışması.
Tutuklanan öğrencilerin serbest bırakılması talebiyle 1 Şubat tarihinde okul kapısında yapılması planlanan protesto gösterisine doğru yürüyen gruba polis, Etiler Nispetiye Caddesi 92 numara önünde müdahale etti.
17:05’te Yol TV tarafından paylaşılan müdahale görüntülerinin ilk anında, polisin “Terbiyesizler” dediği duyuluyor. Videoda polisler gruba toplu yürümemelerini söylüyor. Bu videonun altyazısında, sivil polisin “Aşağı bak. Aşağı bak” dediği belirtilmiş. Videoda polis sonrasında bir erkeği itekliyor.
Deutsche Welle Türkçe tarafından akşam 20.25’te paylaşılan DHA kaynaklı aynı andan görüntülerin altyazısında ise, bir başka ifade yer alıyor: “İn aşağı, in aşağı. Aşağıdan.”
Yol TV’nin paylaştığı görüntülerde kullandığı altyazı, öğrencilere baş eğdirmeye çalışan baskıcı kamu otoritesi algısını da pekiştirdiği için, kısa sürede büyük tepki topladı; Twitter’da “AsagiBakmayacagiz” etiketi en çok konuşulanlardan oldu, bu etiketle bir milyona yakın tweet atıldı.
Peki bu sosyal medya kampanyası ve sivil destek, yanlış bir bilgi üzerine mi kurulmuştu?
2 Şubat tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi Twitter hesabından, Yol TV’nin paylaştığı “Aşağıya bak” ifadesinin gerçeği yansıtmadığı söylendi ve kaynak olarak da Deutsche Welle gösterildi. Sabah ve Yeni Şafak gibi medya kurumları da EGM’nin açıklamasını haberleştirdi.
Yol TV aynı gün yayınladığı bir açıklamayla, konunun editöryal bir hatadan kaynaklandığını, ancak Türkiye politik ikliminin bu yanlış anlaşılmaya alan açtığını düşündüklerini açıkladı.
Görüntüler dikkatle dinlendiğinde iki türlü de duyulabileceği anlaşılıyor. DW'nin görüntülerinde polisin iki kez aşağıdan dediği yazdıktan sonra, bir arbede çıkıyor ve polis bir kez daha “aşağı” ile başlayan bir ifade kullanıyor. Ancak ne söylediği tam anlaşılmıyor.
Bu nedenle Teyit, görüntülerde polis memurunun doğrudan hedef aldığı kişiye ulaştı. Lise öğrencisi B.T., polis memurunun her iki ifadeyi de kullandığını söyledi. Boğaziçi Dayanışması’nın çağrısı üzerine dışarı çıktığını söyleyen öğrencinin anlatımına göre olay şöyle vuku buldu: “Polis bizi ablukaya aldı ve valilik izni olmadığı gerekçesiyle, toplu yürüyemeyeceğimizi söyledi. Yol ayrımında grubu bölmeye çalıştı. Bana karşıdan gelerek önce ‘aşağıdan’ dedi. Göz göze geldiğimizde ise ‘aşağıya bak’ dedi ve iteklemeye başladı. Sonra gözaltına alındım.”
B.T. gözaltı aracında copla tehdit edildiklerini ve aşağılayıcı ifadeler kullanıldığını da ekledi. Teyit’in ulaştığı gözaltı listesinde de B.T.’nin adı var.
Teyit, Boğaziçi eylemlerinde hukuki destek veren İstanbul Barosu’na kayıtlı avukatlardan Yağmur Kavak’a da ulaştı. Kavak ilk fiili müdahalenin B.T.’ye yapıldığını doğruladı ve “Kişileri yoldan toplayarak gözaltına almış ve ters kelepçe takmışlar, tutanaklarda da yazılı” dedi. Kavak bu uygulamanın anayasanın 17., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ise üçüncü maddesine aykırı olduğunu da ifade etti: “Kişilerin nezarethaneye alınması ve burada avukatlarıyla görüşebilmeleri beklenir ama bu mümkün olmadı, gece boyu araçlarda bekletildiler. Gözaltına alınan bir kişinin vajinasına atılan tekme nedeniyle bütün gece kanaması oldu, 2 kişinin boğazı sıkıldığı için boynu morardı. Alındıkları saatten serbest bırakıldıkları sabaha kadar aç bir şekilde bekletildiler” dedi. Avukat gösteri yürüyüşü ve protesto hakkına valilik kararıyla sınırlama getirilemeyeceğini, temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini de vurguluyor.
Bağlam, olayın gerçekleştiği yer, polisin öncesinde ve sonrası tavrı ile öğrencinin anlatımı birlikte düşünüldüğünde iki senaryo da eşit derecede olası gözüküyor. Polisin asıl amacı kalabalığı dağıtmak olduğundan “aşağıdan” demesi ne kadar olası ise, göz göze geldiği bir öğrenciye “aşağı bak” demesi de o kadar olası. Çünkü memur hemen öncesinde yürüyen öğrencilere “terbiyesizler” diye sesleniyor ve sonrasında da B.T.’yi itekliyor.
Çatıdaki “keskin nişancı” değil
Ortaya atılan bir başka iddia ise, okulun çevresindeki binaların çatılarına keskin nişancılar yerleştirildiği idi. Böyle iddialar, zaten gerilmiş olan tarafların egzajere olmasını kolaylaştırabiliyor.
Başka kullanıcılar da, polis görevlilerinin elindekinin silah değil, bir “dronesavar” (ihasavar) olduğunu belirtti.
İhasavar da teknik olarak bir silah, ancak elbette bir keskin nişancı silahı ile benzer bir tehdit algısı yaratması mümkün değil.
Video ve fotoğrafların iki farklı açıdan çekilmiş versiyonlarını incelediğimizde, sağda duran polisin elindekinin ihasavar olduğu anlaşılıyor.
Silah, ASELSAN’ın İHASAVAR isimli cihazıyla uyumlu. İhasavarlar, elektromanyetik dalgalar kullanarak, açık alanlarda izinsiz uçuş yapan ve tehdit oluşturabilecek insansız hava araçlarının sinyalini bozuyor ve uçuşlarını engelliyor.
Diğer görüntüde bu defa sağa geçen diğer polisin elinde ise uzun namlulu bir silah olduğu anlaşılıyor. Ancak bu silahın bir keskin nişancı silahı olup olmadığını anlamak için uzman görüşüne ihtiyacımız var. Çünkü görüntü epey bulanık ve uzaktan.
Teyit’in ulaştığı tecrübeli bir silah uzmanı, bunun PÖH envanterine kayıtlı uzun namlulu bir M16 olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, ancak bir keskin nişancı silahı denemeyeceğini söyledi.
Rektörü protesto eden üniversite öğrencilerinin gösterileri için keskin nişancı konuşlandırılması ilk bakışta mantıklı da gözükmüyor.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin 3 Şubat itibariyle bazı talepleri var: Atama ile göreve gelen rektör Bulu’nun istifası, rektörün seçimle belirlenmesi için değişiklik, gözaltındaki ve tutuklu öğrencilerin bırakılması, öğrencilere dönük polis müdahalesi ve medyadaki karalamanın son bulması.
Devam eden protestolarda ortaya atılan pek çok iddiayı bağlamlarıyla birlikte değerlendirmek şart. Dindar ya da anti-LGBTİ öğrencilerin fişlendiği, polisin “aşağı bak” değil “aşağıdan” demiş olduğu, çatıya keskin nişancılar yerleştirildiği gibi iddiaların ortak noktası, duygulara hitap etmeleri. Bu nedenle de hızlıca karşılık bulabiliyor ve gündemi biçimlendirebiliyorlar. Ancak iddiaların kaynağı ve bağlamını gözden kaçırmak, olayları değerlendirirken yola yanlış bilgiden çıkmaya sebebiyet verebiliyor.