Yüzyıllık bir geçmişi olan bir efsane nesilden nesile taşındı, dünya çapında yayıldı ve günümüzde bile doğru kabul edilen bir efsaneye dönüştü. Türkiye’de de öğretmenlerin yüzde 50’si buna inanıyor. Peki siz? Kendinizi bir yoklayın: beyninizde kullanmadığınız alan var mı?
Yaygın bir inanışa göre beynimizin sadece yüzde 10'unu kullandığımız söylenir. "Einstein bile beyninin yüzde 5'ini kullanıyormuş. Kimi insanlar ömürleri boyunca çalışıp yüzde 4'e ancak çıkarabiliyorlarmış. Demek ki yüzde 100’ünü kullansak kim bilir neler yapacağız!" gibi cümleler popülerliğini günümüzde de koruyor.
Peki gerçek böyle mi? Vücudumuzdaki en önemli organlardan birisi olan beynimizin en fazla yüzde 10'unu kullanabiliyorsak geri kalan yüzde 90’ını neden kafatasımızın içinde taşıyoruz?
125 yıl önce
Beynimizin yüzde 10'unu kullandığımız efsanesinin ortaya çıkışı 125 yıl önceye dayanıyor. William James 1890 yılında Harvard Üniversitesi'nde yaptığı araştırma sonuçlarına dayanarak, insanların fiziksel ve zihinsel potansiyellerinin sınırlı bir kısmını kullandığını belirttiğinde, bu çıkarımın kulaktan kulağa bir efsaneye dönüşeceğini tahmin etmemişti. Daha da ilginci, James'in yazılarında ve konuşmalarında yüzde 10 rakamına rastlayan olmadı. Bilinmeyen birileri James'in sonuçlarına yüzdelikleri ekleyip efsaneyi popülerleştirmiş ve akılda kalmasını sağlamış.
Daha sonra, 1940'lı yıllarda Dale Carnegie bu fikri, kitap satışlarını artırmak ve okuyucuları etkilemek için kullanmış ve bu düşünceyi James'e atfederek efsanenin hızla daha geniş kitlelere yayılmasına neden olmuş.
Morgan Freeman ve Scarlet Johansson'un oynadığı 2014 yapımı Lucy isimli filmde de beyninin yüzde 100'ünü kullanan kişinin Tanrısal güçlere sahip olacağı iddia ediliyordu. Film sayesinde bu efsanenin popülerliği daha da artmış ve insanları bu yanlış algıya doğru daha fazla sürüklemiş.
Beş argüman
Bu inanışın sadece bir efsane olduğuna nörobilim uzmanı Beyerstein (1999) beş önemli argüman geliştirerek açıklık getirdi: Beyin hasarı, evrim, beyin taramaları, işlevsel bölgeler ve dejenerasyon. Bu argümanları şöyle özetleyebiliriz:
1) Beyin hasarı
Klinik nörolojiden örnekler beyin dokusunun çok azının kaybının bile ciddi olumsuz sonuçlar doğuracağını gösteriyor. Yapılan araştırmalar kanıtlıyor ki, beynimizde meydana gelen hasarlar vücudumuzda ilgili noktaların işlevini kaybetmesi ile sonuçlanabiliyor. Yani beynin sadece küçük bir kısmını kullanıyor olsaydık pek çok beyin hasarını sorunsuz atlatabilirdik.
2) Evrim
Beynimizin kullandığı enerji epey fazla. Sadece nefes alma ve iç organlar için çalışan kısımlar bile beynin yüzde 10'undan fazlasına tekabül ediyor. Yaklaşık bin 300 ila bin 400 gram ağırlığı ile toplam vücut ağırlığımızın sadece yüzde 2'sini oluşturan beyin, kandaki oksijenin yüzde 20'sini harcıyor. Bu durumda, çok küçük beyine sahip canlıların evrimsel olarak avantajlı olmaları gerekirdi. Ayrıca, evrimsel olarak kullanılmayan organların köreldiğini biliyoruz. Eğer beynimizin yüzde 10’unu kullanılıyor olsaydık geri kalan yüzde 90'ı vücudumuzun taşımasına gerek kalmazdı.
3) Beyin taramaları
Günümüzde Pozitron Emisyonlu Tomografi (PET) ve Fonksiyonel Manyetik Rezonans İmgeleme (fMRI) gibi teknolojik gelişmeler sayesinde beynin fonksiyonlarını detaylı bir şekilde görebilme olanağına sahibiz. Beyin cerrahisi uygulamalarında beynin bölgelerine verilen elektriksel uyarılar ışığında beyinde kullanılmayan ve algı, duygu veya hareketin bulunmadığı bir alan gözlemlenmemiş. Taramalar en sakin olması tahmin edilen uyku durumlarında bile beynin aktif olduğunu gözler önüne seriyor.
4) İşlevsel bölgeler
Beynin yüzde 10'unun kullanıldığına yönelik efsane, beynin bir bütün olarak çalıştığı yanılgısından kaynaklanıyor. Beyin, hepsi birlikte çalışan farklı işlevlere sahip farklı bölgelerden oluşuyor. Yapılan araştırmalara göre, belirli bir işleve ayrılmış bir beyin bölgesi yok. Beyin kurgulanmış bir program gibi işlem yapan, sonuç üreten bir yapı olmamakla birlikte, bütüncül bir şekilde varsayılandan daha karmaşık özelliklere sahip.
5) Dejenerasyon
İnsan vücudunda kullanılmayan hücreler bir süre sonra dejenere oluyor. Bu prensip, beynimizin sadece belirli bir bölgesi kullanıldığında geriye kalan kısımlarda bulunan hücreler için de geçerli olmalı. Efsanedeki gibi, beynin yüzde 90’lık kısmı kullanılmıyor olsaydı, büyük bir kısmı henüz ölmeden yok olurdu.
Beynimizin sadece yüzde 10’unu kullandığımız efsanesi, sadece efsane olarak kalmamış; resmi eğitimin bir parçası haline de gelmiş (Dekker, Lee, Howard-Jones, Jolles, 2012). Türkiye'de yapılan bir çalışmaya katılan öğretmenlerin de yüzde 50’sinin bu efsaneye inandıkları ortaya çıkmış. Bilimsel bir dayanağı olmayan bu efsane, öğretmenlerin sınıflarda kullandıkları yaklaşım ve stratejilerini, aynı doğrultuda öğrencilerin öğrenme potansiyellerini de olumsuz etkileyebilir. Çünkü beyin fonksiyonları ile ilgili yanlış anlaşılmalar, öğretmenlerin düşüncelerini etkileyip öğrenme bozuklukları ve güçlükleri gibi önemli konularda yanlış kararlar almalarına neden olabilir.