Beyaz TV’de yayınlanan “Her Açıdan” programına katılan Hüseyin Çiloğlu, maske kullananların daha çok hastalandığını ve karantina önlemlerini sıkı tutan ülkelerde vakaların daha fazla olduğunu öne sürdü. Çiloğlu ayrıca sürü bağışıklığı uygulanması gerektiğini, ölenlerin koronavirüsten değil, altta yatan diğer hastalıklardan öldüğünü iddia ediyor.
Bahsedilen araştırmalar solunumla bulaşan hastalıklarla ilgili değil
Çiloğlu’nun iddialarını videoda yer alan sırayla inceleyelim. Çiloğlu, maske takanların yüzde 70’inin hastalandığını iddia ediyor. Bu iddiasının kanıtı olarak Amerikan Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) tarafından yürütülen bir araştırmanın görüntüsünü paylaşıyor. Paylaştığı araştırma, CDC’nin semptomatik yetişkinler üzerinde yürüttüğü, topluluk ve yakın temas bağlantısını incelediği bir çalışma. Ancak bu çalışmanın amacı maskeyi değil, teması incelemek.
İlginizi çekebilir: CDC’nin maske takanların yüzde 70’inin Covid-19’a yakalandığını söylediği iddiası
Bu araştırmaya göre, enfekte grupta da enfekte olmayan grupta da maske kullanımı yaygın. Rakamlar maske takanların Covid-19’a daha fazla yakalandıklarını değil, sosyal yaşama karışanların önemli bir kısmının düzenli olarak maske taktığını gösteriyor. Hastalığa yakalananlardan sadece yüzde 3,9’u, yakalanmayanlardan ise yüzde 3,1’i asla maske takmadığını söylemiş. Araştırmada maskenin önemi vurgulanıyor; maskenin zararlı olduğu söylenmiyor, kullanımı teşvik ediliyor.
Çiloğlu farklı araştırmaların da maske takmanın enfeksiyonu artırdığını gösterdiğini iddia ediyor. Burada Colchester Hastanesi, Karolinska Enstitüsü’nden Tunevall ve Lipp ile Edwards'a referans veriyor. Ancak bu araştırmaların tamamı açık yara enfeksiyonları üzerine yürütülmüş. Farklı bir alanda, farklı bir konu üzerinde yürütülen bu araştırmalardan yola çıkarak “maske takmak hasta eder” sonucuna varmak mümkün değil. Dahası Karolinska Enstitüsü, koronavirüsün yayılmasının ardından maske kullanımı çağrısı yapan kurumlardan.
Çiloğlu’nun ikinci iddiası ise Britanya kraliçesi Elizabeth’in bir etkinlikte maske takmamasının şaibe yaratması. Kraliçe, Ekim ayında koronavirüs pandemisi başladığından beri ilk kez bir etkinliğe katılmış, torunu Prens William ile maske takmamaları eleştirilmişti. Ancak saray sözcüsü etkinlik öncesi herkese test yapıldığını ve etkinlik sırasında da sosyal mesafenin korunduğunu açıkladı. Kraliçenin oğlu Prens Charles pandeminin ilk dönemlerinde koronavirüse yakalanmıştı.
Ölüm oranları hesaplanırken nüfus baz alınmalı
Çiloğlu’nun bir diğer iddiası ise karantinayı sıkı tutan ülkelerde vaka sayısının kısıtlama getirmeyenlere göre daha fazla olduğu. Örnek verdiği ülkeler arasında İsveç ve Finlandiya gibi İskandinav ülkeleri var. Ancak vaka yoğunluğunu ölçmek için yalnızca vaka sayılarına bakmak doğru değil.
Örneğin İsveç 10 milyon nüfusa sahip ve yaklaşık olarak 507 bin vaka mevcut. Yani nüfusun yüzde 5,07’si koronavirüse yakalanmış. 85 milyon nüfuslu Türkiye’deki 2,35 milyon vakayı hesapladığımızda, bu oranın yüzde 2,76 olduğu görülebiliyor. Yani az nüfuslu İsveç’te vaka oranı aslında hiç de düşük değil. Üstelik İsveç örtülü sürü bağışıklığı politikası nedeniyle eleştirilen, bizatihi kralın bile süreci başarısız olarak nitelendirdiği bir ülkeydi.
Çiloğlu sürü bağışıklığı kazanılmasının gerçek çözüm olduğunu, halkın yüzde 20’sinin bağışıklık kazanmasının yeterli olduğunu da iddia ediyor. Ancak doğal sürü bağışıklığı yöntemi pandemi başında bazı ülkelerce uygulanmak istense de, daha sonraları kayıplar artınca Britanya gibi ülkelerce terk edildi.
Toplumun geri kalanının eskisi kadar tehlikede olmaması için toplumun ne kadarının aşılanması ya da bağışık olması gerektiği “R0” olarak adlandırılan ve bulaşma oranı baz alınan bir hesaplama yoluyla tahmin etmek mümkün. R0 için sayı değiştikçe, bu oran da değişiyor. Örneğin R3 ise, yani bir kişi hastalığı üç kişiye bulaştırıyorsa toplumun üçte ikisinin aşılanması gerekiyor. Bilim insanları Covid-19 için bu oranın 2-3 arasında olduğunu düşünüyor. Yani toplumun geri kalanının güvende olması için en az yarısının aşılanması ya da bağışık olması gerek. Bu da Çiloğlu’nun bahsetiği yüzde 20 oranının epey üstünde.
Çiloğlu’nun bahsettiği The Great Barrington Bildirgesi, ölüm ihtimali düşük olan kişilerin normal hayata dönmesi gerektiğini savunuyor. Ancak bu bildirgeye erişim Çiloğlu’nun iddia ettiği gibi engellenmiş değil. İnternet sitelerine de, haklarındaki bilgilere de ulaşmak oldukça kolay.
Klaus Püschel otopsi çalışmalarını sağlık departmanının isteğiyle yürüttü
Çiloğlu’nun bir diğer iddiası ise otopsilerin yasaklandığı, bu yasak çiğnenerek yapılan otopsilerde Covid-19 olduğu bildirilen ölümlerin çoğunluğunda başka hastalıklar bulunduğunun ortaya çıktığı yönünde. Otopsi yapan nadir kişilerden biri olduğunu söylediği Klaus Püschel’in ise kurallara karşı gelerek otopsi çalışmaları yürüttüğünü ve ölenlerin başka hastalıklardan öldüğünü söylediğini iddia ediyor.
Ancak Püschel bu otopsileri bir ekiple birlikte, sağlık departmanının isteği üzerine yürüttü. Yani resmi otopsilerdi. Dört gruba ayrılan bedenler üzerinde gerçekleştirilen otopsilerde ölenlerin kaçının koronavirüs nedenli öldüğü bilinmemekteydi. Kişilerin hepsi 52 yaş üzerindeydi ve yürütülen otopsiler sonucunda kişilerin çoğunluğunun önceden hastalığı olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak çoğunun akciğerlerinde zatürre de vardı.
Bu çalışmadan ölüm nedeninin koronavirüs olmadığı sonucunu çıkarmak mümkün değil. Covid-19, altta yatan başka bir rahatsızlığı olanlar ile ileri yaşta daha agresif ilerleyen bir hastalık. Ancak bu kişiler olağan şartlar altında yaşayabilecekken, Covid-19 nedeniyle beklenen yaşam sürelerini tamamlayamıyor. Zaten Püschel’e atfedilen sözleri bir Alman doğrulama sitesi de araştırmış ve ölen herkesin başka hastalıklardan öldüğünü söylediği sonucuna ulaşmamıştı.
Otopsilere izin verilmemesi her ülkeyi kapsamıyor, ancak Püschel’in araştırmasında da söylendiği gibi, aktif koronavirüse rastlamak mümkün olduğundan kısıtlanabiliyor. Bu bulaşı önleme yolunda bir önlem. Amaç bilimsel hakikatlerin ortaya çıkarılmasını önlemek değil.
Kriz anlarında yanlış bilgi oldukça hızlı yayılabiliyor. Pandemi gibi tüm dünyayı etkileyen bir kriz ise istisna değil. Yeni bilgilerin sürekli olarak yayına girdiği bu dönemlerde konuya yönelik okuryazarlık geliştirmek ise hayati önem taşıyor. Yanlış yorumlanan araştırma sonuçları maalesef halk sağlığı konusunda endişeye neden olabiliyor.