Le Monde Erdoğan’ı emperyalizme karşı savaştığı için öven cümleler yayınlamadı

Le Monde Erdoğan’ı emperyalizme karşı savaştığı için öven cümleler yayınlamadı

Yanlış Yanlış
YANILTICI
YÖNÜ

Bulgular

Le Monde gazetesinde yer alan ifadeler övgü amacı taşımıyor.

Tarihçi Olivier Bouquet’in yazısının bağlamından koparılarak aktarılan cümleler, övgüden ziyade bir durum değerlendirmesi yapıldığını gösteriyor.

İçerik bir köşe yazısı ve Le Monde’un değil, yazarın görüşlerini yansıtıyor.

Bu içerik 2 yıldan daha eski tarihlidir.

Sosyal medyada paylaşılan bazı gönderilerde, Fransız Le Monde gazetesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan övgüyle bahsettiği ve kendisi için “Emperyalizme karşı savaşıyor” dediği iddia edildi. İddia, birçok haber sitesinde konu edilirken Akşam Gazetesi’nin de manşetinde yer buldu.

aksamm manset pageaksam le monde

Ancak iddia doğru değil. Le Monde gazetesinde yer alan ifadeler övgü amacı taşımıyor. Tarihçi Olivier Bouquet’in yazısının bağlamından koparılarak aktarılan cümleler, övgüden ziyade bir durum değerlendirmesi yapıldığını gösteriyor. Ayrıca içerik bir köşe yazısı ve Le Monde’un değil, yazarın görüşlerini yansıtıyor. 

İçerik gazetenin görüşlerini değil, yazarın analizini yansıtıyor

Le Monde gazetesi, Fransa’da faaliyet gösteren günlük bir gazete. Bünyesinde ekonomi, kültür sanat, sağlık, politika, eğitim gibi alanlarda içerikler üretiliyor. Tarihçi Olivier Bouquet ise bu gazete için zaman zaman köşe yazıları kaleme alıyor. Olivier Bouquet, CESSMA’da (Centre d’études en sciences sociales sur les mondes africains, américains et asiatiques) araştırma görevlisi. Ayrıca 2013'ten beri Paris Diderot Üniversitesi’nde ders veriyor. Bouquet, 2014-2016 yılları arasında Galatasaray Üniversitesi’nde de ders vermiş. Akademik araştırma konuları arasında Türk ve Osmanlı tarihi ile Ortadoğu'nun sosyal ve kültürel tarihi bulunuyor. Bouquet’in İş Bankası yayınlarından çıkmış Sultanın Paşaları isimli kitabı bulunuyor.

Le Monde gazetesi, Le Monde medya grubunda bulunan yazar ve gazetecilerin kamusal, politik, ekonomik, ideolojik ve dini bağımsız ve özgür olduğunu ifade ediyor. Gazete, yazara herhangi bir metin dayatmıyor, müdahale veya kısıtlama ile yönlendirme yapmıyor. Köşe yazıları yazarın görüşlerini yansıtıyor ve gazeteyi temsil etmek zorunda değil.

Olivier Bouquet 3 Temmuz 2020’de de Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği güncel siyasete dair bir bir yazı kaleme aldı. Yazı dilinin Fransızca olması, bazı kişiler tarafından yanlış anlaşılmalara sebep vermiş olabilir. Zira yazının Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Libya’daki politikasını över nitelikte olduğu düşünülüyordu.

Le Monde gazetesinde yer alan yazının tam çevirisi şöyle: 

Tarihçi Olivier Bouquet’in analizine göre, Türkiye cumhurbaşkanı, Libya'daki politikasını ve doğalgaz kaynakları üstündeki iddialarını meşrulaştırmak için Mustafa Kemal'in 1918'den sonra Türkiye'yi bölmeye çalışan batılı güçlere karşı verdiği mücadeleyi devralıyor. 

Başkan Putin iki donem daha ülkeyi yönetebilmek için II. Dünya Savaşı’nın tarihini yeniden yazıyor. Erdoğan 2023 seçimlerinde yeniden kazanmak için I. Dünya Savaşı’nın tarihini yeniden okuyor. Her iki durumda da yürütülen tarih siyaseti, açık ve zamanın ruhuna uygun bir ajanda tarafından desteklenen anma törenlerinin üzerine inşa edilmiş şekilde. (Rusya'da 75 yıl, Türkiye’de 100 yıl) Her iki durumda da ortak bir ulusal düşman belirleniyor: Batı. Türkiye’de 19 Mayıs 2019’da bir anma törenleri döngüsü başladı: 100 yıl önce Mustafa Kemal Karadeniz’de bir liman şehri olan Samsun’a, yani Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı şehre ulaşmıştı. Bu döngü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve ulusal bayramı olan 2023 yılının 29 Ekim tarihinde sona erecek. 

Bu döngünün içinde Batı müdahalesinin köşelerini tutan iki antlaşma yer alıyor: Önümüzdeki 10 Ağustos’ta anılacak olan Sevr ve 24 Temmuz 2023’te anılacak olan Lozan. Mustafa Kemal yönetiminde Lozan Antlaşması üç kat olumlu bir durum olarak görülüyordu: Diplomatik bir zafer, imparatorluğu parçalayan Sevr Antlaşmasının utancını siliyor; Anadolu’nun merkezindeki ülke olan Türkiye uluslararası hukuk tarafından tanınıyor; çökmekte olan bir imparatorluk tarihin derinliklerine gömülüyordu. Türk Cumhurbaşkanı şu an bu üç perspektifi yeniden tanımlıyor: Antlaşma batılı güçler tarafından dayatıldı; Türkiye’nin yüzölçümü 3 milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye indirildi. Türklerin her zaman kurulu bir devleti vardı; Osmanlıların, Mustafa Kemal’in ve Erdoğan’ın yönetiminde. Elbette Türkiye’nin ulusal sınırları kutsal kalmaya devam ediyor, ancak onları belirleyen antlaşma artık öyle değil. Aksine Erdoğan uluslararası hukukun, ülkesini Akdeniz adalarından mahrum bıraktığını düşünüyor. Antlaşma, Yunanistan’a ait bir deniz sahası çizdi ama Türkiye bu alanda tarihsel hakları olduğunu iddia ediyor. Akdeniz’in ötesinde, Neo-Osmanlıcı yeni fetih hedefleri imparatorluk çağındaki Osmanlı ordularının ulaştığı uç noktalardan başka sınır tanımıyor. En azından askeri düzeyde durum bu. Çünkü kültürel düzeyde, Türk Hava Yolları’nın ve Türk televizyon dizilerinin yumuşak gücü (soft power) küresel çapta genişliyor.

Diplomatik bir manipülasyon 

Sevr Antlaşması, en büyük anti-Türk diktası olmaya devam ediyor. Sevr, Lozan’dan farklı olarak Ankara hükümeti tarafından imzalanmadı ve anında geçersiz sayıldı. Çünkü bu antlaşmayla Osmanlı toprakları Anadolu’nun yalnız bir kısmına indirgendi, geri kalanı ise muzaffer İtilaf Devletleri ile Otonom bir Kürdistan devleti ile Büyük Ermenistan devleti arasında paylaştırıldı. Boğazların ise savaş dönemleri dahil tüm gemilere açık kalması kararlaştırıldı. Erdoğan destekçileri Kemalist bir hükmü tekrarlıyor: 1914’te Avrupa içinde başlayan bir savaşa girilmesi İmparatorluk yetkililerinin gerçek bir seçimi değil, Avrupa’nın Türklere karşı savaşında diplomatik bir manipülasyonun sonucuydu.

Böylece Türklerin hafızasında yer tutmaya devam eden Sevr Anlaşması yeni bir anlam kazandı. Bir yandan, güncel bir travmayı yeniden hatırlattı: 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi, dış güçlerin bir komplosu olarak tanımlandı: Hatta öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan 2016’daki bir konuşmasında “Darbe başarılı olsaydı yeni bir Sevr’e sebep olabilirdi” iddiasında bulundu. Diğer yandan, Doğu Akdeniz’deki Neo-Osmanlıcı politikayla Sevr’deki aşağılanmanın intikamını almak ve durumu tersine çevirmek isteniyor. Özellikle iki ülke ön planda. Yunanistan: Sevr Antlaşması’yla 8 Ege Adası onların oldu. Fransa: Antlaşma Fransız topraklarında imzalandı ve Tunus ve Fas’taki hakimiyetleri tanındı. Ortadoğu’da Sykes-Picot ne ifade ediyorsa, Akdeniz için aynısını ifade ediyor: Fransız sömürgeciliğinin dün ve bugünkü aracı. Tıpkı (Smyrna, -İzmir- bölgesindeki) Yunanistan ve (Kilikya’daki) Fransa’nın 1920’de Anadolu’yu işgal etmek için anlaşmaları gibi, Doğu Akdeniz’deki Türk denizlerinde (Kıbrıs çevresinde) hakimiyet kurmak için işbirliği yapıyorlar.

Denge oyunu

Peki bu Neo-Osmanlıcı politika Kemalist bir tutumla nasıl ilişkilendirilebilir? Resmi olarak Erdoğan’ın Atatürk’ün, cumhuriyetin kurucusunun, önüne geçmesi mümkün değil. Ama tarih yazılırken Erdoğan’ı “gazi” unvanını kullanmaktan alıkoyacak bir durum da yok; Mustafa Kemal Karadeniz’deki Samsun’da Anadolu’yu işgalden kurtaracak savaşı başlattı, Erdoğan da Misrata’da Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarını geri alacak mücadeleyi başlattı. Ayrıca, cumhuriyetçi ajandadaki Neo-Osmanlıcı proje ile çelişen her ne varsa terk ediliyor. Öyle sanıyorum ki, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması veya 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması hiçbir anma etkinliğinin konusu olmayacaktır. 

Son olarak, bazı önemli Kemalist semboller Neo-Osmanlıcı bir ajandaya göre yeniden şekillendirildi. Konstantinopolis’in 1453’te fethedilmesiyle camiye dönüştürülen Bizans bazilikası Ayasofya, 1934’te Atatürk’ün kararıyla müze oldu. Erdoğan ise Ayasofya’yı tekrar cami yapmak istiyor. 29 Mayıs’taki Konstantinopolis'in alınışı kutlamalarında Ayasofya’da Fetih suresi (Kuran’daki 48. sure) okutuldu. Aynı gün, Yunan deniz sahasında sondaj çalışmaları ilan edildi. Sondaj gemilerinden birinin adı ise Fatih (fetheden). Kemalizm karşısındaki bu dengeli oyunda, dört sondaj kuyusuna ise “Ne” “Mutlu” “Türküm” “Diyene” (Mustafa Kemal’in ünlü bir sözü) isimleri verildi. Erdoğanizm, pek çok yönüyle Kemalizm’in Neo-Osmanlıcılığa bir dönüşümü.

Le Monde'un yazısında övgü yer almıyor

Akşam gazetesinin yazıyla ilgili hazırladığı haber, bu metnin bütününü özetlemekten uzak ve epey kısa bir aktarıma dayalı. Manşette yer alan “Emperyalizme karşı savaşıyor” ifadesini, yazının orijinalinden çıkarmak mümkün gözükmüyor. Akşam gazetesi ilgili yazıda, “Erdoğan, Mustafa Kemal’in 1918’de verdiği mücadeleyi devam ettiriyor” ifadelerini yazının girişinde yer alan “Tarihci Olivier Bouquet’in analizine göre, Türkiye cumhurbaşkanı, Libya'daki politikasını ve doğalgaz kaynakları üstündeki iddialarını meşrulaştırmak için Mustafa Kemal'in 1918'den sonra Türkiye'yi bölmeye çalışan batılı güçlere karşı verdiği mücadeleyi devralıyor” kısmına dayandırıyor. Buna yakın bir anlam verebilir olsa da, yazıda Akşam gazetesinin iddia ettiği gibi Erdoğan’ın emperyalizm mücadelesi övülmüyor.

Le Monde gazetesindeki yazıda Recep Tayyip Erdoğan’nın ve izlediği politikanın övülmediğini, yalnızca bir değerlendirme yapıldığını, “Erdoğan uluslararası hukukun, ülkesini Akdeniz adalarından mahrum bıraktığını düşünüyor. Antlaşma, Yunanistan’a ait bir deniz sahası çizdi ama Türkiye bu alanda tarihsel hakları olduğunu iddia ediyor. Akdeniz’in ötesinde, Neo-Osmanlıcı yeni fetih hedefleri emperyal çağdaki Osmanlıların ilerlemeleri ile sınırlı değil” gibi cümlelerden anlayabiliyoruz.

Le Monde’da yayınlanan yazıda Erdoğan’ın, Neo-Osmanlıcı bir politika izlediği belirtiliyor. Yazarın “Neo-Osmanlı projesiyle çelişen cumhuriyetçi bir yöntemde, öyle sanıyorum ki, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması veya 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması hiçbir anma etkinliğinin konusu olmayacak” yorumuyla yazının genelinde görülebilen ve kendisinin de sonradan doğrudan belirttiği “Erdoğancılık, Kemalizmin Neo-Osmanlıcılığa dönüşmüş bir versiyonu” tezini desteklemeye gayret gösteriyor.

Teyit, konuyla ilgili bilgi almak için Le Monde’daki yazıyı kaleme alan tarihçi Olivier Bouquet’e ulaştı. Yazıda hiçbir şekilde Recep Tayyip Erdoğan'a övgü olmadığını belirten Bouquet, yazıda bir tarihçi olarak, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte Neo-Osmanlıcılık ve anma gündemi arasındaki bağlantıları anlamaya çalıştığını ifade etti.

Ne olmuştu?

Fransa, genel olarak Türkiye'nin Libya politikasındaki rahatsızlığı dile getiriyor ve bu sebeple eleştiriyor. Fransa ile Türkiye arasındaki gerginliğin ana sebeplerinden biri NATO üyelerinin Birleşmiş Milletler'in (BM) Libya'ya yönelik silah ambargosuna uyulup uyulmadığı tartışmaları. Libya konusunda NATO üyeleri arasındaki görüş ayrılıkları sebebiyle, karar alma süreci de bir hayli tartışmalı geçiyor

Sonuç olarak Le Monde gazetesinin emperyalizme karşı savaştığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öven cümleler yayınladığı iddiası doğru değil. İddia, hatalı bilginin yedi türünden biri olan bağlamdan koparmaya örnek.