Araştırma notları: Yeraltı kaynaklarımızı çıkarmamıza izin vermiyorlar

İnternetin dipsiz kuyularından çıkarılan, Türkiye’nin yeraltı kaynakları hakkında ortaya atılan iddiaların başında, bor geliyor. Şehir efsanelerinin dördüncü bölümünde bu bor iddialarına yanıt aradık.


25/10/2019 15:57 10 dk okuma

Bu içerik 3 yıldan daha eski tarihlidir.

“Dış güçler petrol kuyularımızı beton döküp kapatıyor.”

‘‘Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleriyle yer altı kaynaklarımızı çıkarmamızı yasakladılar.’’

‘‘Bor üretiminde dünya lideriyiz ama işlememize izin vermiyorlar.’’

‘‘2023’ten sonra boru çıkarıp dünyanın yeni süper gücü olacağız.’’

Bunlar internetin dipsiz kuyularından çıkarılan, Türkiye’nin yer altı kaynakları hakkında ortaya atılan iddiaların başında geliyor. Şehir efsanelerinin dördüncü bölümünde bu iddialara yanıtlar aradık.

Türkiye’nin yeraltı kaynaklarıyla ilgili ortaya atılan iddiaların birçoğu petrol, doğalgaz (hidrokarbonlar) ve bor hakkında. Bütün iddialarda Türkiye topraklarında bor ve hidrokarbonların fazlaca olduğu, bilimsel kanıtlar aranmadan kabul edilmiş. Bundan dolayı, doğal kaynakların jeolojik oluşum süreçlerini, üretim ve tüketim miktarlarını içeriğimizin iskeletini oluşturacak şekilde kullandık. Öncelikle, bor ve hidrokarbonların doğada nasıl biriktiğini anlamak için jeolojik yapıya dair bilgiler topladık. Ardından bor ve hidrokarbonları ayrı ayrı başlıklar altında inceledik.

Türkiye’nin jeolojik yapısı

Araştırmamızın ilk aşamasında yer şekillerinin ve Anadolu’nun oluşumunu anlayabilmek için jeolojik zaman dilimlerine dair bilgiler topladık. Aşağıdaki tablo zamanın başlangıcından bugüne tanımlanan jeolojik zaman dilimlerini gösteriyor.

Anadolu toprakları Kambriyen dönemden, Paleojen dönemin başına kadar, ara ara su altında kalmış. Farklı bölgeler, farklı dönemlerde su üstüne çıkmış. Yerkürenin hareketliliğini ise esas olarak tektonizma ve volkanizma adı verilen yer kuvvetleri belirliyor. Evrim Ağacı’nın Türkiye’nin jeolojik evrimini daha detaylı açıkladığı bir yazısı da bulunuyor.

Buradaki harita, dünyadaki fay hatlarını ve levhaları gösteriyor. Haritada da görüldüğü gibi, levha kenarlarında renkli olarak işaretlenen bölgeler fay hatlarını gösteriyor. Yani, tektonizma, volkanizma ve levhalar arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor. Anadolu Yarımadası da kompleks bir fay yapısına sahip ve tektonik hareketlerin sıkça görüldüğü bir lokasyon.

Bu bağlamda, Anadolu’yu çevreleyen levhalar; güneyde, Afrika kıtası ve Arap Yarımadası; kuzeyde ise Avrasya levhası. Anadolu’nun bulunduğu bu bölgeye, jeoloji biliminde sıkışma zonu adı veriliyor. İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Okan Tüysüz’ün aktardığına göre, Arap Yarımadası yılda 18 mm hızla Anadolu’ya doğru hareket ediyor. Bunun yanında, Afrika levhasının da Anadolu Yarımadası’nı sıkıştırdığı biliniyor. Bu hareketler de oluşan sıkışma zonundan kaçmaya çalışan Anadolu’yu batıya doğru gitmeye zorluyor ve depremlerin gerçekleşmesine yol açıyor. Akdeniz’deki Toroslar, sıkışmanın yer şekillerini bükmesiyle oluşmuş. 20. yüzyılın başından beri etkinliği devam eden Kuzey Anadolu Fay Hattı da, bu sıkışma zonunun bir sonucu olarak geçmişten bugüne kırılmaya devam ediyor.

Türkiye jeoloji bilimini geç fark ediyor

Türkiye’nin jeolojisiyle ilgili bilgi aldığımız Okan Tüysüz, Türkiye’deki jeoloji araştırmalarına dair bilgiler de verdi. Anadolu topraklarının ilk jeolojik araştırmasının, 1910’da İngiliz yerbilimci Phillipson tarafından yapıldığını aktaran Tüysüz, ancak Cumhuriyet dönemi sonrasında yerbilimi araştırmalarının başladığını belirtti. Bu durumun da, Türkiye’yi 18. yüzyıldan beri jeoloji bilimiyle uğraşan Avrupa karşısında dezavantajlı bir konuma soktuğunu ifade etti. Tüysüz’e göre, Türkiye’nin güney sınırının çizilmesinde, Phillipson’ın araştırmaları referans alınarak sınırlar dayatılmış. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması’nın da bu fikri desteklediği söylenebilir. Sykes-Picot Anlaşması’na göre, Osmanlı Devleti’nin işgali sonrası sınırlar aşağıdaki gibi olacaktır, ancak Kurtuluş Savaşı sonucunda anlaşma hükümsüz kalmıştır. Lozan Konferansı sırasında Musul ve Kerkük üzerindeki tartışmalar da bu fikri destekliyor.

Bir diğer örnek olarak da bor madenleri gösterilebilir. Türkiye’deki ilk bor madeni, 1865 yılında Aziziye/Susurluk bölgesindeki kalsiyum boratın işletme hakkının “Compaigne Industrielle Desmazures” şirketine verilmesiyle açılmış. Türkiye’nin özkaynaklarıyla arama ve çıkarma faaliyetleriyse 1935 yılında Eti Maden ve Maden Tetkik Arama (MTA) kurumlarının kurulmasından sonra başlamış. Etibank’ın Emet yataklarından ilk cevher üretimi, ancak 1958 yılında gerçekleşmiş. 1978 yılında da bor madeni millileştirilmesiyle, yabancı firmaların maden işletmeciliği hakları Eti Maden A.Ş.’ye aktarılmış.

Bor madeni

Bor madeni doğada bileşikler halinde bulunuyor. En yaygın bulunanları ise sodyum, magnezyum ve kalsiyumlu bileşikler. Bor elementinin atom numarası 5, kaynama noktası 4.002°C, ergime noktası 2300°C, Mohs sertliği 9.3. Kimyasal özellikleri itibariyle bor ve bileşikleri dünyada 250 farklı sanayi ürününde kullanılıyor.

Borun yer kabuğunda bulunma oranı 10 ppm (milyonda bir ifadesi için kullanılan ölçü birimi) olarak biliniyor. Ancak yer kabuğunda bu kadar çok bulunmasına rağmen, borun birikmesi ve ekonomik bir maden niteliği olması için bazı şartların olması gerekiyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Cahit Helvacı bu şartları şöyle sıralıyor:

1- Bor mineralleri dağ aralarındaki kapalı, tuzlu ve sığ (playa) göllerde oluşur.

2- Kurak veya yarı kurak iklim koşulları, göl suyunun 8,5-12 arasında pH değeri olması, volkanik aktivite ile ilişkili sıcak su kaynaklarının bulunması önemlidir.

3- Çöküntü alanlarında dışarıya açılımı olmayan sığ göller normal faylar ile oluşur. Bu faylar boyunca derinlerden gelen hidrotermal sıvılar bor ve diğer elementlerce zengindir.

4- Bu çözeltilerin göllere taşınması (erozyon) bor oluşumu için gereklidir.

Eti Maden ve bor piyasası

Eti Maden A.Ş. bor üretiminde dünyada başı çekiyor. Öyle ki, Türkiye’nin 2018 yılı toplam bor üretimi 2,419 milyon ton iken, aynı yıl dünyada üretilen toplam bor miktarı 4,1 milyon ton olarak kayıt altına alınmış. Konuyla ilgili Eti Maden Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Serkan Keleşer ile iletişime geçmeye çalıştıysak da dönüş alamadık.

Observatory of Economic Complexity’nin (OEC) hazırladığı 2017 yılına ait dünya bor ithalatı ve ihracatı veri setine göre, ABD ihracatının üçte biri kadar bor ithal ediyor. ABD bor ihracatının yüzde 30’unu Güney Kore’ye (22.8 milyon dolar), yüzde 21’ini Japonya’ya (15.8 milyon dolar), yüzde 11’ini de Almanya’ya (8.64 milyon dolar) yapıyor. Bu ithalat oranlarıyla, ABD bahsi geçen ülkelerin ana bor tedarikçisi konumunda. Türkiye ise bu piyasalarda ABD kadar etkin bir aktör değil fakat ABD’nin bor ithalatında ana tedarikçisi olarak yer alıyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin, bor ithalatının yoğun olduğu pazarlarda ABD’nin gölgesinde kaldığı söylenebilir. Yine de, ABD’nin hakim olduğu piyasa kadar büyük olmasa da Türkiye de Çin’in ana bor tedarikçisi konumunda. 2017 yılında Türkiye’den Çin’e 32.6 milyon dolarlık bor ihracatı gerçekleşmiş. Bu miktar, Çin’in bor ithalatının yüzde 33’üne tekabül ediyor.

Bordan birçok farklı ürün ve bileşik elde edilebiliyor. Bu ürünlerin büyük bir kısmı sanayinin farklı kollarında, üretimde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Örneğin kübik bor nitrür hafif ve dayanıklı yapısıyla, elmastan daha sert bir forma ve daha hafif bir ağırlığa sahip olduğu için savunma sanayinde zırh yapımında kullanılıyor. Bir diğer örnek de sodyum borhidrürle geliştirilen yakıt teknolojisi. Sodyum borhidrür en önemli hidrojen taşıyıcısı olduğu için gelecekte yakıt teknolojisinde kullanılabileceği düşünülüyor. TÜBİTAK MAM’ın geliştirdiği sodyum borhidrür destekli bir hidrojen yakıt tesisi de bulunuyor. Ancak Cahit Helvacı bu potansiyele sahip olunmasına rağmen, yine de gerekli ar-ge yatırımlarının yapılmadığını belirtti ve üretilen borun niceliğinden çok, niteliğine bakılması gerektiğinin altını çizdi.

Buna karşılık, sitesine bakıldığında, BOREN’in aldığı/başvurduğu 38 tane bor patenti ve altı da ticarileşen ürünü bulunuyor. BOREN’e toplamda 601 adet proje başvurusunda bulunulmuş. Bu başvurulardan 223'ü tamamlanmış, 49'u devam etmekteymiş.

Hidrokarbonların oluşumu

ODTÜ Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Mahmut Parlaktuna’yla gerçekleştirdiğimiz röportajda ham petrolün oluşumuna dair bilgiler de aldık. Parlaktuna bu süreci şu şekilde özetledi: 

“Hidrokarbonların oluşumu aslında milyonlarca yılı alan bir süreç. Bu milyonlarca yılın ilk başında, düşünün ki bir denizel ortam var. Bu denizel ortamda mikroskobik büyüklükteki fitoplankton ismini verdiğimiz canlılar yaşamakta. Bu canlıların yaşam koşullarında ani bir değişim etkisiyle – sıcaklık yükselir, soğur ya da başka bir faktörle – kitlesel ölümler gerçekleşirse ve fitoplanktonlar deniz dibinde birikirse ham petrolün oluşması için ilk aşama gerçekleşmiş oluyor. Şayet üzerleri, herhangi bir bozuşmaya uğramadan tortullarla kaplanırsa ve bu yığışma milyonlarca yıl sürer ise ölmüş olan fitoplanktonlar binlerce metre derinlikte gömülmüş oluyorlar. Gömülme sonucu üzerinde bulunan kayaçların yaratmış olduğu basınç ve sıcaklığın, derinliğe bağlı olarak artması sonucu burası bir yüksek basınçlı fırına dönüşüyor. Yüksek basınçlı fırın, bu fitoplanktonları önce kerojene, ardından ham petrol ya da doğalgaza çeviriyor. Kerojenden ham petrole geçiş daha düşük sıcaklıklarda, ham petrolden doğalgaza geçiş ise daha yüksek sıcaklıklarda gerçekleşiyor.”

Yani, petrol aslında milyonlarca yıl önce yaşayan fitoplanktonların, basınç ve sıcaklık etkisiyle biçim değiştirmesi sonucu oluşuyor ve ham petrolün oluştuğu geçirimsiz ortama hazne kaya adı veriliyor.

Her ne kadar Anadolu jeolojik tarihinde petrolün oluşması için uygun denizel ortamlar bulunmuş olsa da, Anadolu’nun bir sıkışma zonu içerisinde yer alması hazne kayaların kırılmasına ve içerisindeki malzemenin dağılmasına, küçük birimler haline gelmesine neden olmaktadır. Diğer bir deyişle, Türkiye’de büyük petrol rezervlerinin bulunamamasının nedeni, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olması.

Not: Petrol ve doğalgaza hidrokarbon denmesinin nedeni aynı tip hidrokarbon moleküllerinden oluşmuş olmaları. Petrol ve doğalgaz arasındaki tek fark petrolün sıvı, doğalgazın ise gaz halinde olması.

Ham petrolün ölçü birimi hangisi?

Araştırma sürecinde karşılaştığımız bir diğer problem, petrolle ilgili verilerde kullanılan farklı ölçü birimleri oldu. Örneğin, OECD petrol üretimi için ton eşdeğer petrol ölçü birimlerini kullanırken, Knoema bin varil/gün ölçü birimini kullanıyor. Konuyla ilgili sorularımızı yönelttiğimiz Parlaktuna şunları ifade etti:

“Aslında her ikisi de eksik. Yeryüzüne çıkarılan petrolün yoğunlukları kilogram/metreküp cinsinden birbirine eşit değil. Ham petrol var, benzin gibi akabiliyor, hafif; ham petrol var, asfalt gibi. Bunların ağırlıkları eşit değil. Bunlardan elde edilecek olan benzin ve motorin miktarları da eşit değil. Şimdi, ton eşdeğeri petrol dendiği zaman, bu eşdeğer petrol hangi özelliğe sahip petrol? Ben hangi ağırlıkla, hangi yoğunlukla bunu çarpacağım ki, hacme çevireyim? Benim bir referans petrolüm olması lazım. Öte yandan, milyon varil diyorsunuz, e milyon varili de tona çevirirken sıkıntım var. Dolayısıyla, verilirken denirse ki, ton eşdeğeri petrol, şu API gravitesinde – gravite dediğimiz şey, 30 gravite, 40 gravite, 20 gravite gibi şeyler vardır literatürde, mesela Brent petrolün gravitesi bellidir – bu tümüyle doğru bir tanımlama olur. Ama benim ton eşdeğerim Batı Raman’sa başkasınınki de gidip de, Libya light olursa, ya da light olursa – onlar çok hafif petroller – o zaman eşdeğer olmazlar.”

Parlaktuna’nın bahsettiği API gravitesi, aslında ham petrolün kalitesini belirlemek için kullanılan bir ölçü birimi. Yoğunluğu 1 gr/cc olan suyun API değeri 10 olarak kabul edilmiş ve API=(141,5/SG)- 131,5 şeklinde formüle edilmiştir. Formüle göre, düşük gravite değerine sahip olan petrol, yoğunlukları daha az olacağı için, damıtma işlemine daha az maruz kalacağından daha yüksek kaliteli olarak değerlendiriliyor. Parlaktuna’nın bahsettiği Brent petrol de 38 API gravitesinde ve asıl özelliği damıtma işlemini kolaylaştıracak içeriğe ve yoğunluğa sahip olmasındadır.

Şehir Efsaneleri serisinde önceki bölümler

Van Gölü Canavarı – aka Bestami [Şehir Efsaneleri #1]

Haliç’in altındaki kayıp Bizans hazinesi [Şehir Efsaneleri #2]

Lozan’ın gizli maddeleri [Şehir Efsaneleri #3]

Harold Levin, The Earth Through Time,
Invalid Date
Blanka Sperner, Birgit Müller, Oliver Heidbach, Damien Delvaux, John Reinecker, Karl Fuchs, Tectonic stress in the Earth’s crust: advances in the World Stress Map project
Invalid Date
Encyclopedia Britannica, Sykes-Picot Agreement (1916)
Invalid Date
BOREN, Kronoloji
Invalid Date
BOREN, Bor elementi
Invalid Date
Observatory of Economic Complexity (OEC), Boron Trade (2017)
Invalid Date
Observatory of Economic Complexity (OEC), Where does the United States export Boron to? (2017)
Invalid Date
Observatory of Economic Complexity (OEC), Where does China import Boron from? (2017)
Invalid Date
Hatice Atmaca, İbrahim Sevim, Bor'un Otomobil Yakıtı Olarak Kullanılması
Invalid Date
TÜBİTAK MAM, Sodyum Borhidrür Pilot Tesisi
Invalid Date
BOREN, Proje İstatistikleri
Invalid Date
OECD, Crude Oil Production (2019)
Invalid Date
tümünü göster
sehirefsaneleri